Halk sözlerimizin en manidarlarındadır “Dağdan gelip bağdakini kovmak” sözü. Şimdi bu da nereden çıktı demeyin sakın! Son yerel seçimlere göre tescilli hale geldiklerini böbürlenerek anlatan siyasal iktidarımızın söylemleri ve icraatları dikkate alınırsa bu sözü neden pek sever olduğumuz daha bir net anlaşılacaktır.
Kıbrıs’ta “Evet” demek için kendi tabirleri ile bütün “marjinal” çevreleri karşılarına alanlar, hatta bu uğurda bir ömrü ve daha pek çok şeyi bu yolda feda etmiş olan Rauf Denktaş’ı bile hain ilan edenler, yine Nesrin Topkapı’yı utandıracak tarzda bir kıvırma operasyonuna girmişlerdir. |
Muhteremler, ağa babalarının direktifleri ile Türk kamuoyuna hayır demeleri durumunda Rumların dünya kamuoyundan tecrit edileceğini, KKTC’nin ise derhal tanınacağını, kredilerin serbest bırakılacağını, kotaların kaldırılacağını söylemiyorlar mıydı? Ne oldu diye sorsak ayıp eder miyiz? Peki birlikte “evet” deseydik ve onları hayalleri bizim ise kabuslarımız gerçek olsaydı ne olacaktı? Toprak vererek azınlık durumuna düşmüş olan Türk kesimi nasıl bir kazanç elde edecekti diye bir soru sormak herhalde çoğunuz için saçma gelecektir? Durum bu iken, bu işin kazançlı tarafları bakın nelermiş: Meğer ABD artık KKTC ile başbakanlık düzeyinde görüşmeyi kabul edecekmiş, yani biz bir bağımsız devlet ortaya çıkarmışız. Bir sonraki dönemde zaten aday olmayacağını açıklayan ve ılımlı politikası ile kendi mirasçıları olarak Talat’ı ve Serdar’ı gören Rauf Bey, niye muhatap değildir? Sayın Denktaş ne kadar olumsuz bir insandır da pek muhterem Powel muhatap olarak Talat’ı kabul etmiştir. Uzaklardan gelen şu sesi siz de duyabiliyor musunuz? “Bu şarkı burada bitmez!”
Muhterem başbakanımız kayıtsız şartsız teslimiyet için gerekli zemini hazırlamak üzere leyleği havada görmüş misali bir ABD bir İngiltere yaparken Kıbrıs meselesinde de karşı karşıya geldiği ulusalcı çevrelerin AB senaryoları ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) karşısındaki sağlam duruşlarından duyduğu rahatsızlığı kendi üslup(suzluk)u ile yorumlamaya devam ediyor. Marjinal çevrelere karşı verdikleri mücadelenin devam ettiğini çoğu İngiliz olan gazetecilere açıklarken mesajı aynı zamanda MI5/MI6-CIA-Pentagon üçlüsüne de veriyor olmasın. Strateji satır aralarında gizlidir çoğu zaman, ama stratejiniz yoksa ve siz alelacele bir şeyleri kotarmak istiyorsanız, satır arasına filan ihtiyacınız yoktur şüphesiz. Öyle pat diye söyleyiverirsiniz. Sonra da ağabeylerinizin tebrikleri kabul etmek üzere ayaklarına gidersiniz.
Marjinal kelimesi “toplumla bütünleşemeyen, toplumun değer yargılarına aykırı hareket eden” demektir. Eğer toplumun çıkarları, ulusal çıkarlar peşinde kelle koltukta koşan insanlarla çelişiyorsa bu, çok da şaşırılacak bir durum olmasa gerek. Tabii gerçekten de öyleyse. Bizim tarihimiz marjinal çevrelerin eylemleri ile doludur; Mustafa Kemal Atatürk son yüzyılın en büyük marjinali değil midir? Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarının Anadolu’daki eylemleri karşısında rahatsızlıkları had safhaya ulaşan İngilizlerin saraya fetvalar yayımlatması bu büyük marjinalin en önemli ivmesi olmamış mıdır? Bununla da yetinmeyen İstanbul hükümeti Kuvayı İnzibatiye’yi kurup Anadolu’da marjinal avına çıkmamış mıdır? Belki unutanlar vardır diye biz kısaca hatırlatalım: Kuvayı İnzibatiye, Damat Ferit hükümetinin İngiliz desteği ile kurduğu düzenli askeri birliklere verilen isimdir. Kuruluş amacı, 18 Nisan 1920 tarihli hükümet kararnamesinde şöyle açıklanmıştır: “Devlet yasalarını uygulayan hükümet memurlarını zor kullanarak görevlerini yapmaya engel olan Kuvayı Milliye adını taşıyan eşkıyaları tepelemek için Kuvayı İnzibatiye, devletin silahlı kuvvetidir. Bu kuruluş Hariciye ve Dahiliye bakanlıklarına bağlı olacaktır.”
