Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

Çapı var mı ki, yarı çapı olsun?!.


Ne derseniz deyin, ister şarkıcı, ister futbolcu, ister Kasımpaşalı, ister Milli Görüşçü, isterseniz Amerikan veya Yunan meraklısı... Tekrar ediyorum, ne derseniz deyin, R.T.Erdoğan tarihimizin sayfalarına, “Başbakan” etiketiyle attan düştüğü gibi, lop diye düşmüştür. Bu iyi bir düşüş müdür? Onu siz yazılarımızdan tahlil edin!.. Ayrıca şunu da bilin; Süleyman Demirel, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Necmettin Erbakan’da “Başbakan” olarak tarihimize düşmüştür. Ben şahsen bu insanları tarihimizde, Türk merkezli bir düşüncenin terazisine sığmadıklarından dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olarak görmek istemezdim!.. Günümüzde, dünyadaki hakimiyet dengeleri o kadar farklı ki, bu dengelerin yöneticileri belirli haberleşme araçlarıyla sizin evinizin içine kadar girmektedirler...

Bu araçlar; radyo, televizyon, sinema, internet, gazete veya dergi gibi. çeşitlerden oluşabilmektedir....Ne ilgisi var diyebilirsiniz? Size derim ki, çok ilgisi var!.. Hele bilinçsiz, dünyanın hakimiyet modelini kavrayamamış ya da yanlış çözüm modelleri üstüne beyinleri, beyincikleri esir alınmış insanları bir düşünün! O zaman, her şeyi tüm çıplaklığıyla daha kolay bir şekilde görüp anlayabilirsiniz. Beyinleri esir alınmış insanların eliyle ve diliyle iktidarlara kimlerin geldiğini fark edersiniz...O iktidarlara malum şahsiyetleri taşıyanların çoğunun, ekonomik anlamda süründüğünü ve sosyolojik yapılanmanın en alt tabakalarında Orhan Baba, Müslüm Baba, vs. hikayelerle uyutulduklarını kolayca görebilirsiniz. Fakat o zavallı biçareler hiçbir zaman kendilerini göremezler. Aynı zamanda yaşın yanında, kuruların yanmasına da vesile olurlar. İnsan kendi yüzünü bir fotoğraf, bir film ya da aynada görebilirse, onlar da kendi yüzlerini ancak bu şekilde görebilirler. Fakat aynada ve diğer yerlerde görülen, sadece yüzün dış görüntüsüdür, ya içi? Oysa onların beyinlerinin içlerine, bizlerin ışık ve ayna olmamız lazımdır. Niçin? Bizim de kendi kurtuluşumuzu sağlamak için...Zira ayna olamadıklarımızın yanlış aynaların yansımasında, gözleri kamaşmakta ve kaderleri bağlanmaktadır... Dolayısıyla hepimizin...
Yine de, ne olursa olsun, az-buz şey değildir, tarihimize başbakan olarak düşmek, ya da sadrazam veya veziriazam olmak...Biliyorsunuz on yedinci yüzyıl içersinde sahtekar Zurnazen Mustafa Paşa’da, başbakan olarak tarihimize düşmüştür; aynı hayin Kara Davut Paşa gibi... Tarihimizde Öküz Mehmet Paşa’da başbakanlık yapmıştır; daha niceleri gibi...
Başbakan R.T.Erdoğan’ın çapı nedir? Bazılarınız belki de eninden, belki de selvi boyundan çapını öğrenmek isteyeceklerdir...Belki de, size göre, çapı falan yoktur!.. İçinizde, ‘çapından bana ne’ diyenler de çıkabilir; ayrıca attan, pardon karıştırdım galiba; yani ‘Erbakan’ı ofsayıtta bırakıp, ekseninde yüz seksen derecelik açıda hareket edip, çaptan düştü’ diyenlerde olabilir. Belki de, bu durum içimizdeki bazılarının, çaptan maptan hiç mi hiç anlamadıkları gibi umurunda da olmayabilir....Yine başka başka bazıları da, yarı çapını bilelim, bize yeter diyerek işi daha fazla uzatmayabilir. O zaman ne yapacağız? Yani, şahsın yarı çapını ölçmek için metreye ya da başka bir uzunluk ölçüsüne gerek var mı? Bunun için ne lazım? Bizim bu tip soruları çözmede tuttuğumuz yol, ne modern matematikten, ne analitik geometriden, ne cebirden ne de şiddetten geçmez...Bizim soruları ve sorunları çözmedeki yolumuz, akıldan, mantıktan, hayatın gerçeğinden geçer. Öyleyse bu zatın yarı çapını bulabilmek için, yıllar önce söyledikleri ile günümüzde söylediklerini değerlendirmeye almak gerekir. Bu şahsın düşüncelerinin izdüşümünü, bu şekilde tarih bilincinde değerlendirebiliriz. Belki de aklımızın hafıza denilen kısmının bilgi deposunda, geometrik formüllerden bir çıkış noktası bulmakta söz konusu olabilir. Bu konuda çalışma yapanlar, o malum yarı çapı da, daha da kolay bulabilirler. Bunun için atalar sözüne baş vurmakta da fayda vardır...Ne olarak? Arayan bulur anlayışını özümseyerek! Nasıl? Tüm ayazların, poyrazların, ve karayellerin arkadan hayin rüzgarlar olarak estiğini bilerek!.. Sonra da tüm belaları, geleceğe yönelik olarak, beddua ile lanetlemeye çalışarak, bir gayretin içersine de girilebilir...
