Bamteli

 

Aydil Erol  

Yazı Yazmak Üzerine


“Yaz!..” diye başlıyorlar, devam edip soruyorlar: “Niçin yazmıyorsun?..” Yazıyı okuması birkaç dakika; ya yazması?!! Evet yazmalı, yazmalı ama ne yazmalı ve nasıl yazmalı; neden söz etmeli?.. Lâf kıtlığında asmalar budayıp, İspanya’da şatolar kurup, işkembe-i kübradan atıp bütün dünyayı güldürüp, ele güne rezil mi olmalı?.. Yoksa bugünkü yazınıza on yıl sonra imza atamayacak olduktan sonra niçin yazıyor ve neden yayınlıyorsunuz?... Odun bile kesseniz “Bu kapıdan içeriye odunun bile eğrisi giremez!” deyip onu bile severek, isteyerek keseceksiniz.

Kaldı ki yaptığınız ‘yazı yazmak’ gibi kutlu bir iş. Bugünlere seslenmek, yarınlara kalabilmek gibi bir endişeniz olmalı; değil mi?.. Bu sorumluluğu göze alabiliyor musunuz?.. Takım değiştirir gibi sık sık fikir değiştirmenin “gelişme” olduğunu iddia ederseniz, bu işe önce kargaların güleceğini de unutmamanız gerektir.

Kimi kişilerin yaptığı gibi “Ben erdim!.. Ben uçtum!..” kuruntularına kapılmanın, “havalara girme”nin hiç mi hiç gereği yoktur. “Amerikalar”da tedavileri devam etmekte olan pek muhterem, pek fadıl Fethullah Hoca Efendi Hazretleri varken; Kuran’ı yüzünden bile okuyamayan şıh bozuntuları; Kalkancılar, Kılıççılar; Gündüzler, Geceler;Yalman’ın yağcısı Üzmezler, Üzülmezler, Büzülmezler; “inanmış mümin” diye yazan Dili paklar dururken “ermek” veya “uçmak” kimin haddinedir?..

“Yazar müsvedde kullanmaz!” sözüne de aldırmamak lâzım gelir; zira öyle olsaydı Ahmed Haşim (Ona ‘Arap’ diyenlerin dilleri kopsun; kalemleri kırılsın!..) gibi bir şair fıkralarına saatlerce emek verir miydi?..Yahya Kemal’in “Mısra benim haysiyetimdir” deyişi gibi, imzanız da sizin haysiyetiniz olacağından ona saygı göstermek durumundasınızdır.
Evet, ne yazmalı? Altan biraderlerin çetin pederlerinin sık sık yaptıkları gibi 20-30 yıl önceki yazıları tekrarlayıp “Ey okuyucu bak ve gör!.. Ben ne uzak görüşlü bir âdemim… Bugünleri taaa o zamandan görmüşüm….” diye kasım kasım kasılmalı mı?... “Sır kâtibi”ni “Ser kâtibi” diye okuyup yazan Nazım Hikmet gibi “Hece vezni”yle “Rübailer”(!) mi yazsam?!!

Bazı kişilerin yazılarının çıkmadığı gün karıları kendilerini eve almıyormuş!.. İş böyle olunca ne yapsın garibim, saksofondan Merzifon’a, diyafona, mikrofona; davlumbazdan madrabaza, hokkabaza, fetbaza; Kumburgaz’dan Kemerburgaz’a, Yarımburgaz’a, Çiftburgaza; Hanya’dan, Yanya’dan, Konya’dan, Tonya’ya, somyaya, Sonya’ya (Sahi ‘Sonya’ kimin nenesiydi? Mesut Yılmaz’a sorsak bilir mi!..) yazmadığı, kalem oynatmadığı konu kalmıyor. Yeter ki lâf olsun, kâğıt dolsun; ciddiye alan çıkmazmış ne gam!.. Geceyi sokakta geçirmesin, yeter de artar bile!.

Rahmetli Tarık Buğra yazmak konusunda şunları söyler (Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken Neşriyat): “Dükkân kapısı hak kapısıdır; dükkânınızı günün belirli saatinde açınız. ‘İlham perisi’ mi; o âşüfteye yüz vermeyiniz!...” vd. Bu noktada, bu satırların yazıcısının içten kanaati de şudur: “Yazacağım!” diye oturacaksınız; biraz sonra da “Yazdım!” deyip kalkacaksınız…Meselenin Kristof Kolomb’un yumurtasından pek farkı yoktur.

Şimdi ne yapsam, ne etsem; müzmin ve muannit Nobel namzedi gibi “Haydar ustanın yaşlı, küheylân atı”, “Elâ gözleri zeytin tanesi gibi kara, iri ve güzeldi” mi desem?.. “Ata Senfoni” yazan Üstad gibi (atın ‘doğurmadığını’, ‘kulunladığını’) unutup “Seni doğuran kısrak utansın” diye mi yazsam?..

