ÜÇÜNCÜ YOL

 

Ali Baykan  

Devletler Hukukuna Göre Çeçenistan


"Üslup bu değil, terör her zaman ölü doğar, Dudayev kendi topraklarında askeri hedeflerle savaşırdı, onun kahraman savaşçıları bir ölüp bin dirilirdi, her ölüm onu haklı davasını zafere yaklaştırırdı!"

Bu yazının hazırlanması sırasında öncelikle İst. Ünv. Hukuk Fak. Devletler Hukuku Kürsü Bşk.(1995) Prof. Sevin TOLUNER’in “Kıbrıs Uyuşmazlığı ve Milletlerarası Hukuk” adlı eserinden ve Sovyetler Birliği’nin 1937, 1946, 1977 Anayasalarından, Rusya Federasyonu Anayasası’ndan ve bu konudaki bir çok dokümandan, bazı makalelerden ve yazışmalardan istifade edilmiştir.

-Devletlerin Tanınması
Bir siyasi topluluğun devlet olarak tanınması, tanıyan devlet ile tanınan devlet arasındaki ilişkilerde, devletlerin tabi olduğu hukuki statüye tam olarak uyulmasına rıza gösterilmesi anlamına gelir.
Bundan, tanınmayan devletle diğer devletler arasında hiçbir hukuki ilişkinin bulunamayacağı sonucu çıkarılamaz.
“Tanıma esas itibariyle bir niyet sorunudur. Açık ve örtülü olabilir. Yapılmasındaki biçimin özel bir önemi yoktur. Önemli olan tanımayı meydana getirecek olan işlemin, ya yeni devlete yeni bir devlet olarak davranmak veya yeni hükümeti, idare ettiği hükümeti temsil yetkisini haiz bir hükümet olarak kabul etmek ve onunla diplomatik ilişkileri devam ettirmek veya asilerin durumunda, bunların muhariplik haklarını kullanmak yetkisini haiz olduklarını tanımak niyetini açıkça ortaya koyan bir işlem olmasıdır. Yabancı bir devlet veya hükümetle resmi diplomatik ilişkilerin kurulması dışında, normal olarak tanıma sonucunu doğurabilecek herhangi bir işlem, bunu yapan hükümetin bu işlemin tanıma niyetiyle yapılmadığını açıkça belirtmesiyle bu sonuçlarından mahrum edilebilir.” ( Digest of İnternational Law, 1940, Vol-1, s.166 )
SADECE DEVLETİ TANIMAK VEYA SADECE HÜKÜMETİ TANIMAK
Bir siyasi birimin devlet olarak tanınması genellikle bu devletin hükümetinin de tanınması anlamına gelir, çünkü devlet milletlerarası alanda ancak hükümeti aracılığıyla hareket edebilir. (Hackworth Op. Cit. S. 167) Öte yandan bir siyasi birimin hükümetinin tanınması genellikle bu siyasi birimin devlet olarak da tanındığını gösterir. (Jennings Op. Cit. S. 350,351)
Hükümeti tanınmaksızın devlet olarak tanınmak veya devlet olarak tanınmaksızın hükümet olarak tanınmak olanaksız değildir. Hükümetlerin tanınması konusunda milletler arası hukukun aradığı tek şart ülkenin her yerinde veya hak iddia ettiği her yerinde, etkin ve devamlı olabilecek bir kontrol icra edilmesi vakıasının gerçekleştirilmiş olmasıdır. (Hükümetlerın tanınması konusunda anayasal meşruiyet yerine etkinlik kriteri daha 17. ve 18. yüzyıldan itibaren doktrinde kabul edilmiş olan ve uygulamada genellikle üzerinde durulan tek şarttır.)
“DE JURE HÜKÜMET, DE FACTO HÜKÜMET” AYRIMI
Özellikle hükümetlerin tanınması ile ilgili olarak uygulamada sık rastlanan bir durum da, DE JURE tanıma, DE FACTO tanıma ayırımıdır. Bu deyimler sırasıyla “DE JURE hükümet olarak tanıma” ve “DE FACTO hükümet olarak tanıma” yerine geçmek üzere kullanılan kısaltmalardır.
Böyle olunca, hükümetlerin hukukiliğinin (DE JURE) veya fiililiğinin (DE FACTO) hangi esasa göre saptanacağı sorunuyla karşılaşılır. Bu hukukilik ve fiililik iç hukuka, bir başka deyişle anayasal meşruiyet esasına göre mi saptanacaktır, yoksa milletlerarası hukukun öngördüğü etkinlik kriteri uyarınca mı değerlendirilecektir. Bu konu doktrinde tartışmalıdır.
Lauterpacht bu iki tanıma biçimini şöyle ayırt eder;
“Bir hükümet ülkede etkin kontrol icra etmekle beraber devamlılığı konusunda kuşkular var ise veya tanıyan devletin tanıma siyasetinde belirlediği bazı şartlar (yeni hükümetin halkın çoğunluğu tarafından serbestçe kabul edilmesi veya milletlerarası yükümlülükleri yerine getirmek niyeti gibi) gerçekleşmemişse DE FACTO hükümet olarak tanınır. DE FACTO tanıma ile DE JURE tanıma arasındaki başlıca fark, DE FACTO tanımanın niteliği nedeniyle geri alınabilir bir işlem olmasıdır. DE FACTO hükümet olarak tanıma ile tanınmayan bir hükümetle fiilen ilişkilere girişilmesi birbirine karıştırılmamalıdır. DE FACTO tanıma DE JURE tanıma kadar iradi ve resmi bir işlemdir.” ( Op. Cit. , S.329,348 )
DE FACTO tanıma ile DE JURE tanıma arasında siyasi ağırlık bakımından bir fark olduğu açıktır. Ancak hukuki sonuçları bakımından bu iki tanıma biçimi arasında bir farkın bulunup bulunmadığını, eğer böyle bir fark var ise bunun ne olduğunu saptamak, doktrin ve uygulamanın açık ve yeknesak olmaması nedeniyle güçtür.
