Yine günümüzden iki sene önce, Nisan 2002 tarihindeki ilk Ufuk Ötesindeki yazımızda da şu tespitte bulunmuştuk:
“Anlaşılıyor ki ABD, Orta-Asya Devletleri üzerindeki Afganistan kaynaklı din baskısını, önemli ölçüde kaldıracak ve o devletlerdeki idareleri (Buna Afganistan’da dahil, imkan bulursa Irak, Somali, Sudan, Yemen’de ve hatta Arap Krallıkları da bu anlamda raptı zapt altına alınmaya başlanacaktır.) seçim sistemlerine doğru sürükleyecektir.”
Bu tespiti aktardıktan sonra da Haziran 2003 tarihinde:
“Şu anda Afganistan’dan başka, Irak’ta bu sürece sokulmaya çalışılıyor. Fakat Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının anlamadığı bir şey var. O da bu ülkelerinin yoğun ve oturmuş bir halk geleneği yok ve varolan halklar birbirine düşman, üstelikte feodal kökenleri, ulusal ve evrensel değerlerden de, daha ağır basmaktadır...”diye cümleyi bağlamıştık...
Bugün Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının en güçlü olduğu noktalardan birisi, toplumları yönlendirme kabiliyetini ellerinde bulundurmalarıdır. Bu becerinin özü, dünyadaki finansman kaynaklarının önemli bir kesimine sahip olmalarından geçmektedir. Bunun sonucu olarak, tarihsel süreç içersinde pek çok ülkede, kendilerinin lehine öten düdükler ve borazanlar her zaman olmuştur, olmaktadır ve de olacaktır. Bu durum, dünyadaki sosyo-ekonomik ve de sosyo-politik dengelerin değişmesi sonucunda farklı bir noktaya taşınabilir. Küreselleşme adına ses çıkaranlar ve bağıranlar olduğu sürece, bizim gibi milletlerin işleri son derece zorlaşmaktadır. Bu zorlaşmada, açık bir şekilde küreselleşme yönlendirmesi üzerimizde balyoz gibi sürekli belirecektir. Bu belirme, sahibinin sesi olanların payları, yedikleri parasal rüşvetlerin boyutlarıyla da ilgilidir. Acı olan nokta, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının müttefikleri arasında, İslam adına hareket ettiğini söyleyenlerin de bulunmasıdır. Bu nasıl İslam’dır? Bu adamlarda, Allah korkusu yok mudur ki, böylesine tarihsel sömürgecilerle müttefik olarak birlikte hareket etmektedirler? Aslında birlikte hareket etmeleri de mümkün değildir. Çünkü birlikte hareket etmek için ortaklık zemini olmalıdır. Bunların onlarla ortaklığı yoktur. Sadece ve sadece onların kucaklarına oturmuşlar, onların uydusu olarak, başlarını sallayarak yine onların emirlerini yerine getirmekteler ve milletimizin gözüne tarihsel bir perde olarak inmeye çalışmaktadırlar. Böylece dünya nimetlerini, kendileri, çevreleri, cemaatleri, çoluk, çocuk ve de hısım, akrabalarına peşkeş çektirip yaşamaktadırlar. Bu peşkeş çekme boyutlarının maddi ve de kültürel neticeleri, Amerikalarda gezilerek, tozularak ve de yaşanarak, Türk milletinin öz evlatlarının kesesinden ve de geleceğinin ipotek altına alınarak ödetilmesinden geçmektedir. Bunu yapanlar, bazen de Anglo-Sakson diyarını, politik kaçma mekanı olarak değerlendirirken, bir kısmı da, sağlık ve de eğitim cenneti olarak bizlere, yine orayı göstermektedir. Bu sahte cennette, lüks içinde Türk milletinin kesesinden yaşayanlara, her şey haram olsun diyoruz. Onların utanmaz ve de arlanmazca, arsız ve de Allah istismarcısı olarak faaliyetlerini, her zaman olduğu şekilde, yine tam bir ajan müsveddesi gibi, emperyalizme teslimiyet boyutunda, sürdüreceklerini elbette biliyoruz. Bu pozisyonu, Anglo-Sakson-Yahudi ittifak güçleri de çok iyi bildikleri için, Türk milletinin değerleri aleyhine olan durumları, kucaklarında oturttukları şahıslar ve de onların elemanları aracılığı ile yoğun bir şekilde malzeme yapmaktadırlar. Amerikan diyarlarında eğitim-öğretim gören çocuklar hususunda, kız çocuklarının baş örtüsünü kendilerine kalkan yapmayı düşünenler varsa, onlara da diyeceğimiz, bu Neo-Müslüman Muhafazakarların oğulları, evet oğulları niçin Amerika’dadır. Hamburger yemek için mi?
