Reymanca

 

Reyman Eray  

Anneme medyacı olduğumu söylemeyin,


Ne acı bir yazı başlığı değil mi? Tabii ki gazeteciliği “adam gibi” yapan meslektaşlarımızı -eskilerin deyimiyle- “tenzih” ediyoruz. Medyamızın giderek “hükümet yalakalığı” dozunu artırdığını; eğlence programlarındaki ucuzluğun ve “sıradan”lığın ana haber bültenlerine taşındığını; medya patronlarının giderek daha çok ticarete soyunduğunu “daha çok para / daha büyük para” peşinde koştuğunu gördükçe böyle bir başlık atma hakkını bulduk kendimizde...

Yirmi-otuz yıl önceleri, “iş”imizi soranlara, gururla, kıvançla (ve hafif bir böbürlenme havasıyla) “Gazeteciyim” derdik... Bugün aynı soruyla karşılaştığımızda “söylesem mi?” gibi bir ikircik yaşıyorsak; karşımızdakinin “Bu da işbirlikçi! Bu da çıkarcı! Bu da avantacı!” diye düşünebileceği korkusundandır... Dünyanın en güzel ve kutsal işlerinden birini bu duruma getirenler utansın!
Görsel ve yazılı basının ana görevlerinden biri, kişileri aydınlatmak, iyiye-doğruya yöneltmektir. Kitlelerin beğeni düzeyini oluşturan televizyonlar, biraz yukarıda durup halkı yukarı çekme “zor”luğunu üstlenmektense, “kolay”ı seçip, indikçe inmekte; sanki varoşlara ayna tutup “Sen busun! Bunu istersin! Al işte! Daha iyisi senin neyine!” demektedir. Reklam veren yontulmamış işadamı, ünlü komedyenin “Aha”lı-“Oha”lı, “Nah!”lı-“Çüş”lü filmlerini pek beğendiğinden, haftanın birkaç günü çocuklarımız bunları yeniden-yeniden izlemek durumunda kalır... Gene de bu, medyanın verdiği zararın “en küçüğü”dür.
Ya büyüğü? Hiç sormayın!
Örneklerden biri Kıbrıs... Hükümet, halkı için aslanlar gibi direnen Denktaş’a değil, ülkesinin küçülmesini-zayıflamasını çoktan göze almış olan Talat’a omuz vermiş durumda... Medya, hükümeti uyarma görevini yerine getireceğine, “körlerle sağırlar birbirini ağırlar” oyununu oynamakta... Yavru vatanın durumu böyle de, “anavatan”ın durumu daha mı iyi?.. Türkiye satışta... İçerden-dışardan birileri “bu satıştan nasıl bir kazanç elde edebileceği”nin hesaplarını yapmakta... Türkiye, dünya tarihinin hiçbir döneminde böylesine “boyun eğici” olmamıştı ve gazetecilik hiçbir dönemde böylesine “yalaka”lığa dönüşmemişti... Meslekteki ağabeylerimiz anlatırdı: Bâbıâli’nin gazete patronları-yönetmenleri birer “edebiyatçı”ymış. “Holdingci” değil! Karnını simit-çayla doyurmak pahasına, “çıkar”dan uzak durmayı bilen bu ilkeli adamlar, kalemini kırar, gene de satmazmış...
Dünyada ilk örnek olan “hızlandırılmış (!) tren”, popülizm uğruna, siyasal şov uğruna sefere konduğunda, bilim adamları “Olmaz böyle şey!” demişti... Bu karşı çıkışları kimse iplemedi ve kaza “geliyorum” diye diye geldi; onlarca kişi yaşamını yitirdi. Sorumlular hâlâ görev başındayken, işbirlikçi medyanın büyük katkılarıyla “gerçek suçlu” hemen bulundu ve ilan edildi: Makinist!
Gazetecilik bir kez daha sınıfta kaldı; çünkü “asli” görevi, başta İçişleri Bakanı olmak üzere, tüm “yetkili”leri istifaya zorlamaktı... Bunu yapabilmek içinse, hükümetten ve hükümetin “Maliye”sinden korkmayan sapasağlam medya kuruluşları gerekirdi...


www.ufukotesi.com - 09 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.