Köşe Taşı

 

Prof Dr. Ali Osman Özcan  

Merhameti Aşağılayanlar


Rekabet toplumunda merhametin yeri var mı sorusuna verilecek yanıt tek kelime ile kocaman bir “HAYIR!”dır. Bu yanıta kızanlar bulunabilir. Ancak rekabet toplumunun temel ilkesi olan “akılcılık”ın merhameti dışladığını hiç düşünmezler. Yine evrimci felsefe için, merhamet güçsüzlük, zayıflık işaretidir. “Doğal ayıklanma” ilkesine göre en güçlüler yaşayabilir, çevrelerine iyi uyum sağlayabilenler hayatta kalır. Bu ilkeye göre büyük balık, küçük balığı yutacaktır. Büyük balığın hazırladığı hukuk kuralları küçük balıklara kabul ettirilecektir. Küçük balıklar zekâ ve becerileriyle varlıklarını sürdürmek zorundadırlar. Dolayısıyla herhangi bir canlıyla gösterilecek merhamet, mutlaka maraz doğuracaktır.

Aklın kendisinde duygu ve duygusallık yoktur. Oysa merhamet bir duygu olarak, akıldan ayrı bir niteliğe sahiptir. Merhamet, sevgi ve acıma duygularının karışımı olan insanî bir duygudur. İnsan veya yaratılmış herhangi bir canlının, karşılaştığı kötü bir duruma üzülmek, güçsüzlük işareti olarak düşünülemez. İnsanda zıt duygular bir arada bulunmaktadır. Merhametin zıddı olan duygu da acımasızlıktır, vicdansızlık dediğimiz duygudur. O halde merhamet duygusunu aşağılayıp acımasızlığı yüceltmek, ancak Batı kültüründe vardır. Makyaveli’den Nietsche’ye, Charles Darwin’den William James’e uzanan felsefi çizgide merhamet duygusu , nefret edilen, insanı güçsüzleştiren bir duygu olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa “Aman diyene kılıç kalkmaz!” özdeyişiyle insanlığa örnek olanlar, akılsızlıkla itham edilebilmektedirler.
Rekabet toplumu için merhamet duygusu köreltilmesi gereken, insanın yeteneklerin göstermesini engelleyen bir duygudur. Acıması olmayan, acımasız, insafsız, hak ve hukuk tanımayan, gaddar, zalim, vicdansız, katı yürekli ve kalpsiz olan insanlar, rekabet toplumunun istediği insan tipleridir. Hatta batı kültür değerlerinde sevgiden, yalancıktan söz edilir. Akılcılık ve akıllı olma yüceltilir. Merhamet ile empati (duygudaşlık) birbirine karıştırılarak sunulur. Başkasının acısına ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak, akıllıca bir davranış olamaz. Hele başkasının uğradığı veya uğrayacağı kötü bir durum veya haksızlığa üzülmek, akıllı bir insanın yapabileceği bir şey değildir.
Batı kültüründeki bireyselci ahlâk değerleri sonucu merhamet eksikliği insanlar arası ilişkilerde işbirliği, güven ve dayanışma duygularını da etkilediğinden çıkar ahlâkının doğmasına yol açmıştır. Batı kültürü “Barış, barış” dedikçe dostluk kavramı da bilinçlerdeki kavramları düzenleme yöntemleriyle bilinçlerden silinmeye çalışılmaktadır. Bireysel bilinçleriyle toplumsal bilinçten uzaklaşmış olanların topluma verecekleri de şüpheli hale gelmiş olmaktadır.
