..... dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilk bahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Bu dalga ile birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite çıkmıştı. Beraberinde aşk tanrısı olan kabul edilen oğlu Eros da vardı. Kumsalda yürüdükçe bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu.
Uçağımız Kıbrıs semalarına girince Homeros’un Venüs’ün doğumunu yazarken yer olarak Kıbrıs’ı seçmesinin tesadüf olamayacağını düşünüyorum. Akdeniz’in turkuvazdan maviye, yeşile çalan tüm renkleri ıssız Kıbrıs kumsallarına vuruyor. Sabahın erken saatleri adaya çöken sis yavaş yavaş kalkarken bir hayal ülkesine vardığını hissettiriyor insana.
Adada iki adet havaalanı bulunmakta Geçitkale ve Ercan. Ercan havalimanı kapalı olduğu için Geçitkaleye iniyoruz ortalama 1 saatlik bir transferden sonra Girne’ye varılıyor. Eğer adaya ilk defa gelmişlerse uçaktan inenleri ilk şaşırtan şey buradaki bütün taksiler son model mercedes olması . Kısa bir süre öncesine kadar gümrük kanunlarında bulunan bir yasa nedeni ile Avrupa’dan yüzlerce araç büyük vergi indirimleri ile getirilmiş. Bu yüzden adada neredeyse kişi başına 2 yada 3 araba düşüyor.
Kıbrıs’ın turistlerle dolması taşması için biraz erken vakitlerde buradayız aslında. Bu nedenle kalabalıktan uzak sakin dar taş sokakları ile Girne tamamen bize ait.
Gayet hoş bir başlangıç yapıyoruz buraya. Kahvaltı için marinanın olduğu ufak limana iniyoruz burası gördüğüm en ufak marina, etrafında birkaç cafe var limana giren çıkan tekneleri seyrederken ve büyük kalenin manzarası eşliğinde Kıbrıs’ın meşhur koyun peyniri hellim ile kahvaltı ediliyor.
Girne’yi tanıtmadan önce defalarca el değiştiren Kıbrıs’ın tarihinden biraz bahsedelim. Konumu nedeni ile bu kadar sahip değiştirmesi ve sahiplenilmeye çalışılması pek şaşırtıcı değil. 5500 yıl önce bu topraklarda ilk insanın yaşamaya başlamasından bu yana uğruna pek çok savaş yapılmış . Asurlular, Mısırlılar, Persler’den Büyük İskender’e kadar pek çok medeniyetin izlerini sürmek mümkün burada. Ve tabi tüm Akdeniz’de olduğu gibi kaçınılmaz olarak Roma İmparatorluğunun sınırlarına dahil olmuş ve uzun süre; ta ki 1571 de Osmanlılar’ın eline geçene kadar Bizans eyaleti olarak kalmış.
Osmanlı sancağı dalgalanmadan önce uğruna bu kadar kan dökülen ada ilginç şekilde 1191 de haçlı komutanı olan aslan yürekli Richard tarafından templier şövalyelerine daha sonrada adada hakimiyet kuramayan şövalyeler tarafından tekrar Richard’a geri satılmıştır. Adaya tekrar sahip olan kumandan bu seferde Kudüs’ten kovulan Kudüs kralı Lusignan’a Kıbrıs’ı satmıştır. Lusignanlar dönemi adada bulunan sanat eserleri ve mimari eserler açısından oldukça verimlidir. Venedikliler ile Cenevizliler arasında ticari açıdan çekişme konusu olan ada en nihayetinde II. Selim döneminde Osmanlı idaresine geçmiştir. 1877 tarihinde, 93 harbi sırasında, Rusların üstün gelmesi ile imzalanan Ayastefanoz anlaşması ardından İngilizlerin Osmanlılara uygulanan şartlara sözde yumuşatma girişimi sonucu anlaşmaya dahil olması ile adada ki İngiliz hakimiyeti dönemi başlar. Başta Osmanlı egemenliğindeki adaya her yıl kira ödeyen İngilizler I. dünya savaşı sırasında adayı ilhak ettiklerini açıklarlar. İngilizlerin gelmesi adada bulunan Rum nüfus ve Türk halkı arasındaki bitmek bilmez sorunların başlangıcı oluyor. 1959 da İngilizler anlaşmalar uyarınca adadaki hakimiyetlerinden çekilmişlerdir. Ama bugün gittiğimiz; iki ayrı devletin demokratik ve uluslar arası şartlarda aynı toprakları paylaştığı adada İngiliz gölgesini artık görmesek bile hissedebiliyoruz. Belki bu kadar siyasi çekişmeler anlaşma aşamaları arasında bundan bahsetmek pek doğru değil ama bazı şaşırtıcı görüntüler ister istemez düşündürüyor. En azından trafik hala ters taraftan akıyor. Ve de bu aralar adada en çok para kazandıran en gözde iş emlakçılık, tüm ilanlar İngilizce ve müşteri kitlesi de yaşlı emekli İngilizler. Girne kent imarı olarak oldukça eski bakımsız görünse de tepelere doğru çıkıldıkça en ünlü ve pahalı kentleri kıskandıracak villalar sıralanıyor.
Tüm bunları bir yana bırakırsak adanın tarihinin eskiliği ve çeşitliliği nedeni ile pek çok gezilecek, yer görülecek mekan var. Bunların başında limana bakan Girne kalesi geliyor. Bugün Girne ile ilgili pek şeyi bulabileceğiniz kale günümüzde müze olarak kullanılıyor. Roma döneminde yapıldığı sanılan kale limana hakim konumu ile Girne’nin en güzel karelerini sunuyor gözlerimize. Kale içinde Kıbrıs’tan çıkan antik kalıntılar M.Ö 4. yy dan kalma batık geminin kalıntıları Lüsignen zindanları ve de küçük bir şapel bulunmakta. Fakat buradaki en ünlü gezi noktaları şüphesiz bella pais manastırı ve st. Hillarion tepesi. Bella pais 13. yy ın başından kalma eski bir manastır ve kilise kompleksinin kalıntıları ve duvarları. Konumu kuşbakışı tüm şehre hakim.
St. Hillarion ise bella pais den 1 yy önce inşa edilmiş daha da yüksekte bulunan oldukça büyük bir kale. Bunların dışında Girne’de dar sokaklarında yürüyerek aralarda kalmış ufak anıtlara tarihi binalara ve buraya özgü mimaride yapılmış güzel evlere rastlamak mümkün.
Burası insanın içini ısıtan küçük bir kasaba aslında. Görkemli zengin görünümlü “casinolara” ev sahipliği yapsa da kendine özgü tatları olan, kendine has bir rüzgarın içinden geçtiği, dinlendirici, yemyeşil tepelerinde huzur bulunabilinecek, Akdeniz’in tuzlu sularının kumsallarına vurduğu yazın kavuran güneş ile Girne...
Uçakla her gün ulaşmanız mümkün ayrıca Antalya ve Taşucundan düzenli feribot seferleri yapılıyor. Girne’de yemek konusunda kendin özgü tatların dışında pek çok iyi yemek ve servis yapan restoran bulmak mümkün. Alışveriş konusunda da oldukça iddialı. Yurtdışından gelen bir çok markayı düşük fiyatlarla bulabilirsiniz. Tabi tüm Akdeniz insanları gibi siesta yapmayı seven Kıbrıslılar dükkanlarını olur olmaz saatlerde kapatıp gittikleri için birazda şanslı olmanız gerekiyor.
Yavru vatan Kıbrıs’a, tarihi ve doğal tüm güzellikleri ile birlikte, kalbimiz sıcacık veda ediyoruz.
|