Geldiler... Büyük Ortadoğu Projesi uğruna, ülkemizi ziyaret ettiler.
Aman onların gelişi ülkemiz için ne büyük bir şerefti (!) Çünkü efendim, onlar geldiğinde hem dünyada itibarımız artacaktı (!), hem zirvede isteklerimizi söyleyip dünyanın patronlarından çözüm sözü alacaktık. Hem turizm patlaması yaşanacaktı vs vs...
Eğer “ufak at da civcivler yesin” demeseler, neredeyse bu zirve sayesinde işsizliğe bile çözüm bulacak, ekonomik dengeleri rayına oturtacak, tarım ve hayvancılıkta büyük ilerlemeler sağlayacak, eğitimde büyük devrimler yaşayacak, üniversite sınavında açıkta kalan her beş öğrenciden dördüne çözüm (!) bulabilecektik...
Gelenler dünyanın patronlarıydı... Hem dünyanın hem bizim... Yani bir bakıma yarı teftişe çıkıyor sayılabilirdik. Bizimkileri aldı bir telaş... Halka bir sıkıyönetim ilan etmedikleri kaldı.
Ellerinden gelen her hüneri sergilediler. Örneğin bizim kendimize ait bir saray kültürümüz yokmuş gibi, Başbakanlık ofisimizi Oval ofise benzetmeye çalıştılar. Aman Bush kim bilir ne sevinmişti (!) Hatta belki kendini Beyaz Saray’da bile zannetmişti.
Sonra folklor adına mehter, davul, çengi elimizde ne varsa çıkartıp, oynatıp söylettiler.
Kendi zavallı halkımızın parasız asla gezemeyeceği tarihi ve turistik mekanları onlara beğendirmek için can attılar.
Kendi kültürel yemeklerimiz yerine özenti ziyafetler sundular.
Gelip geçecekleri yollarda, belediyecilikte eşi benzeri görülmemiş çabuklukla alt yapı üst yapı her türlü hizmetler bir anda tamam oldu. Meğer istendi mi, ne de çabuk oluyormuş her şey...
Zavallı halk, terör ve güvenlik sebebiyle, bana göre bahanesiyle bu dünya baronlarından uzak tutuldu. Aman onlar halkın ne halde olduğunu görmemeliydiler... Çünkü içlerinden ola ki vicdanının sesini dinleyen biri çıkar da bizim, masallardaki kül kedisi misali hayat süren yöneticilerimize şöyle diyebilirdi:
“Beyler siz borçlu ülkenin yöneticilerisiniz. Halkınızın hali ise ortada. Emeklileriniz banka kuyruklarında sürünüyor, halk bu sıcakta otobüslerde, tramvaylarda, vapurlarda koyun gibi üst üste doluşmuş seyahat etmeye çalışıyor. Sokaklar işsiz insanlarla dolu. Siz bu halkın parasını nasıl bu kadar rahat ve cömertçe harcayabiliyorsunuz? Böyle bir ülkenin başında olup, böylesi lüks bir hayat sürmek, sizin geleneğinizle bağdaşıyor mu?”
O zaman bizimkilerin karizmaları çizilebilirdi. O bakımdan halk, Türkiye’nin öteki yüzünü göstermemek için o güzergaha sokulmadı... Aman iyi de oldu. Devletimizin makyajı bozulmadı.
Karadan, denizden, havadan her türlü güvenlik emre amade oldu... Bütün buna rağmen “Nato’ya hayır!” diye bağıran bir grup afacan gençliği de coplarla kovalayıp, biber gazıyla haşladılar.
Bu arada borçlu ülkenin borçsuz yöneticileri, devletin zirvesi olarak, ev sahipliği telaşında bile asli görevleri olan birbirleriyle restleşmeyi unutmadılar.
Cumhurbaşkanı sanki nasıl bir yönetim olduğunu bilmiyormuş gibi, Bush’a bu ülkenin laik olduğunu söyledi. Davet ettiği yabancı misafirlerin eşlerine ayıp olma pahasına da olsa kamusal alana türbanı sokmadı. Erdoğan da, smokini giymedi... E olacaktı o kadar... Burası Türkiye’ydi...
Derken, NATO zirvesi toplandı... Büyük büyük (!) kararlar aldılar... Her neyse, kararlar bir karara bağlandı...
Ardından yetkililerimizin sırtı sıvazlanıp yağlandı. Yemekler mideye yuvarlandı... Etrafa gülücükler yollandı... Derken efendim, Corc geriye ülkemize çişini bile bırakmadan gitti...
Bize bu zirveden ne mi kaldı?
Yine bir avuç tatlı söz... Temenni... Gönül alma kaldı...
En enteresanı da, basınımızın düştüğü komik haldi. Öyle ismi açıklanmayan bir yetkiliden (!) haber uçurup manşet de çekemediler. Herhangi bir bilgi sızdırmaya da çapları yetmiyordu... Dolayısıyla bu tarihi ve de zahiri zirve hakkında hem kendilerini tatmin, hem okuyucuyu oyalama adına, masa başı haberciliğe yöneldiler. İşin magazinsel boyutu her zaman alıcı buluyordu... Kimi liderlerin kılık kıyafetinden söz etti. Kimi protokol adabından, kimi baba Bush’tan, kimi Clinton’dan vs.
Böylece bir zirve daha son buldu.
Türkiye’nin sorunları mı?
Canım adı üstünde onlar Türkiye’nin sorunu.
Ne zannettiniz ya... Üç günlük ağırlamayla sorunların üstesinden geleceğinizi mi sandınız? Ah canım benim bir bilseniz...
Herkes ülkesinin geleceğinin derdine düştüğü bir global paylaşımda, kim bakar senin kaşına gözüne, kim bakar ofisinin ovaline düzüne...
Ah bir bilseniz...
|