Kumbaramıza her gün, bir önceki gün attığımızın iki katı para attığımız varsayıldığında, bir yılda, sayamayacağımız bir servetin sahibi olacağımız görülecektir... Deneyimize “bir milyon”la başlayalım:
İlk gün bir milyon, ertesi gün iki, üçüncü gün dört, ve bu böyle sekiz, 16, 32, 64, 128, 256, 512, 1024, 2048, 4096, 8192, 16384, 32768, 65536, 131072, 262144,
524288, 1048576... Daha 22. günde milyarı aştık...
AB “aritmetik özürlü” değil! Doğulunun “çocuk yapma” olgusunu iyi biliyor ve bilmem kaç yıl sonra oralarda ezici bir çoğunlukla boy göstereceğimizin bilincinde. Bu nedenle de şimdiden “özel bir statü”den, “referandum”dan vb. söz etmekte... Bizi yönetenlerin “zekâ özürlü” olmadığını varsaydığımıza göre, ortada karşılıklı bir “AB’ye alacakmış gibi yapmak - AB’ye girecekmiş gibi yapmak” durumu var... Tiyatro için “gibi yapmak sanatı” derler... Demek oluyor ki, ortada 70 milyona sergilenen bir tiyatro oyunu var...
“Hepsi bu kadar” olsaydı, oyunu izler, güzel güzel eğlenirdik... Gelgelelim, her geçen gün daha da ayyuka çıkan “oyun içinde oyun”lar onurumuzu-gururumuzu zedelemekte... Karen Fogg’larla başlayan Günther Verhaugen’lerle sürüp giden “güneydoğu müfettişliği”; arkamızdan çevrilen dolaplar; yüreklendirdikleri serserilerin yollara dökülerek Öcalan’a “af” isteyebilecek denli küstahlaşması; AB’nin sonu gelmeyen istekleri “oyunu izleyip güzel güzel eğlenme”mizi engelliyor... Sırada Rum Patriği’nin istekleri var, şu istek var - bu istek var, var, var...
Yalanla yönetilmek, son yıllarda “yazgı”mız oldu sanki... “Ekonominin iyiye gittiği”ne inananlar salt “tuzu kuru”lar. Enflasyonu yüzde 6’larda - 7’lerde gösterenler de, bakkala-manava adım atmayan aynı “tuzu kuru”lar... Enflasyon ölçümlerini beyaz eşya üzerinden yapanlar, milletin “günde üç öğün beyaz eşya yediği”ni sanmakta herhalde... Enflasyon ölçümlerinde baz alınan “başka şey”ler de var tabii. Bunlardan biri de dinamit. Çocuklarımızın gelişimi için her yemekten sonra bir kaşık yedirdiğimiz şey.
“İnsan hakları”ndan, “insanca yaşam”dan dem vuran AB’nin, Fakirlik sınırının -dört kişilik bir aile için- bir milyar olduğu bir ülkede, o ailenin “400 milyon”la nasıl geçindiği konusunda ağzını bile açmaması; “arsız”ın yanına bir de “ikiyüzlü” sıfatını eklememizi gerektiriyor... Bu ülkenin “mağdur”ları yalnızca güneydoğulular değil! Bizimle “son derece yakından” (!) ilgilenen AB’nin, yaklaşık 100 Türkmenin öldürülmesi ve benzeri konularda ağzını açmaması da, bizleri ne denli çok sevdiklerini-kolladıklarını kanıtlayan bir başka olgu... İşimiz Tanrı’ya kaldığı için, yazımızı o çok sevdiğimiz “temenni”yle noktalıyoruz:
Tanrı Türk’ü korusun !
|