Milli Sıtrateji

 

Dr. Alptürk Ünlü  

Hakimiyet Düzleminde, Düşünceler...


Mücadele edilen alanda, size rakip olanların ya da size karşı kötü niyet besleyenlerin, kısaca düşmanlık edenlerin, kuvvet ve güç durumunu bilmekten ziyade, karşınızdaki o malum kuvvet ve güçlerin işletilmesine engel olmak, en büyük başarı olur ve bu durum sizi, mücadelenizde kesin bir zafere götürür. Tüm savaşların, her çağ ve ortamda kazanılmasındaki en pıratik güzergah ve geçerli olan yol budur. Düşmanı tanı, bil ve ne olursa olsun onun hareket yeteneğini daralt!..

Yok eğer, karşınızdakini çok güçlü olarak nitelerseniz ve bu pisikolojide hareket ederseniz/ettirilirseniz, daha işin başında yenilgiye mahkum olmuşsunuz demektir. Aslında dünya hakimiyet sürecinde, böyle bir pisikoloji sürekli olarak kamuoyuna pompalanır. Şu anda da Türkiye’de bu pisikoloji yaygın bir şekilde işleniyor...Bu işleyiş sürecinde hedeflerin saptığı ya da saptırıldığı da oluyor...

Örneğin dayanışma ağındaki Siyonist-Masonik anlayıştaki Yahudilerin zincirleme ilişkileriyle, bu ilişkilerindeki her türlü faaliyetlerinin, sanki yenilemez bir güç gibi gösterilmesi pozisyonun da, bu çeşit faaliyetlerden olduğunu bilmemizde ve anlamamızda fayda vardır. Siyonist cephenin ve onun çıkarbaz müttefiklerinin geliştirdiği ve uyguladığı yöntemlerin tüm boyutlarını anlamayan insanlar için, teslimiyet, ilgisizlik, bilgisizlik ya da yanlış hedefler peşinde koşma/koşturulma en geçerli yol olarak belirmektedir.

Kaldı ki bu dünyada, Siyonistlerin böyle bir yenilmezlik gücü olsa, o zaman hiçbirimizin ne dinsel inancının işlevi kalır, ne de her hangi bir milli kurtuluş mücadelesinin anlamı olur. Üstelik onlar, yenilmez güç olduklarını bilseler, kendi insanlarına daha çocukluktan itibaren “seçilmiş millet” palavrasını kafalarının içine sıka sıka yetiştirirler mi? Onlar gerçekten yenilmez bir güç olduklarını bilseler, dünya üzerinde herkese kendilerini güçlü gösterme ihtiyacını duyarlar mı? Sömürü ve talanlarını yapmak için, değişik ülkelerde başka başka orijinden insanlar yetiştirirler mi? Hitler’in olmayan kadavrasını ve gölgesini dahi, tüm dünyaya sürekli öcü olarak lanse ederler ya da ettirirler mi?Yenilmez güç olduğu palavrasını sıktıranlar, nedense kendilerini “Faşizm” edebiyatında olduğu gibi zaman zaman “Mazlum Yahudi” rolüne de yatırılırlar.

Kısacası, Siyonistlerin dünyamızdaki bir oyunu da, rakip olabileceklere karşı kendilerini yenilmez bir güçmüş gibi göstermeleridir. Dünyadaki sıradan ve kendileri için tehdit pozisyonu oluşturmayan insanlara karşı da mazlum ve ezilmiş rolüne yatarlar. Yukarıda gösterdiğimiz “Faşizm Edebiyatı” bunun en somut, en kalıcı ve en çok iz bırakanı ve de insanlar üzerinde gerçekten de etkili olanıdır.

Eğer insanlar, sadece geçmişlerine bir yapıştırıcıya bağlanmış gibi kalırlarsa, orada bir art niyet aramak lazımdır. Örneğin Yahudi ve Ermenilerin soykırım iddialarında olduğu gibi...Ya kızılderililer ne yapsın? Ermenilerin de devleti var, Yahudilerin de...Kızılderililerin var mı? Onların da, sabah akşam Anglo-Saksonları lanetlemeleri gerekmez mi? Ona gelince hay hay, buna gelince vay vay! İşte batının meşhur ve malum çifte sıtandartlı demokrasisine güzel bir örnek değil mi? Tabi bu politikaların başındaki yön tayin eden Siyonist cephenin mimarları olan Hiram ustalar da unutulmamalı! Unutulursa ya da görmezden gelinirse ne olur? Bugünkü dünya da yaşanan adaletsizlik, kaos ve kargaşa olur...