Orman kanunu da denilen “doğal hukuk felsefesi”nin içeriğinde de merhamet duygusu, güçlülerin çıkarları doğrultusunda görmezlikten gelinmiştir. Kör ve sağır bir vicdandan insanların ufuklarını açacak ve aydınlatacak davranışlar beklemek hayalin peşine takılıp gitmektir. Vicdan dediğimiz kavram, bilinçli olarak kişinin kendi kendine kurduğu mahkemede kendini yargılamasını ve eleştirmesini içerir. Bilinçli bir bilincin bilinci olarak karşımıza çıkar. Çocuklar, ancak dokuz-on yaşlarından sonra, vicdanlarının kendilerini rahatsız ettiğinden söz etmeye başlarlar. Utandıklarında başlarını öne eğerek tepki verirler. Bu tepki, vicdan mahkemesinde verilmiş bir kararın uygulanması sonucu ortaya çıkmıştır.
Merhamet, güçsüzlerin ve akılsızların özelliği olarak değil, insanın insan olması, kendini gerçeklendirmesinin bir boyutu olarak anlaşılmalıdır. Çıkar veya gösteriş için insanlarla ilişki kuranların davranışlarında acımasızlık ve sevgisizlik sırıtır durur. Kişiliğimizin ufku, bilinç ötelerinde de gezinmekten hoşlanır. Kişilik ufku dar olanların sevgiyle yoğrulmuş acıma duyguları da körelmiştir. Bu sebepten anne, merhamet ve şefkat duygularıyla yavrusuna yaklaşır. Şefkat denilen kavramın içeriğinde yine sevgi vardır. Fakat bu sevgi, koruma duygusuyla karışmıştır. Merhametten ve şefkatten yoksun olmak insanın bir yönünün eksik olması demektir. “Annenin bastığı yavru ölmez” sözü kulağımıza küpe olsun.
Batı kültüründe değerler akla bağlanmaya çalışılmış ve böylece onlara bağımsızlık kazandırılmak istenmiş, böylece farklı sistemler oluşturularak, merhamet duygusu dışlanmış bir değer sistemleri bolluğu ortaya konmuştur. Gerçekliği sadece düşünceye, akla indirgemek isteyenlerle vahşet ve zulüm esnasında sevinçle kuyruk sallayanlardan insanlığın ne beklentisi olabilir ki? Dayanma, direnme ve karşı koyma koşullarına sahip olmayanları ezip geçmek marifet midir?
Merhameti istismar edenlere günümüzde “duygu sömürücüsü” deniyor. Milletimizin vicdanında merhamet henüz yara almamış gibi. Ancak onu da zedelemek, incitmek, kurcalamak, hırpalamak isteyenlerin niyetlerini de iyi bilmek gerek. Zihinsel sömürü yapanları pek sezemesek de, duygu sömürüsü yapanları henüz çabuk ayırt ediyoruz. Karmaşık toplumsal yapı diye diye, geleneklere açılan kapılara kilit vurulmalıdır diye diye merhamete bile merhametsiz davrandığımızı unutuyoruz. Kendini eylem etkinliklerinden sorumlu ve yükümlü görme bilinci yok edildiğinde, sadece hukuki yaptırımlarla insanların yönetilip kontrol edilemeyeceğini anlamamız gerek. Evrene açılan benlik bilincimizin içeriğinde, merhamet kavramı yoksa, bu bilinç sadece yağmacılık, soygunculuk, zulüm bilinci olur.
İtilip kakılıp horlanmaktan bıkan biri, günün birinde hakkını isteyebilir. Bu davranışıyla vicdanının rahat ettiğini görür. Artık dayanma, direnme ve karşı koyma koşullarına sahip olduğunu anlamıştır. Güçsüzlere merhamet, onun insanlık borcudur. Bu borcu yok sayanlar, ölseler bile insanlığa karşı borçlu olarak kalırlar.