Şimdi, R.T.Erdoğan’ın yarı çapı ne kadardır sorusunu çözebilmek için, zatın düşüncelerinden hareket edelim. Nereden? Geçmişinden günümüze... Örneğin bir keresinde kendisi, Türklük adına bize yarı çapının ipuçlarını, Almanya’da, 1993 tarihinde şöyle vermiştir:
“İşte bak şu anda Türkiye’yi paramparça ettiler. Neden? Sen yıllarca ille de ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ dersen, kayidedir ki, etki tepkiyi doğurur.”
Görüyorsunuz... Adamda ne çap var değil mi? Bu çaptaki bir insan, birilerinin Türkiye’yi paramparça ettiklerinden bahsediyor ve bu parçalanmanın önemli müsebbibini de: “Ne Mutlu Türküm Diyene” denmesine bağlıyor ve devam ediyor, “kayidedir ki etki tepkiyi doğurur”...Muhteşem bir analiz ve çözüm (!).. Bu yaklaşım, tüm fizik kurallarını alt üst ederken, Arşimet’in pirensibini yok saymakta ve Hegel’in diyalektiğine bir değil, iki değil on basan değerle, mucizevi bir anlayış sergilemektedir(!).. Bunu ancak çapı değil ama, yarı çapı bilinen bir adem oğlu yapabilir. İşte biz, bu analiz sahibi için, deha mı desek, reha mı desek, size göre acaba ne desek? Yoksa nerede bu devlet?!.Nerede bu devlet mi desek?!.
Çapını yarısından çözmeye çalıştığımız R.T. Erdoğan’ın, bir de meşhur 6 Aralık 1997 tarihli ülkemizin Siirt merkezinde, yani zevcesinin diyarı memleketindeki, dillere destan gönüllere bostan olan bir serencamı vardır. O konuşmada malumlarınız olduğu üzere, Ziya Gökalp merhumun adı da, yazdığı bir şiire istinaden kullanılmıştır. Gerçekte Gökalp’in adı, burada tahrif edilmiş ve onun bir şiirinin arkasına sığınılarak gündeme sokulmak istenmiştir... Sözde “Milli Görüş”çü olarak hareket eden birkaç isim, ne yazık ki, Ziya Gökalp’in “Asker Duası” isimli şiirini tahrif etmiş ve o haliyle de kamuoyuna sunmuşlardır. Bu tahrif edilmiş şiiri söyleyenler arasında, süreç içersinde Erdoğan Efendi’de en ön saflarda mevki almıştır. Aynı zamanda bu şiir, Erdoğan’a mazlum etiketinin yapıştırılmasına sebep olmuş, olay sadece bu ülkede değil, dünya mazlumlarının anasını sabah akşam ağlatan Amerika’da dahi, Erdoğan lehine ses getirmiştir...
Acaba Amerikalılar, hep Müslümanları sevdikleri için mi, bu tip faaliyetlere sahip çıkmaya çalışıyor? Yoksa başka başka amaçları mı vardır? Hepimizin bildiği gibi, Amerika, bazı Müslüman etiketi kullananları, özellikle ve güzellikle çok koruyor, saklıyor, eğitiyor, cebine para dolduruyor ve ölmesinler diyerek sağlıklarına da özen mi özen gösteriyor? Mesela tahmin edin bakalım! Bildiğiniz, tanıdığınız, duyduğunuz, ağlayan, sızlayan bir “Hoca”, ya da “Efendi” var mı?
Evet Amerikalılar ve Türkiye’deki uzantıları, üç-beş sene önce belirledikleri kahramanlarını önce basından Türk kamuoyuna yeni bir Özal olarak pompalanma süreci başlatmış, bu süreçte Amerikalı uşaklar, en ön saflarda Türklüğe karşı lak lak savaşı yapa yapa, kalenin burçlarını tek tek ele geçirip, yeni yetme Özal’a her şeyiyle teslim etmişlerdir. Bu teslimiyet sürecinin 2002 Temmuzundaki perde arkasındaki olaylarda, meşhur dönmelerden İsmayil Cem ve Kemal Derviş’in rolleri ne kadardır? Onlara dirsek teması aralığı payanda olan Ecevit’in eski gölgesi, Hüsamettin Efendi’nin payının küsüratı nedir?