Nedendir bilinmez: Günümüzde Pakizeler Suda yazar, Mustafalar “Var mı benim gibisi!!!” diye Keser oldu… Trilyonluk tanıtımlara, durakları afişlerle doldurmalara rağmen Orhan’ın sesi Kar’da kısıldı, Pamuklar dağıldı gitti…

İkinci dilimiz ve öz sanatımız olan Türk Musikisine “alaturka” demekte beis görmeyen, “Tarihin Arka Penceresi”yle meşhur, meşgul ve meşbu Bardakçızade Tamburcu Murad Çelebi misillü, Taksim’de bir apartmanda hayata gözlerini yuman Dr. Rıza Nur’un “Sinop’ta öldüğünü” mü keşfetsem (?!!)

Çok okumalı, az yazmalı, çok daha az yayımlamalı; titizliği elden bırakmamalı; bir gün sigaya çekmek için bir Molla Kasım’ın geleceğini de unutmamalı.

Yabancı yazarın biri bir meslektaşına yolladığı mektupta “Vaktim olmadığı için uzun yazdım.” demiş; bunu da her zaman hatırlamalı.

Pehlivan tefrikası gibi yazıları yazandan başka kimin okuduğu, uzun uzun konuşanları kimin dinlediği belli değildir. Marifet ve maharet az yazıp öz yazmak, az konuşup öz konuşmaktır; yoksa çarşaf gibi yazılar döktürmekte, saatlerce konuşup hiç bir şey söylememekte değildir. Hayvanın yularından, insanın ikrarından yakalandığı da akıldan çıkarılmamalıdır.



Patlıcanlar

Yetkilinin bir konuşmuş:
— Bu yıl patlıcanlar denize dökülmeyecek…
Şeytan da sor diyor:
— Acaba ne yapacaklar?..

İşin doğrusu
Yüzlerce, daha doğrusu binlerce haberden biri:
ABD’de Harward üniversitesinde yaptığı masterle 24 yaşındaki Burak Bacıoğlu adındaki Türk genci kendisinden “dâhi Türk” diye söz ettiriyor. Hemen her gün bu tip haberle karşılaşıyoruz… Siz bunlara bir de NASA’da çalışan Türkleri ekleyiniz.
Şimdi sormak farz oldu:
— Aptal olan bu millet mi… Yoksa onu söyleyen yüzsüzler, densizler; keçi hırsızları, Mark Twain’den apardıkları hikâyelere imza atanlar mı?!!



Temeller

Her gün birbirinden önemli eserler veren yayın danışmanımız; kanımız, canımız, Ali Osman Öz can hocamız konuşuyor:
--RCE bir dünya rekoruna imza attı. Sa’y’i meşkûr, yaptığı mübarek, tuttuğu altın
ola!
--Nedir o?
--139 (yüzotuzdokuz) temel attı.
--Evet!
Hocamız, muzip muzip baktı. Gözlüğünü düzeltip devam etti:
--Yaklaşık 30 yıllık mesele. Aziiiz ve muhterem hoca efendi hazretleri de aşağı
yukarı aynı yerde temel atmışlardı.
--Ne var bunda!..
--Ne mi var!.. Adı Hayrettin Ünsal’dı galiba… Bir milletvekili, hoca efendinin
temelini arabasının yüklüğüne (bagaj) attığı gibi Ankara’ya getirdi.
--Şimdi?..
--Merak bu ya; bekliyorum: RCE de aziiiz ve muhterem hoca efendinin şakirdi
olduklarına göre temellerini başkente kim getirecek?!!


Mani

Başımıza gelenler
Hep o akılsız baydan
Kemal Çapraz diyor ki:
“Türkiye çıktı raydan”

Horyat

Türk menem Türk menem
Oğuz menem, Türk menem
Haklarını isteyen
Iraktaki Türkmen’em.


Mâniler

Mânileri yazarız
Gelse ilham perisi
Birkaç sözle taşlarız
İşin kolay gerisi

Uzun söze gerek yok
İşin böyledir özü
Istanbul’u bozanın
Kör olsun iki gözü…

Dağları aşarsınız
Sözüme şaşarsınız
Yiyip içip gezmeyin
Beğ gibi yaşarsınız

Niçin yanmış köz böyle
Bir güzelce söz söyle
Gereksiz kelâm etme
Az söyle ve öz söyle…

Duymadılar sireni
Yapmadılar fireni
Mezar etti herifler
O güzelim tireni…


www.ufukotesi.com - 08 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.