YENİLMEZ GÜÇ YOKTUR!
Bizler ve bizler gibi düşünenler de, bu malum güçlerin dünyadaki bugünkü konumunu, elbette çok iyi bilmekteyiz. Bunun için sürekli olarak, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı tehlikesine işaret ediyoruz. Bu işaret etmedeki somut gerçek, onların yenilmezliği üstüne değil yenilebilirliği üstünedir. Öyle de olmak zorundadır. Bu hem ilahi iradenin gereği olmalıdır; hem de milli yapımızın ve soyumuzun yarınlara doğru, daha sağlıklı bir biçimde sürmesi adına da gereklidir.

Karşımızdaki kuvvet ve gücün durumunu algılamalıyız ve bu aşamadan sonra, o gücün etkilerini kırmak için mücadele yöntemleri geliştirmeliyiz. Böylesi şartlar için yapılması gereken en gerçekçi yöntem budur. Tarihi süreç, bu gibi örneklerle doludur. Sultan Alpaslan, Bizans hükümdarı Romen Diyojen’in sayıca üstün olan gücünü algılayıp, ona göre sıtrateji belirlemeseydi, Malazgirt’teki zaferi kazanabilir miydi? Ya gelmiş geçmiş en büyük Türk denizcisi olan Hızır Hayreddin (Barbaros) Paşa, Andrea Dorya’nın donanmasının büyüklüğünden, kendi komutanlarının ürktüğü gibi bir davranış içersinde olsaydı, günümüzde Pireveze zaferi diye anılan bir faaliyet bulunur muydu? Ya Mustafa Kemal, dört bir yanı sarılmış bir ülkenin şartlarında, düşmanın ezici gücü ve kuvvetini sürekli olarak kafasına taksa, galibiyeti sağlayabilir miydi?Bu ve bunlara benzer, tarihimizde ve dünya tarihinde yüzlerce örnek verilebilir.

Zafere engel olan içimizdeki şeytanları da bilelim, dışlayalım. Onların ekonomik, politik faaliyetlerinin de önünü keselim...Yoksa mücadelemiz, Don Kişot’un değirmenlere saldırmasından farklı bir noktadan öteye gidemez. Bizler için en büyük engel; ne şu ülke, ne bu ülkedir...Bizler için en büyük engel; ne şu halk, ne bu halktır...Bizler için en büyük engel, içimizdeki çapsızlardır. Bu çapsızların sayesinde, tarihimizde, amatör kümelerden yukarı çıkamayacak kişiler, en üst makamlara kadar çıkmaktadırlar. Bizim çapsızlarda ne gurur vardır, ne de onur!..Bizler, içimizdeki çapsızların kim olduğunu belirlemeden, onları dışarıya ya da çapları yetecek yerlere postalamadan, hiçbir şansa, kısmete ve hedefe sahip olamayız....
Bizler, yaşadığımız süreçte, belirlediğimiz temel hedefin ve yedek hedeflerin, acaba gerçekten ne olduğunu biliyor muyuz? Bu hedeflere giderken, yürüdüğümüz yol ya da önümüzde yürüyen kişiler, o hedeflerin sosyo-ekonomik, sosyo-politik, cephesini tarihsel düzlemden bugüne ve bugünden yarınlara ışık olacak şekilde anlamış ya da kavramışlar mıdır? Yoksa hamasetin dar gelen kafesinde, bülbül gibi şakırken, günümüzü ve önümüzü mü tıkamaktalar? Bana göre tıkamaktalar...Niçin bunu yapmaktalar? Derim ki, toplum hayatında insanlara belirli görevler düşmekte ya da verilmektedir. Bazılarının görevi de, milliyetçilik adına tıkaç olmaktır...Onlar da, o görevini layıkıyla yapıyorlar(!) Bunu nereden anlıyoruz? Gayet kolay! Bakınız, Türk Dünyasının haline!.. Bakınız, Kıbrıs’a, bakınız Irak’a... Eğer, hiçbir yere bakamıyorsanız, önünüze bakınız...Neredesiniz? Orada kimler var? İyi bakınız! Göreceksiniz, sözde milliyetçi,-milliyetsiz, sağdan-sola, ortadan en derin yola, bütün çapsızlar, hırsızlar ve tıkaçlar ele ele vermiş halay çekiyorlar...Rahatları yerinde, mal-mülk sorunları yok...Bu dünya, nimetleri ve bütün değerleriyle onlar için ideal bir cennet; külfetleriyle de Türk milletinin bireylerine tam anlamıyla bir eziyet yeri... O malum gurupların, kişilerin, kuruluşların, millet veya Türk diye bir dertleri de yoktur...Bazıları, işin sadece kamuflajında, arada bir belirlenmiş bazı cilalı sözleri sayıklayarak, dar sahada geri pası yapmaktan öte, bir şey de yapmıyorlar...