Evet dünyayı talan eden ve o talan edenlerle çıkar birliğini Türk milleti aleyhine kullananlardan, bir gün elbette hesap sorulacaktır. Bu hesap, sadece öteki dünyaya bırakılmamalıdır. Zaten bu dünyada bu hesap sorulmazsa, Türk milletinin ve Türk merkezli düşüncenin hiçbir yerde şansı ve de kısmeti yoktur. Çünkü, atalar derler ki: “Kılavuzu karga olanın, burnu b..tan kurtulmazmış” ya kılavuzları ihanet içinde olanların ve onların ardına düşenlerin durumu ve bu durumda “Yaşların yanındaki kuruların” pozisyonu, ne olacak dersiniz? Onu da kendiniz düşünün biraz! Çünkü günümüzde, içimizdeki “Tuzu Kuru”ların hiçbir şeyi dert etmediği günleri, yoğun bir şekilde yaşıyoruz...
Kısaca Anglo-Sakson-Yahudi ittifak güçleri, finansman kaynaklarına sahip olarak dünyaya dayattıkları parasal diktatörlüklerini, en azgın biçimde devam ettiriyorlar. Ayrıca bu çıkarlarına yönelik yolda, siyasi oyunlarını da, utanmaz bir biçimde, gerçek bir kurtarıcı değermiş gibi, tüm dünyanın göz önüne sunuyorlar; sanki, kendileri demokratmış gibi!..Her şey ellerinde, parasal güç ve bu güce uşaklık eden asalaklar, kompradorlar, ajanlar ve de purovakatörler...
Sanki onlara göre, her şey doğru gibi, yerinde gibi...Fakat asıl gerçek, bu doğrunun objektif bir doğru olmadığının bilinmemesi hususudur. Onların doğrusunda demokrasi, sadece ve sadece, kendi hırsızlıklarını kamufle eden ve bu şekilde yalanlara dayanan bir uzantıdan başka bir şey olmadığı gerçeğidir. Bu bağlamda, böyle yerlerde seçim olsa ne olur, olmasa ne olur? Siz tüm iletişim araçlarının, en büyüklerini, en güçlülerini ajanlarınız aracılığı ile kontrol edeceksiniz ve bu adamlar sizin istekleriniz doğrultusunda, sözde halkın istekleriymişçesine kamuoyuna yoğun baskı yapıp yönlendirecekler ve bunun adına demokratik bir seçim denilecek!..Böyle bir şey demokratik olur mu? Onların lehineyse, olur elbet!.. Bizde bir söz vardır: “Adama kırk gün deli dersin ve de delirtirsin”... Ya bunlar! Bu gibiler, daha da tehlikeli değil mi? Çünkü bunlar, içimizdeki bir şahısla ilgilenmiyorlar, bir milletle, bir toplumla ilgileniyorlar...Yoğun yönlendirme haberleri altında, düşüncenin baskısına uğrattıkları halkları da, kolayca dejenere edebiliyorlar. İnceleyin! İşte Kıbrıs’taki 24 Nisan 2004 tarihli referandum, böyle bir yönlendirmenin sonucunun ürünü olarak, nerelere kadar gittiğinin iyi bir örneği değil mi?
Diyoruz ki, her gördüğünüz sakallı şahıs, hoca ya da hacı değildir; aynı şekilde, her yapılan seçim faaliyeti de demokratik değildir...Bireyler seçimde sadece oy verirler. Kime verirler? Onların farkında mıdırlar? Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı için bireyler, üretim-tüketim ve dağıtım zincirinde, sömürülmesi gereken canlılardır. Bu canlıların sadece parası, pulu, emeği, alın teri ellerinden alınmakla kalmaz, kendi gelecekleri ve çocuklarının gelecekleri de ellerinden alınır. Onların büyük çoğunluğu, neyin, ne şekilde ellerinden uçup gittiğini anlayamazlar bile...Bütün ömürleri, bir çeşit boşa kürek sallama ya da birbirleriyle didişme uğruna uçup gider ve ana hedefi hiçbir zaman göremezler...Kendileri, “perşembenin gelişini” göremedikleri gibi, nerede olduklarını dahi gerçekçi boyutta algılayamazlar. İçlerindeki bir kısım insan da, ne yazık ki dünyayı, ya da ülkelerini düzeltme adına, kendilerine yutturulan sözde düşünce, özde düşünememe, yani uydu olarak hareket etme haplarını içerek çevremizde hareket edip dururlar. Uluslarüstü emperyalizmin teorisyenlerince hazırlanan düşünce ve anlayışların izinde, bir kul sadakatiyle ölümüne ve öldüresiye gidebilirler. Bunlar bazen dünyayı kurtarma adına hareket ettiklerini sandıkları bir ortamda, kendilerinin uluslarüstü emperyalist düşünce örgüsünün adamları durumuna düştüklerini dahi algılayamazlar. Hatta Kolomb’un Hindistan’ı bulduğunu zannederek ölmesi gibi, kendi düşünce sistemlerinin tek ve de gerçek doğru şartlamasıyla da, tüm ömürlerini bu uğurda çürüterek ölüp giderler...
