Pusula

 

Bayram Akcan  

Eyvah ! TÜRKçe ‘sal’lanıyor


Siyasal, parasal, ruhsal, sınıfsal, sanatsal, yazınsal, ulu(s)sal, tarımsal, toplumsal, kırsal, onursal, yapısal, kişisel, dinsel, görsel, tarihsel, mezhepsel, bölgesel, bilimsel, eylemsel, kentsel, yöresel, düşünsel, tinsel... Neredeyse herkes artık bir sallı yada selli kelime uyduruveriyor. “Sal”layarak konuşuyoruz artık. Kimse düşünmüyor ki; Latin kökenli bu ekler hem Türkçe’nin gramer yapısını bozmakta, hem de dili ruhsuz, cansız kelimeler yığınına dönüştürmektedir. Bu aslında kendini bütün değerlerden azâd kabul ederek aydın, çağdaş görünmek isteyenlerin ve başkası ne der? diyenlerin ruhi bunalımıdır.

Bugün maalesef Türkçe’miz dört şekilde bozulmaktadır. Milli aydınlarımız bile zaman zaman bu suça ortak olmaktadır. Şöyle ki:
1. Türkçe’de karşılığı olan kelimeler yerine yabancı kelime kullanılmasıyla. Türk insanı artık hastane yerine “Hospital”e, merkez yerine “Center”a, berber yerine “kuaför”e gitmektedir. Aksaray ile Sultanahmed Meydanı arasındaki cadde üzerinde kaç tane Türkçe isimli işyeri sayabiliriz?
2. Sokak ağzı yada argo. Kültürsüz insanların kendince bazı kelimelere mana vererek kullandığı yersiz, yurtsuz, soysuz bir anlaşma vasıtasıdır. Sonra da Türkçe lastik gibi nereye çekersen geliyor diyoruz! Lastik gibi sünen aslında bizim değerlerimiz.
3. Kelimelerin yanlış kullanılması. Mesela; seyretmek yerine izlemek diyoruz. Televizyon izlenmez, seyredilir. Tepki kelimesi de bazen yanlış kullanılmaktadır. Olumlu tepki diye bir ifade olmaz. Çünkü tepki bir duruma karşı olumsuz tavırdır. Bu çeşit hataya maalesef hepimiz düşmekteyiz.
4. Uydurmacılık hastalığına müptela olanların ürettikleri ruhsuz, cansız kelimeler. Us (akıl), miras (kalıt), dinlence (tatil), umu (istek, arzu, ümit, temennî), bulunç (vicdan), ulus (millet), onur (şeref, haysiyet, kibir, gurur, izzeti nefs), yaşam (hayat), tensel (bedeni) gibi milletten ve onun değerlerinden uzak insanların yarattığı (!) kelimeler.
Bugünkü asıl konumuz öztürkçe konuşacağız diye dil ırkçılığı yapanlar. Türkçe’de de her dilde olduğu gibi, başka dillerden gelen kelimeler mevcuttur. Türkçe’de bulunan Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri tasfiye etmek isteyen uydurmacılar, yüzyıllar önce Türkçe’ye geçerek üstünde Türk mührü taşıyan bu kelimeleri dilden atmak istemektedir. Bu dil anarşistleri bilmeli ki; millet ve sahip olduğu dil bir anda değil, tarihin teknesinde yoğrularak asırlar içerisinde ortaya çıkmıştır. Ve bu millet aldığı kelimelere farklı ses ve mânâ ile birlikte kendi ruh ve şuurunu vermiştir. Dünyada saf ırk aramak gibi, saf bir dil aramak da beyhudedir. Bugün artık Türkçe’deki Arapça ve Farsça kökenli kelimeler, Türk mührünü taşımaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ismi bile öztürkçe değildir. Milletimiz de o kadar çok Mehmed, Ali, Ayşe, Fatma ismi var ki... Millet, vatan, kalb, beden, ruh, ömür, sabır, ceza, can, din, iman, kitap, şemsiye, asır gibi nice kelimeler artık Türkçe’dir. Ne yapalım bunların kökü Arapça’dır deyip binlerce Türkçeleşmiş kelimeleri dilimizden atalım mı? Unutmayınız ki, dil hazinesi ne kadar genişse, insanlar o kadar kendilerini ifade edebilirler. Millet kelimesinin taşıdığı mânâ “ulus”ta var mıdır? Ama bazıları inatla bu kelimeyi söylemekte ısrar ediyorlar. Yeryüzündeki insanların ortak anlaşma vasıtası haline gelmiş İngilizce için Voltaire; “İngilizce fena konuşulan Fransızca’dır” demektedir.
Uydurmacı zihniyetin amacı; Türkçe’yi fakir, cılız, insanların düşündüklerini ifade edemeyen kabile dili haline getirmektir. Yeniliğe tapma hastalarının, Öztürkçe konuşacağız diye dil ırkçılığı yapmaya kalkışmasıdır. Tasfiyeciliğin özünde Osmanlı daha doğrusu İslâm düşmanlığı vardır. Ziya Gökalp, sadeleşme meselesini Türkçülüğün Esasları eserinde çok güzel ifade etmiştir.
Dil ırkçılığının sonunu anlamamız için şu hatıra çok yeterlidir: Bir gün zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’la karşılaşır. Yücel, Onar’a İdare Hukukunun Esasları adlı kitabının dilini beğenmediğini söyler. Onar, meseleyi anlatmaya çalışsa da buna muvaffak olamaz. Yücel’in cevabı çok mânidardır: “Ne yapalım efendim, Osmanlıca kelimeleri gene de kullanmamalıydın. Varsın kitap eksik kalsın. Mesela ben Mantık kitabımın son baskısında, söylemek istediklerimin yarısını yazamadım; ama eser öz Türkçe oldu ya, sen ona bak!”
Bugün dilimiz (yeni uydurukçalar hariç) artık tabii mecrasına oturmuştur. Bugün bizler “nur-ı aynım” yerine, gözümün nuru demekteyiz. Fakat öztürkçeciler, Fransızca Onur kelimesini kullanarak dilimizden şeref, haysiyet, gurur, izzet-i nefs gibi Türkçe’mizi zenginleştiren kelimeleri yok etmeye çalışıyorlar.
Dil anarşistleri yüzünden milletimiz bugün Atatürk’ün Gençliğe hitabesini de, İstiklal Marşını da anlamaktan acizdirler. Bırakın 60-70 sene evvelini eğer dil tasfiyesi böyle sürerse on sene önce yazılan bir metni anlamakta güçlük çekeriz. Yunus’un Türkçesi, konuştuğumuz Türkçe milletin malıdır. Milletin dil gibi hazinesini yağmalatmaya çalışmak ihanettir. Türkçe hiçbir zümrenin de ideolojik ve keyfi insafına bırakılamaz. Dil milletin sesli bayrağı, konuşan toprağıdır. Türk iseniz Türkçe’ye sahip çıkın ve ne olur Türkçe’yi sala bindirip sele vermeyin. Necip Fazıl; Türkçemizin düştüğü bu kötü durumu ne güzel ifade etmiştir;
Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim...





www.ufukotesi.com - 04 / 2004  

bayramakcan@mynet.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.