Türkiye’de at izini, it izine kasıtlı olarak karıştıranlar, R.T.Erdoğan’ı mazlum rolüne sokabilmek için, onun Siirt’teki konuşmasında Türklük dışında etniklik adına, yarı çapını ortaya koyan düşüncelerinden ziyade; işi Ziya Gökalp şiiriyle geçiştirmeye çalışmışlardır. Niçin? Ayrıca, R.T.Erdoğan’ın oradaki yaptığı konuşma Türk merkezli düşünceyi mahkum etmeyi mi, yoksa yükseltmeyi mi esas alıyordu?. Peki, bu muhteremin yarı çapını, bize tam olarak veren o sözler neydi? Bir kez daha bakalım:
‘Türkiye’de düşünce özgürlüğü yok ve ırk ayrımı yapılıyor.
Referansımız İslamiyet... Bizi hiçbir zaman sindiremezler!.. Batı insanının bile inanç hürriyeti var. Türkiye’de neden buna saygı gösterilmiyor?
‘Minareler süngümüz, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker.’ Okunan ezanı kimse susturamayacak.
Türkiye’deki ırk ayrımına kesinlikle son vereceğiz.
Çünkü Refah Partisi diğer partilerle zıt fikirde. Bizi hiçbir zaman sindiremezler!.. Gökler, yerler açılsa, üzerimize tufanlar, yanardağlar saçılsa yolumuzdan dönmeyiz. Benim referansım İslamiyet’tir. Bunu dile getiremiyorsam, yaşamımın ne anlamı var? Okunan ezanı kimse susturamayacak. Çünkü ezanın sustuğu yerde insanların huzuru olmaz. Kürt, Arap, Çerkez ayrımı yapılamaz. Çünkü bütün insanların birleştiği çatı İslam’dır.
Türkiye’deki ırk ayrımına son vereceğiz. Bunu bu hale getirenler utansın!’
Gördünüz değil mi? Şimdi bu düşünceler üzerine 2003 yılında yazdığımız yazıyı tekrar buraya alıyoruz:
“Evet Türkiye’de ırk ayrımı yapılıyormuş ve R.T.Erdoğan bunu, tam zamanında ve çok iyi görmüş(!) Tahmin ediyorum ki aşağıdaki gösterdiğim isimlerle de, Türklerin ırkçılıklarını bir kez daha somut olarak gösterip, ispatlayacağım(!) Bir sayalım bakalım:Jak Kahmi, Jefi Kahmi, İshak Alaton, Jan Nahum, Bernar Nahum, Vitali Hakko, Cem Hakko, İzzet Garih, Dikran Masis, Manukyan’ın oğlu, Halis Toprak, Ağa Ceylan vs. Bu saydıklarımız, sadece birkaç isim...Türkiye’de ırk ayrımı yapılıyor ki, bu şahıslar ayrılmışlar ve çok zengin yapılmışlar. Acaba bu şahısları hangi ırkçılar, bu duruma getirdiler ve halen de bu şahısların zenginliklerine zenginlik katıyorlar? İçinizden bu işi beceren o ırkçıları, o şahısları bilen, tanıyan var mı? Bu durumun müsebbibi de, her taşın altından çıkarılan, rahmetli Abdullah Çatlı olmasın sakın(?) Yoksa durumun gerçek yönünü öğrenmek için, çok bilen ya da bildiğin sanan ve hiç kıvırmadığını iddia eden, bir efendiye mi gidelim? Neyse bu konuyu geçelim. Fakat Türkiye’de ırk ayrımı yapanların, kamuoyunda popüler isimlere verdikleri değerlerin, sadece birkaç tanesinin sonuçlarına bir daha bakalım: Turgut Özal ve Kardeşleri, Hüsnü Doğan (Yetim Hüsnüleri) Hikmet Çetin, Necmettin Cevheri, İsmayil Cem İpekçi, Besim Tibuk, Hasan Ekinci, Hasan Fehmi Güneş, Kamuran İnan, Rifayiddin Şahin, Ahmet Altun, Ahmet İyimaya, Cemal Süreyya, Zülfü Livaneli, Yılmaz Erdoğan, Fetullah Gülen, M.Nuri Yılmaz, Süleyman Ateş İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül v.s. Bu ve bunlar gibi çok sayıda isimlerini sayabileceğimiz şahısları da ırkçılar mı başlarında taşıyor? Bunun içinde, yine çok bilen ve kıvırmadığını iddia eden, malum efendiye mi gidelim? Bir de ezanın susturulmasından bahsediliyor. Acaba Cumhuriyet tarihi boyunca dikilen minarelerin sayısının, Osmanlı dönemindekilere sayısal turlar bindirildiğini o muhterem öğrenememiş mi? Ezan nerede susmuştur, derinlemesine araştırdılar mı? Bilmiyorlarsa, ben söyleyeyim. Mopavri’den kaçanların yaşadığı ülkenin, Mora’sında, Girit’inde, Sakız’ında, Selanik’inde ezan sesleri artık sustu... Bilmiyorsa daha da söyleyeyim Ahılkelek’te, Zengezur’da, Kelbecer’de, Laçin’de Hankenti’nde ezanlar tamamen artık sustu...O yerleri de şu ana kadar araştırmadılarsa, öğrenemedilerse, bilmiyorlarsa, kendilerini vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum.”