İSTANBUL’DA (KASIM 2003) VE MADRİD’DE (MART 2004) PATLAYAN BOMBALAR!..
Evet, önce İstanbul’da, sonra Madrid’de önceden pilanlanmış büyük saldırılar oldu...Arada başka başka ülkelerde de, daha küçük boyutta bombalamalar...Kime karşı? Ne adına? Ve de ne için? Bu saldırılarda kim ya da kimler ne kazanıyor? “Yaşın yanında, kurular da yanıyor mu?” Bunları yapanlar elbette bu kadar ayrıntıyı hesaba katıyorlar mı? Fakat ne olursa olsun, büyük ses getiriyorlar ve ortalığı gürültüye boğuyorlar... Bu konuya yönelik olarak biz iki yıl önce, Mayıs 2002’de şöyle demişiz:
“Cermen-Latin ittifakının direnme gücü, bölgedeki Arap ve Müslüman ülkelerin tepkileriyle orantılı olacaktır... Bu tepki, Irak, Libya, Suriye gibi anti-Anglo-Saksoncu gurubun, dünyanın en önemli petrol bölgesine sahip olan Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve BAE gibi kökten Anglo-Saksoncu Arap ülkelerinin aynı ipe dizilen tespih taneleri gibi bir araya gelmeleri ve bu saflara İran’ı katmalarıyla mümkündür... Şu an için, çok zor bir teori...Bunların elindeki petrol, ancak bu şekilde silaha dönüşebilir. Bu bağlamda, ABD’nin yumuşak karnı, Aramko’dan, Sokar’a ve Orta-Asya’ya kadar deşilebilir... Anglo-Saksonlara karşı, Afrika ve Asya’daki Müslümanların çoğunun da diş bilediği malumdur. Bunların insan potansiyeli açısından önemi, yadsınamaz.(Pek çoğu canlı bomba olabilir. Bu da Anglo-Sakson-Yahudi emperyalizminin turizmden, ulaşıma kadar pek çok alanda sarsılmasına yol açabilir.) Dünyanın diğer güçleri ve mazlum uluslarının da, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakından neler çektiğini pek çok ülkedeki insanlar bilmektedir. (Güney Amerika ülkelerinden en son ve en somut örnekler ekonomik çökertilme açısından Arjantin’le, nihayet darbeye maruz kalan dünyanın dördüncü Büyük petrol ülkesi Venezüella, bunu şu süreçte sıcağı sıcağına yaşamaktadırlar). Tüm veriler birleştirilirse, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının şu an için değilse de, orta ve uzun vadeli süreçteki geleceği, çok parlak görülmemektedir...”
Evet, Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının, uzun vaade de çok parlak görülmeyen geleceğini karatma adına, bilinçli ya da bilinçsiz hareket edenlerin, onların ana merkezlerinin dışındaki İstanbul ve Madrid gibi yerlerde, bombalama işlerine girişimlerini şu şekilde tahlil edebiliriz:
1.Bu saldırıyı düzenleyenler, malum ittifakın bulunduğu coğrafyaya saldırı yapabilecek kadar güçlü bir organizasyona sahip değil; o nedenle ittifaka müttefiklik yapan ülkelerin toprakları seçilmektedir. Ne yazık ki bu faaliyetleri için, bizim topraklarımızı da seçmişlerdir...
2. Diğer bir yaklaşım ise, bu çeşit saldırılar, Yahudi asıllı teorisyen Hantingtın’ın düşünceleri ile örtüşsün diye, malum ittifakın istihbaratlarınca yönlendirilmekte ya da onların istedikleri mecraya doğru kanalize edilmektedir. Bundaki kazanç ne olabilir? Bu konuyu izaha devam edeceğiz...
|