Batı kültürü, coğrafi keşiflerden bu yana hiçbir kültüre ve kültür mensubuna acımamıştır. Güney Amerika’da diri diri yaktıkları kızılderililerin etlerini köpeklerine zevkle külbastı olarak yedirmişlerdir. Bugün de sevgi şarkıları, barış türküleri söyleyenlerin arkalarında atom bombaları, akıllı füzeler, en modern silahlar gizlenmiştir. Merhamet yoksunu oldukları yaptıkları vahşetten de çok iyi anlaşılmaktadır. Çok dikkatli olmamız gereken bir kültürle karşı karşıyayız. Acıma duygusu olanları temizlemeyi kafasına koymuş olan bu kültür, dünyayı herhalde akılcılık adına canilerle, işkencecilerle yönetmeyi düşünmektedir. Güzel sözler, yapılan kötülükleri gizleyemez. Bu kültüre karşı direniş çizgilerini iyi belirlemek ve ona göre önlem almak gerek. Yoksa geleceğimiz merhamet yoksunu bu kültür tarafından karartılacaktır. Bu sebeple “Herkesi kurt belle. Koyun çıkarsa bahtına!” sözü gereğince, geleceğimizi planlamak daha doğru olacaktır.
Yapılan iyiliklere karşı, kendini borçlu saymayanlar, gönül borcunun ne olduğunu anlayamazlar. İyiliklere teşekkür etmesini bilmeyenler, şükran duygusunu hiç tatmamış olanlardan merhamet beklemek boşunadır. Hele başa kakıcılara ne demeli?..
Bağışlamayı, küçük kusurları görmezden gelmeyi bilmeyenler, bu özelliklerin insana özgü olduğunu bilmeyenlerdir. Hele kendilerine acıyan ve iyilik edenlerin başlarını derde sokanlar veya bu iyiliği kötülük yolunda kullananlara nankör demeyelim de akıllı davranmışlar mı diyelim? Olumlu duygularımızı geliştirecek yerde olumsuz duyguları olumlu diyerek satanların sözlerine mi kanalım? Olumsuz duyguları öne çıkarıp “insan budur” diye psikoloji ekolü kurduğunu iddia edenlerin peşinden mi gidelim? Olumlu duyguları yaşayarak öğrenecek yerde bilmekle yetinelim mi? Kendimizi başkasının bilinciyle anladığımızı kim iddia edebilir? Merhamet konusunda iç dünyasında deneyimleri olmayanların sözlerindeki yapmacıklığa nasıl güvenelim?
Güç iradesi diyerek, güçlüyü alkışlayan, zayıfı aşağılayan, güçlüyü “üstün insan, üst insan, olağan üstü insan” diye nitelendiren bir kültürden nasıl merhamet bekleyelim? Üstünlüğün olumlu duyguları gerçeklendirmede yattığını anlamayanlara nasıl anlatalım?Güzel ahlâkı gerçeklendirecek yerde bencillikleri sergileyen bir kültüre mi davetiye çıkaralım? Ahlâki değerleri evrenden sürgüne mi yollayalım? Takvadaki üstünlüğü, gücün üstünlüğünden değersiz mi kabul edelim? İnsan gibi insan, adam gibi adam olmak için olumsuz duygulardan yardım mı bekleyelim? Kültürümüzün inanç temellerinin sarsılmasına alkış mı tutalım? İnanç temellerinin sarsıldığını bilmek yeter mi?
Ey merhamet! Bütün insanlık seni bekliyor. Oysa düşmanların seni vicdanlardan sürgüne yollama peşinde. Işığınla düşmanlarının gözlerini kör etme zamanı gelmedi mi? İnsanlığa verdiğin sözü ne zaman yerine getireceksin? Herkes sana susamış, fakat düşmanın onlara suç diye kan içiriyor. İçmek isteyenleri yok ediyor. Bu zulme “dur!” demeyecek misin? Dünün mazlumları bugün zalim. Kin ve hınçla intikam ateşleri dünyanın her yerinde yakılmış. Onları söndürmeyecek misin? Ölen bir değil, bin değil, yüz binlerce, milyonlarca... Yoksa sen de insanlıktan ümidini kestin mi? Seni de kandırdılar mı? Merhametinin rahmeti kurudu mu? Akıllı geçinenler, senin yoluna taşlar koyup seni uçuruma mı attılar?
Ey merhamet! Yeter! Artık ortaya çık!


www.ufukotesi.com - 07 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.