Geniş Açı

 

Ali Arif Esatgil  

Erkekler ağlar ya namertler...


KALEMİN, kağıdın hükmünü yitirdiği anlar olur... Gözlerinize bir bulut çöker, yüreğinizde yakıcı bir sitem, boğazınıza hüzün düğümleniverir. İnsan, ömrünün çok az anında -ki, içinde insanlıktan eser kalmışsa- “Bu da mı olacaktı” der kendine. Sessizliğin içinde soylu bir öfke dizginlenmiştir. İki çiğ damlası gibi, iki gözyaşı damlası özetler kazanç ya da kaybınız. Kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim demeye eş değerdir bu gözyaşları...

O anın nadideliği kadar, o anın yalnızlığı da önemlidir. Kim bilir, kimlerin silüeti gelir geçer önünüzden. Sevecen, uysal, dost, öfkeli, sahtekar, riyakar, menfaatperest, iki yüzlü, doğru sözlü, yiğit, ödlek, hain, kahraman... Ve hayatımızdaki yekûnu o kadar azdır kı, özü ile sözü birbirine denk düşenlerin. Taşırız yıllar yılı sırtımızda ‘düzelecekleri, doğruyu görecekleri’ umuduyla. ‘Bizden’ deriz. Benimseriz. Aklımızın ucundan bile geçmez sırtımızdan harçerleyecekleri... Üstümüze kabus yürürken, sırtlarını dönüp, sırra kadem basacakları. Hoş, bir yola çıkmışsanız; çok da umursamazsınız döneklikleri ihanetleri. Bilirsiniz ki, ‘kutlu yollar yufka yüreklilerle aşılmaz...’ Dönersiniz içinize... Kanatır yüreğinizi, kutsal bildiğiniz ne varsa hepsini haraç mezat pazara sürenlerin gayretkeş çabaları. Bir kabus içinde olduğunuzu telkin ederek direnirsiniz. Yıkılmamak için, sabaha doğru kayan gecenin bir ucundan yıldızları gözlersiniz. Bir yiğide yakışır bu gözyaşları... Ve kim uydurmuşsa o masalı bilirim artık yalandır: Erkekler ağlar... Ama nametler neyler onu bilemem... Onların tepkisi nedir kutsallarına el uzatılınca! Gözleri yaşarır mı, kalplerini hüzün sarar mı, bir başlarına dünyaya karşı nefs-i müdafa zorunda kaldıkları olur mu? Bir yiğit adam ağlarken, Denktaş yürek sesini gözlerine yansıtırken işte bunlar gelip geçti aklımdan. Üsküdar’ın bildik sokaklarını arşınlıyordum. Balaban’da, Salacak’ta, Doğancılar’da sıradan bir gün yaşanıyordu... İnsanlar ‘öğütlenen telaşları’ içinde sağa sola koşuşturuyordu. Kaçının aklından ‘vatan’ mefhumu geçiyor, diye merak ettim. Kaçı, Denktaş’ı anlayabilir? Herşeyleri programlanan, sevgileri bile ölçülü hale getirilen, inançları belli oranlarda şırınga edilen, umutları dirhem dirhem dağıtılan bu insanlara bakınca, Denktaş’ın gözyaşlarını daha anlamlı buldum. Yaşı kırkın üstünde olanlar, en azından Kıbrıs Barış Harekatı’nı hatırlayabilir.. Lambalı radyolarda ajansa saatine ayarlanmış kulaklar, karartma anları, cepheden gelen müjdeler, kan kuyrukları... Hiç mi bir şey ifade etmez artık Kıbrıs bu insanlara... Cinnet toplumu dedikleri bu olsa gerek... Herşeyin paraya, tene ve bencilliğe tahvil edildiği, bütün ölçünün bedensel hazlara indirgendiği bir dünya. Nasıl ağlamasın Denktaş! Popstar olmak için geceden kuyruğa giren onbinlerece genci olan bir Anavatan’da, kendisine destek olanların sayısına bakınca, neden burkulmasın yüreği... Ama onu yürek diliyle konuşturanın bu gençlikten çok, kutlu davasında bir dönemen kendisine alkış tutanların, ‘senenleyiz’ diyenlerin olduğu inkar edilmez bir gerçek. Herkes topu birbirine atıp duruyor. Tek ölçü var: Avrupa Birliği’ne kayıtsız şartsız üye olmak. O zaman Kıbrıs beyzadeler için bir şey ifade edecek. Yeşil Ada’nın bakir sahillerine konduracakları beş yıldızlı oteller, casinolar, campingler dolar akıtacak. Yüzleri gülcek, cepleri dolacak. Şimdi ne diye Kıbrıs için çırpınsınlar. ‘Bir koyup, üç almaları’ mümkün değil ki... Tabii ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet’ne yapılan yardımları dillerine dolayacaklar. Daha önce de yazdığımı hatırlıyorum: Oraya giden yardımlar burada kalsa, yağma hasanın böreği daha da kabaracak. Batı Trakya’dan kaçıp Türkiye’ye sığınmış ve evlad-ı iyalini ecmainden bir holdingin kanatları altına vermiş şahıs yıllar önce söyleyince, işin sırrını çözememiştim: Ne gerek var Kıbrıs’a bu kadar para akıtıyoruz abiciğim. Sırtımızda kambur. Çözelim gitsin... Yıllar sonra hortumları ayyuka çıkınca işin rengini ancak çözebildik. Hem Batı Trakya’dan kaçıp geleceksin, hem de Kıbrıs’a milli dava gözüyle bakmayacaksın... Nereden bakarsak bakalım, Denktaş’ı en kötü hançerleyenler, kendi milletlerini milli konularda bu kadar çok istismar edip, sonra da ortadan bırakanlar oldu. Bunu hemen her kesim bir şekilde yaşadı. Ne hazindir ki, en son Denktaş’a geldi sıra. Ve artık vatandaşa ‘niye tepkisizsin’ demek de, abesle iştigal haline geldi... Düşünmemeyi, sadece itaat etmeyi öğütlediler yıllar yılı. Düşünmeyeceksin! Tam düşünmeye, işi çözmeye başlıyorsun bir bakıyorsun hooooppp adam Sam Amcası’nın kollarında... Sonra sil baştan! Her kesime ayrı bir hokkabaz musallat etmiş olmalılar ki, artık millet her şeyden elini eteğini çekmeyi yeğlemiş. Bıkmış ‘maymuna bak’ oyunundan. Ve gelinen noktada düşünenler varsa da susuyor... Yani hangi yanlış, mendebur adamın ekmeğine yağ sürerim endişesiyle köşesine çekilmiş... “Kıbrıs gidiyor...” diyorsun, “Zemin hazırlayanların bir bildiği vardır” diye cevaplıyor... “Kerkük, Musul, Erbil...” diyecek oluyorsun, yutkunuyor... “Avrupa Birliği, küreselleşme, kültürel yok oluş...” Daha lafını tamamlamadan, “Bunları programların hayatlarına bak, çocuklarını okuttukları okullara, danışmanlık yaptıkları holdinglere bir göz at...” diye kestirip atıyor, haklı olarak.. ... Ve Denktaş’ın gözleri doluyor. Bir yiğit adam ağlıyor... Ona bile aynı oyunu oynadıktan sonra, onu bile yarı yolda bıraktıktan sonra, sokaktaki adam kimin umurunda... Denktaş’ın gözyaşları salt Kıbrıs davamız için değil, bütün milli değerlerimiz için çok şeyi ortaya koyuyor ve bizi düşünmeye çağırıyor.


www.ufukotesi.com - 04 / 2004  

aliarifesatgil@hotmail.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.