Yarı Çapını öğrenmeye çalıştığımız, R.T.Erdoğan’ın okuyarak tahrif ettiği şiir hakkında yazar Murat Bardakçı, şu bilgileri veriyor:
“Ben merak ettim, araştırdım ve ortaya son derece garip bir ‘saptırma’ ve ‘montaj’ hadisesi çıktı: Ziya Gökalp’in kitaplarında ‘Minareler süngü, kubbeler miğfer’ diye başlayan bir şiir yoktu ama yine Ziya Gökalp’in 1912’de, Balkan Savaşı sırasında yayınladığı ‘Asker Duası’ adlı bir başka şiirine ‘minare’, ‘süngü’, ‘kubbe’, ‘miğfer’, ‘kışla’ gibi kavramlar ilave edilmiş, Ziya Gökalp’e ait olmaktan çıkan şiir, militan bir kimliğe büründürülmüş, üstelik aynı şiirin daha sonra yayınlanan metninde ordudan bahseden beş mısra da makaslanmıştı. Tayyip Bey’in okuduğu şiir, işte bu ‘montaj’ ve ‘kırpılmış’ metindi.”

Ziya Gökalp’in “Asker Duası” isimli bu şiiri aşağıdaki şekildedir.

Elimde tüfenk, gönlümde iman,
Dileğim iki: Din ile vatan...
Ocağım ordu, büyüğüm Sultan,
Sultan’a imdad eyle Yarabbi!
Ömrünü müzdad eyle Yarabbi!

Yolumuz gaza, sonu şehadet,
Dinimiz ister sıdk ile hizmet,
Anamız vatan, babamız millet,
Vatanı mamur eyle yarabbi! .
Milleti mesrur eyle Yarabbi!

Sancağın tevhid, bayrağım hilal,
Birisi yeşil, ötekisi al,
İslam’a acı, düşmandan öc al,
İslam’ı abad eyle Yarabbi!
Düşmanı berbad eyle Yarabbi!

Cenk meydanında nice koç yiğid
Din ile yurt için oldular şehid
Ocağı tütsün,sönmesin ümid
Şehidi mahzun etme Yarabbi!
Soyunu zebun etme Yarabbi!