Kuvvetlerin oluşturulması için o günün parasıyla 2 milyon lira harcanmış ve kuvvetler bizzat sadrazam Damat Ferit tarafından idare edilmiştir. Bir süre sonra söz konusu kuvvetlerin başına meşhur (!) Ahmet Anzavur getirilir.
Atatürk bütün bu olup bitenleri şöyle yorumlamıştır: “Bir yandan dini politikaya alet ettiler. Anadolu’yu kurtarmak isteyenlere idam hükmü verdiler. Halkı bilinen dini bildirilerle birbirini öldürmek için kışkırttılar. Bir yandan da bazı aşağılık kişilerin ceplerini doldurarak, onları Kuvayı İnzibatiye veya Hilâfet ordusu adıyla üzerimize saldırttılar. Temiz ve suçsuz halkı birçok uydurmalarla aldatarak, içte yer yer isyan ateşleri yaktılar.” [TBMM’nin 1. yasama yılı açılış konuşmasından. 13 Ağustos 1923]
Bu da yetmemiş Ankara’da birinci meclisin açıldığı 1920 senesinde Anadolu’daki bu marjinallere karşı çok sayıda ayaklanma tertip edilmiştir:
*Birinci Düzce Ayaklanması (13 Nisan-31 Mayıs 1920) Marmara Bölgesi-İngiliz destekli.
*Zile Ayaklanması (14 Mayıs-12 Haziran 1920) Sivas ve çevresi-Çerkez katılımlı.
*Cemil Çeto Ayaklanması (20 Mayıs-7 haziran 1920) Güney Doğu –Fransız ve İngiliz destekli, Kürt katılımlı.
*Çapanoğulları Ayaklanması (15 Mayıs-27 Ağustos 1920) Yozgat-İstanbul hükümeti destekli.
*İkinci Yozgat İsyanı (5 Eylül-30 Aralık 1920) Yozgat- İstanbul hükümeti destekli, asker kaçakları katılımlı.
*Milli Aşireti Ayaklanması (1 Haziran-8 Eylül 1920) Güney Doğu-Fransız, İngiliz ve Ermeni destekli.
*İkinci Düzce Ayaklanması (19 Temmuz-23 Eylül 1920) Düzce ve çevresi -Yunan destekli.
*Delibaş Mehmet Ayaklanması (2 Ekim-15 Kasım 1920) Konya ve çevresi – İngiliz destekli.
*Demirci Mehmet Efe Ayaklanması (1-30 Aralık 1920) Isparta ve çevresi-Çerkez katılımlı.
Amacımız kimseye tarih dersi vermek değildir; ama şu meşhur “marjinal” sıfatının çok da kötü olmadığını anlatmaktır muradımız.
BOP (Büyük Orta Doğu) projesi sıkça telaffuz edilirken hatta Diyarbakır’ın yeni konumu bile bu projeye göre düşünülürken “sözde” bağımsız Türkiye Cumhuriyeti taşeron olarak kullanılmak istenmektedir. Dikkat ediniz lütfen, BOP’un ilerideki uzantıları ile ilgili bir kaygıları yok; sadece bu ütopyanın gerçekleştirilmesi yolunda gerekli teknik ve istihbari destek konusunda topraklarımıza konuşlandırılmaya çalışılan ABD askerlerini kamuoyuna anlatabilmenin formüllerini arıyorlar. Burada işe ekonomi karışıyor ama malumunuz kriz söylentileri yapmak artık bir cezai yaptırımı beraberinde getiriyor. Şu demokrasi ne güzel şey...
Sayın başbakan, Harward’da yaptığı konuşmasında çam üstüne çam devirirken, söyledikleri ve kendine olan güveni ile herhalde kafasını gırtlağına kadar kuma gömmüş olan ahali tarafından tıpkı Bush karşısında bacak bacak üstüne attığında olduğu gibi kahraman ilan edilecek olsa bile, bu durum marjinalleri hiç mi hiç şaşırtmayacaklardır. Başbakanın orada kimlerle hangi konularda görüştüğü, mensubiyet sorunu yaşayan sözde soydaşlarımızın etnisite ile ilgili sorularına ne tür cevaplar verdiği televizyonlarda saatlerce anlatılmıştır zaten. Bütün bunlar olup biterken ve daha da vahimi bölücü eşkıya yeniden eylem kararı alırken, bunu da kuvvetle muhtemel otelden (pardon) zindandan aldığı mesajla yaparken, TSK’nın söylentileri gerçek çıkartırcasına sessizliğini korumaya devam etmesi, üstelik bazı paşaların iskambil kağıtlarına resimleri basılırken ve buna dönük yaptırımları sadece tazminat talep etmekten öteye gidemezken, gayrı nizami harp konusunda stratejiler içeren TV dizilerinin ve kitapların çok büyük ilgi ile karşılanması tesadüf olmasa gerektir.
Soner Yalçın’ın son kitabı “Efendi” son günlerde adından sıkça söz ettirir oldu. Sayın Yalçın keşke İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kalıntıları ve onların eylemleri üzerine de bir kitap hazırlasa, ne iyi olur değil mi?
|