DE FACTO tanıma geçici bir statü yaratır. DE FACTO tanınan bir hükümetin devamlı olduğu anlaşılırsa DE JURE tanımaya dönüştürülür.
Etkin olan fakat devamlılığı konusunda kuşku duyulan bir hükümet DE JURE hükümet olarak muamele görmelidir. Çünkü etkinliğini sürdürememesi, etkin olduğu süre içinde o ülkeyi yönetmesi vakıasını ortadan kaldırmaz.
Mevcut tanınmış hükümete milletlerarası hukuk tarafından sağlanan imtiyazlı durum, asilerin etkin ve devamlı bir biçimde ülkenin kontrolünü ele geçirdikleri ana kadar devam eder.
Klasik milletler arası hukuk, devletin DE JURE hükümetine, isyancıların devamlı ve etkin bir kontrolü ele geçirdikleri ana kadar imtiyazlı bir durum tanır; Devletin DE JURE hükümetinin ülkesindeki isyanı bastırmak için dıştan yardım görmesini meşru kabul ettiği halde, diğer devletlerin isyancılara yardım etmesini haksız bir fiil olarak değerlendirir.
DEVLETLER HUKUKUNA GÖRE İHTİLÂL HÜKÜMETLERİNİN MEŞRUİYETİ
“Bir ihtilâlin vuku bulması durumunda iki ayrı meşruiyet esası ortaya çıkar. Önceki anayasaya göre tek meşru hükümet önceki hükümettir. İhtilâl hukukuna göre tek meşru hükümet ise ihtilâl hükümetidir. Diğer devletler bu iki meşruiyet esasından birisini seçmek durumundadırlar.” (Jennings)
Ülkelerin siyasi tercihleri ve diğer menfaatleri bu gibi durumlarda farklı yorum ve görüşleri ortaya çıkarır.
Ocak 1917’de Kosta Rika’da “Başkan Gonzales” hükümetini devirerek idareyi ele geçiren “Tinoco” yeni bir seçim yapmış ve 1917’de kabul edilen bir anayasa altında idaresini 1919’a kadar sürdürmüştür. İngiltere ile daha sonraki Kosta Rika hükümeti arasındaki uyuşmazlık neticesinde, İngiltere Tinoco dönemini “iki yıl dokuz aylık süre içinde Kosta Rika’nın tek “de facto” ve “de jure” hükümeti olduğu, bu süre içinde iktidarında tartışan bir başka hükümet bulunmadığı gibi bütün ülkede halkın da rızası ile barış içinde idaresini sürdürdüğü” (Bishop Op. Cit.) gerekçesiyle meşru saymaktadır.
Beş Orta Amerika devleti arasında 1907 ve 1923 tarihleri arasında yapılan anlaşmalara göre (anlaşmalara taraf olmadığı halde ABD’nin de bu ülkelerle ilişkilerinde riayet ettiği bir kuraldır) darbe ve ihtilâl neticesindeki hükümet değişikliklerinin kabul edilebilmesi için “halkın rızası şartı” etkinlik şartının gerçekleştirilmiş olduğuna delil sayılarak esas olarak aranmıştır. Yani, sınırlar içinde seçimle ya da referandumla kendini kabul ettiren yönetim (başlangıçta darbe yahut ihtilâlle gelmiş olsa da) meşruiyet taşır.
- “Self-Determination” Milletlerin Kendi Kaderini Tayin Hakkı
“Birleşmiş Milletler Şartı” nın 1. maddesinin 2. maddesi ve müteakip 55. maddesi uyarınca “halkların hak eşitliği” ve “self-determination” (Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı) ilkelerinin yalnız sömürgeler için değil, bütün halklar açısından geçerli “evrensel” bir hak olduğu görüşüne iştirak eden başlıca devletler arasında ABD, İngiltere ve Fransa da mevcuttur.
“Self-Determination”, gerek “Birleşmiş Milletler Şartı”nda gerekse bütün insan hakları beyannamelerinde, belge ve sözleşmelerinde yer alan, ulusların temel haklarından biri ve hatta en önde gelenidir.
Günümüze kadar gelen “Birleşmiş Milletler” uygulamalarında “Self-Determination” prensibi, sömürge halklarının bağımsızlık kazanma çabalarının en güçlü dayanağı olarak kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Bu yaygın ve nisbeten tutarlı uygulama “Self-Determination” prensibinin sadece yol gösterici bir siyasi-ahlaki prensip değil, hak ve yükümlülük doğuran bir prensip niteliği kazanmasına yol açmıştır.
“Self-Determination” hakkını haiz olan ülkeler “BM Şartı”na göre iki kategoride toplanır;
1. kategoriye giren halklar; “(a) sömürge ülkeler veya kendi kendini idare edemeyen ülkeler veya (b) askeri muhasematın sona ermesi üzerine işgal altına giren bölgeler veya (c) vesayet altındaki ülkeler” halklarıdır.
2. kategoriye giren halklar; “sömürge veya kendi kendini idare edemeyen ülkelerden olmamakla birlikte, bir devletin egemenliği altında bulunup da devletin ülkesinden coğrafi bakımdan ayrı olan, etnik ve kültürel bakımdan farklı olan ülkeler” halklarıdır. (Bu tanım Çeçen Cumhuriyeti ve halkı ile tamtamına uyuşmaktadır


www.ufukotesi.com - 10 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.