ABD’ de ki bir insan ile sizin aranızdaki farkı düşünün. Aslında çırılçıplak kaldığınızda, boy ve kilo dışında pek farkınız yoktur. Eğer erkekseniz siz sünnetlisinizdir; o Hıristiyan ise sünnetsizdir. Bir de onlardan zenci olanlarının, ırki özelliklerinde belirgin farklar daha keskindir. Siz de yer, içer ve tuvalete gidersiniz. O da...Peki fark nerededir?..Sömürüdedir!.. Hayatı kullanmadadır. Yaşamdaki sıtandartlarda ve kalitededir. Daha, neler var neler!.
Eğer tarihi iyi biliyorsanız, bazı şeyleri çok kolay anlarsınız. Eğer bilmiyorsanız, araştırıcı olun, olayları aklınızda tartıp değerlendirin. O zaman şunu göreceksiniz: bazıları için sömürü arttıkça ne yazık ki yaşam seviyesindeki kalitede yükseltilir; bu çeşit uygarlığın yükselmesiyle, teknoloji artar ve hizmet genele daha çabuk yayılır ve böylece sömürü tamamen genelleşmiş olur...Genelleşmiş sömürü de tekelleşmiş kuruluşlar ile tespih tanesi gibi dizilen belirli bir millet (Yahudi) aslan payını doğrudan ya da dolaylı yoldan her zaman ön pilanda alır. Nerede? Her yerde? Örneğin: Türkiye’de, İtalya’da, Rusya’da vs. yerlerde....
Bu sözleri ister bir yere yazın, ister hafızanıza...Sonra tarihi düzleme bakın ve günümüze...Demagojinin ve hayallerin dümenine asılı kalmayın...Sizi, ve çevrenizi uyutan, uyuşturan, yoldan ve hedeften çıkartanları tanımaya ve de tanıtmaya çalışın. Akılcılığın ve gerçeğin serdümenliğini yapın. Her önünüze gelen dolmuşa binmeyin, seçici olun. Bu seçiciliği de aklın yolu ve anlayışı ile pekiştirin. Günümüzde bu tür faaliyetleri, bizim dediğimiz gibi yapmayanlar ve beceremeyenlerden bazıları uluslarüstü hakimiyet güçlerine “uşak olduğunu bilmeden, uşaklık yapıyorlar.” Bir kısım insan da; nasıl, ne şekilde ve kimin kucağında yaşadığının bilincine varamadan, yaşayıp gidiyor...Bu bilgisiz ve ilgisiz kişi ve yığınlar, kelimenin tam anlamıyla bilinçsizler tayfası, dere yatağında durmayan su gibi, sel olup, bizler gibileri de beraberinde sürüklüyorlar! Aynı “Kurunun yanında yaşın yanması, yakılması” hikayesinde olduğu gibi!..Yanlışlığın özünde durduklarını, bulunduklarını göremeden, o yanlışın özüne kaynak olmayı anlayamadan, yanlışlık yolunda ayak yoluna düşüp gidiyorlar: Genç-ihtiyar, kadın-erkek her ne ise, iyi düşünmeli, yolu ve yordamı ona göre algılamalı, algılatılmalı. Bu görev Türk aydını olduğunu söyleyebilen ve gerçekten de aydın olan her Türk insanına düşüyor...


www.ufukotesi.com - 08 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.