Hedef

 

Ünal Bolat  

Bu yılan bize de dokunacak !


Attila İlhan, nato mermer nato kafalara rağmen tekrar tekrar söylemişti: Aslında Batı, bir haçlı zihniyeti içersinde “Bizim gelecekteki niyetimiz şudur” diye söylüyor. Fakat yıllar boyu, içimizdeki hainler, gafiller, menfaatperestler, ya basiretsizlikleri ya kendi kişisel çıkarları uğruna koskoca bir milleti ilgilendiren bu gerçekleri görmezden geliyor. Kulak ardı ediyor. Bununla da kalmıyor, milleti başka teranelerle oyalayıp, gerçekleri görmesine engel oluyorlar.

Bu tespiti yaptıktan sonra, geçmişi (unutmayalım) bir yana koyalım. Günümüze bakalım.
ABD Başkanı Bush, daha işin başında Irak harekatının bir haçlı seferi olduğunu söylememiş miydi?
Söylemişti. Dil sürçmesi deyip geçiştirildi.
Oysa bu, bal gibi bir haçlı seferiydi. ABD ordusu, her bakımdan bu sefere göre hazırlanmıştı.
Irak'ta bir ulus ve bu ulus nezdinde bir din aşağılandı, aşağılanmaya da devam ediliyor.
Öte yanda İsrail de Filistin halkına kan kusturuyor...
İslam âlemi sus pus... Türkiye, gözünü AB’ye çevirmiş, ha babam de babam Kopenhag kriterlerini yerine getirdiğini söyleyerek müzakere tarihi almanın peşinde.

Daha acı bir şey var...
Kişisel menfaatler uğruna, ülkenin geleceğini ipotek altına vermek...
Bilmeyerek vermek de affedilmez ama ya bilerek verenlere ne demeli...
Haydi buyurun buradan yakın!..
Düne kadar ABD ile birlikte Saddam’ın diktatörlüğüne kraldan çok kralcı mantığıyla tepki gösterenlerden kim bilir kimlerin ipliği şimdi pazara çıkacak.
İşte Saddam, sorgusunda rüşvet verdiği ülkeleri ve isimleri bir bir anlatmış. Bu isimler arasında Türkiye’den politikacıların da olduğu haber veriliyor.
Para uğruna Saddam’ın menfaatine göz yummak ha?!
Gerçekten para her şeyi yaptırabiliyor mu?..
Örneğin, acaba birşeyler karşılığında ABD’nin menfaati için de göz yumanlar var mıdır?
Gizli aşikâr, resmi, yarı resmi, o maksatla bu maksatla adını bilemem... Ama ABD’nin bazı istekleri, ister istemez “para” karşılığında kabul edile bilinir mi ki?
Veya örneğin ABD’nin bir ara Irak’a Türkiye üzerinden asker geçirmesi söz konusuydu. TBMM büyük bir kararlılıkla bunu reddetmişti.
Şimdilerde ise, o dönemde Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılan ama verilmesi durdurulan 8.5 milyar dolarlık kredinin, kredi olmaktan çıkartılması konuşuluyor. Bu kredi işin aslı nedir ki?
Yahut bir başka açıdan bakıldığında, yönetime gelip de bazı acı gerçekleri gördüğünde insanın saçlarına ak düşer mi kahrından...

Batı olanca açıklığı ve olanca gerçekliğiyle hedefine adım adım ilerlerken, bizdeki bu ısrarın sebebi ne ola ki?
Genç yaşta ve çok kısa bir sürede saçları bile ağaran Dışişleri Bakanımız, geri dönülmez ufkun akşamlarında, yârinden karşılık bulamayan çaresiz âşıklar gibi...
Ah canım benim, diyor ki:
''Bugün Türkiye, yapılacakların hepsini yapmıştır, Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni gerçekleştirmiştir, müzakerelere başlamaya hazırdır''
Sonra da hiçbir yaptırımı olmayan bi-çarelikle ekliyor:
“AB ülkeleri, bu yaptıklarımızı takdir etmek zorunda. Türkiye'yi almak değil, sudan sebeplerle Türkiye'yi almamak, AB fikriyatının iflası olacaktır. Bu fikriyat kaybolduğunda, geriye sadece ruhsuz bir bürokratik mekanizma kalacaktır.”
İyi de sevgili Bakanım, bizim bu uğurda ülke olarak verdiğimiz onca taviz ne olacak?
AB’ye girme uğruna vazgeçtiğimiz değerler... Görmezden geldiğimiz uygulamalar, yüreğimize taş bağlayıp çıkardığımız muafiyetler ne olacak?
ABD’nin Irak’ta, İsrail’in Filistin’de vb. yaptıklarına yutkunmalarımız boşa mı gidecek?
Hepsi... Sadece ve sadece, hâlâ karşılığını göremediğimiz AB aşkı için mi?
Yoksa sen de mi gördün acı gerçeği... AB hayalinin, ne yaparsak yapalım bize yüz vermeyen bir dilber (aslında yüzüne allık sürmüş bir kokana) olduğunu sen de mi fark ettin?
Öyleyse, niçin ağardı bak saçların tek tek?

Ben size hissettiklerimi söyleyeyim dostlar... İsterseniz kral çıplak diyen bir çocuk misali haykırayım!
Siz ise ister inanın ister inanmayın...
Bu haçlı zihniyeti, kurdun kuzuya “suyumu bulandırdın” bahanesi gibi sudan bahaneler bularak Ortadoğu’daki emellerini adım adım, gerçekleştiriyor.
I. Dünya harbi sonunda parçalanmış Osmanlı’dan arta kalan devletlerden, kiminde kukla diktatör, kiminde güçsüz yönetim, kiminde dünya barışı vs diyerek müdahale ediyor. Ülkelerin direnen halkına da sinek kadar değer vermiyor, ezip geçiyor.
Bana dokunmayan bin yaşasın mantığında olan hür dünya, bu alçaklığa seyirci kalıyor.
Bu alçaklığa, bu vahşete, bu haçlı zihniyetine geçmişte “dur!” diyebilmiş tek güç olan Türkler ise, maalesef türlü çeşit uygulamalar sonunda bu güç ve özelliğini artık yitirmiş halde...

Batı, Türkiye Cumhuriyeti yönetimini, 1950’lerden beri çeşitli anlaşmalarla, ithal eğitim, sağlık, kültür vb programlarıyla, ekonomik çembere almalarla, her yönden kendine bağımlı hale getirmesine rağmen; ayrıca uzaktan kumanda ettiği medya gücü ile, her gün pop starlarla, vur patlasın çal oynasın programlarla yetmiş milyonu oyalamasına rağmen; yine de ne olur ne olmaz, olası bir silkinişle belki kendine gelebilir ihtimaline karşı, “Sizi AB’ye alacağız” diyerek, bu yaşananlara seyirci kalmasını gerçekten mükemmel bir şekilde başarıyor.
Gerisi Fuzuli’nin dediği gibi kıyl ü kâl dostlar...
Ama görünen o ki...
Her ne kadar Irak hapishanelerinde, vahşi ABD askerlerinin tecavüzüne uğrayan mazlumların çığlıkları, Filistinli annelerin feryatları, konken partilerinin, sosyete gecelerinin, televole programlarının, Eurovision yarışmalarının tam tamları arasında kaybolup gitse de bu yılan bize de dokunacak...


www.ufukotesi.com - 06 / 2004  

unalbolat@netbulmail.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.