Kumandan,zabit babalarımız.
Çavuş,onbaşı,ağalarımız,
Sıra ve saygı,yasalarımız.
Orduyu düzgün eyle Yarabbi!
Sancağı üstün eyle Yarabbi!

Sözde “Milli Görüş”çüler, bu şiirin birinci ve beşinci bölümlerini atmışlardır. Niçin? Çünkü buralarda, Türk ordusuna övgü vardır. Örneğin.

Kumandan,zabit babalarımız,
Çavuş,onbaşı,ağalarımız,
Sıra ve saygı yasalarımız.

Evet malum tahrifatçılar birinci ve beşinci bölümleri işlerine gelmediği için bertaraf etmişler ve birinci bölümün yerine ideolojik rahatsızlıklarına dayanan, bir kıta ekleyip halka okumuşlardır. O meşhur kıta şudur:

Minareler süngü,kubbeler miğfer,
Camiler kışlamız, müminler asker,
Bu ilahi ordu dinimi bekler,
Allahu Ekber,Allahu Ekber.

Burada Türk askerine övgü yoktur, kendi ideolojilerine yönelik, dinin açılımından istifade ederek “ilahi ordu” kavramı gündeme sokulmuştur. Bunun beslenme kaynağını oluşturabilmek için de minareler süngüye, kubbeler miğfere ve camiler kışlaya benzetilip müminleri de askerdir ideolojik anlayışına sığınılmıştır...Şurası unutulmamalıdır ki, R.T.Erdoğan Ziya Gökalp’in şiirinden mahkum olmuş değildir. Söyledikleri arasında, Ziya Gökalp’in Türk milleti aleyhine ne bölücülük, ne kışkırtıcılık anlamında hiçbir ifadesi yoktur. Erdoğan, kendi konuşması ve Asker Duası isimli şiire montajlanan kıtanın ideolojik anlayışının esiri olduğu için, o dönemde mahkum olmuştur. Gökalp’in adı sadece kullanmıştır. O malum anlayışça, Gökalp’in şiirinin tahrif edilmesi yetmiyormuşçasına, şiirin ismi dahi kamuoyundan gizlenmeye çalışılmıştır...
Tüm bu faaliyetlerden sonra, Dünyaya Türk merkezli cepheden bakan bir insana göre, Erdoğan’ın çapı ya da yarı çapı var mıdır? Varsa ne kadardır? Hangi merkezlidir? Onu da sizler düşünün, araştırın ve de bulun! Sakın ha! Bana ne demeyin!..Niçin? Çünkü malum zata, bu memleket emanet edilmiş, yani kaderiniz, geleceğiniz!..Yarın çocuklarınız, devletimiz adına ne uluslararası ipotek isteyecek, ne de hürriyetin, özgürlüklerin palavrasının altında teslimiyet! Çünkü bu ülkeyi, Kurtuluş Savaşında medrese erbabı kurtarmadı...Malum Mustafa Sabriler, Sayip Mollalar İngilizlerin kucağına kaçtı...Tarihi iyi bilinler, bu ülkenin hamurunda kanı olan milletin Türkler olduğunu da iyi bilir. Bu ülkeyi, şimdilerde etnikçi ve enternasyonalist anlayışların mengenesinde sıkıştırılmış olan torunların, ataları kurtardı...Onlar, Bolu,da, Düzce’de, Hendek’te hiyanet edenlere, Konya’da Delibaş olanlara, Urfa’da ismi milli olup cismi gayri milli olanlara, Sivas’ta Koçgirilere karşı hep savaştılar. Kurtuluş savaşımıza Türklerle bir olarak katılan ve etniklik hastalığına yakalanmamış olan, farklı milletlerden olup ta çapı bulunan insanlarla, bu ülkeye ihanet etmeyen diğerlerine de son sözümüz şudur: Ne olursa olsun, ruhları şad olsun!.. Aynı zamanda torunlarımıza onurlu ve gururlu bir ülke bırakmak istiyorsak çapları da, yarı çapları da iyi bilmek zorundayız...Başka çaremizde yoktur!Atalarımız bize bir devlet emanet ettiler, bizim torunlarımıza eyalet bırakmaya da hakkımız hiç mi hiç yok!..


www.ufukotesi.com - 06 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.