Ünlem !

 

Asuman Özdemir  

Kurnazlar iş başında


Bu ay ki yazımı Musul ve Kerkük üzerine hazırlarken, Necip Türk Milletim 28 Mart’ta yaptığı seçim sonucu kendi kaderini tayin ederken, bana da tarihin sayfalarına bir daha dönüş yaptırarak beni öykücü ablaya çevirdi. Kıssadan hisse deyip başlayalım.


“Uzun zaman Devlet-i Âliye’ye vezaretle, valilikle hizmet eden Ali Paşa bir gün padişahın gazabına uğrayarak işinden azledilir. Paşa Fatih’teki konağına çekilerek affolunup yeniden mühim bir mevkiye getirileceği günü odasında Kur’an okumakla, beş vaktine beş katıp nafizle namazları kılmakla geçirerek beklemeye başlar. Aradan aylar, hatta seneler geçer, ve saraydan hiçbir haber çıkmaz. Konak yavaş yavaş köhneleşip dökülmeye, kethüdalar, kâhyalar, uşaklar, hizmetçiler teker teker konağı terk etmeye başlar ve Ali Paşa tek bir uşak ile kalır. Aylardır maaşını alamamış uşak ise nasıl olsa bir gün paşa göze girer ve bütün bu sadakatimi unutmaz, biriken maaşımı verdiği gibi beni kethüdası bile yapar ümidiyle harabe konağı idare etmeye, Ali’nin külâhını Veli’ye, Veli’ninkini Ali’ye giydirerek efendisini açlıktan korumaya devam eder.
Seneler geçmekte, sabır son noktasına gelmektedir. Bir gece alacaklılardan başka kimse tarafından çalınmayan kapının tokmağı bütün konaktan duyulur. Bir nefeste fırlayıp kapıyı açan uşağın karşısında bir bostancı neferi durmaktadır.
- Ali Paşanın konağı burası mı? Heyecandan dili tutulmuş uşak “evet” makamında başını sallar. Çavuş,
- Küffara sefer olunacak. Bu gece Divan toplanıyor. Sadrazam paşalardan fikir almak istiyor. Ali Paşa derhal saraya gelsin, der. Uşak üst kata koşup paşaya haber verir ve yalvarmaya başlar.
- Aman paşam, sen kâmilsin, sen fazılsın. Aman ayağının altını öpeyim; Divanda en iyi fikirlerini ver, Sadrazamın gözüne gir, bir memuriyete kon; yarına artık bakkaldan ekmek bile alamayacağız….Paşa mum ışığında okumakta olduğu Kur’andan başını kaldırır, ağır ağır kavuğunu, güvelere senelerdir ziyafet olan padişah ihsanı samur kürkünü giyer ve uşağına “Haydi, der, vur çelebiye palanı” Çelebi, ahırda tek kalmış, yediği bir avuç ottan bir deri bir kemiğe dönen eşeği Ali Paşa’nın. Paşa eşeğe binerken uşak hâlâ söylenmektedir.
- Aman paşam, ayağının tozu olayım paşam, göster kendini paşam, aman paşam. Paşa ön kapıdan çıkar, o da arka kapıdan fırlayıp kestirme yollardan sarayın yolunu tutar. Sarayda perde çavuşlarından birisi hemşerisidir. Kafası hep Ali Paşa’nın ne söyleyeceğindedir. “Ah,” der kendi kendine, “bir sadrazamın gözüne girebilse; şöyle söylese, böyle dese de bir memuriyet alabilse. Belki valilik, belki vezirlik; olur ya sadrazam paşa, bizim paşayı sefere bile götürür.” Peşinden de bildiği bütün namaz surelerini okuyup dua etmektedir. Uşak, perde arkasından Divan toplantısını dinlemeye başladığında sadrazam şöyle demektedir.
- Paşalar, devletlû sultanımız küffara sefer buyurdular. Ben ordu ile serhadde gidiyorum. Dahilde ve hariçte ne gibi tedbir tavsiye edersiniz?
Divandaki bütün paşalar dikkat kesilmişler; yalnız Ali Paşa kavuğu gözlerinin üstüne düşmüş âdetâ uyumakta. Elindeki tesbihi bile düşecek. Uşak gördüğü manzaradan perişan. Paşalar sıra ile konuşmakta, çeşitli tedbir ve tavsiye ileri sürmekteler. Sıra Ali Paşa’ya gelir. Paşa, gözlerini yarım yamalak açar, kavuğunu biraz geri itip
- Sefer devam ettiği müddetçe fakirin gıdası zenginin eğlencesi olan leblebiye narh konulmasını tavsiye ederim, der ve başı aşağı düşüp uyuklamaya devam eder.
Uşak çılgına dönmüştür. Arka yollardan konağa döner; bir taraftan bir bohça içine nesi varsa toplamakta, bir taraftan da Ali Paşa’ya küfürler yağdırmaktadır. Yarından tezi yok, konağı terk edip köyüne dönecektir. Ali Paşa konağa dönüp üst kattaki odasına çıkarken uşağın bağırması komşu konaklardan duyulur.
- Hay seni paşalar götürsün bre bunak, bre ahmak, bre sersem. Bula bula söyleyecek leblebiye narh mı buldun? Allah seni nasıl bilirse öyle etsin. Yarından tezi yok ben köyüme gidiyorum. Hakkımı da helâl etmem. Gözüne dizine dursun. Yeni camide sana sadaka verecek olanın gözü kör olsun…… Paşa odasına çekilir. Sabah ezanı okunurken uşak sırtına vurduğu bohçası ile tam kapıdan çıkarken yine bostancı çavuşu ile burun buruna gelir. Bostancı çavuşunun arkasında bu defa eli fenerli dört atlı ve üstü gümüş kakmalı eğeri ile bir at yedekte durmaktadır. Bostancı
- Çabuk paşaya haber ver, sadrazam seferde olduğu müddetçe kendisi sadaret kaymakamı tayin oldu. Çabuk saraya gelip mühürü alsın. Sadrazamın kendisine hediye ettiği Arap atı da yedeğimizde. Hadi çabuk.! …Uşak kulaklarına inanamaz. Koşarak paşanın odasına girer girmez ayaklarına kapanır.
- Paşam, der sadaret kaymakamı tayin oldunuz. Saraydan bekliyorlar. Ve yalvarmaya başlar. Ben ettim sen etme, af büyüklerin hatâ küçüklerin, kulun kölen olayım’ların bini bir paradır. Ali Paşa hiç telâş etmeden sedirden doğrulur kalkar.
- Afetim, der affettim, hiç merak etme, hattâ seni kethüdam tayin ettim. Uşak şaşkın, kekeleyerek “Paşam Allah sana uzun ömür versin, bin yaşa. Ama ben anlayamadım. Affedersin yani ama o Divanda söylediğin ipe sapa gelmez lâftan sonra seni niye sadaret kaymakamı yaparlar? Allah aşkına de bunu bana.” Ali Paşa,
- A oğlum, sen sadrazam paşanın bizi akıl almak için mi topladığını sanmıştın? Ah cahil ah! Sadrazam paşa, paşalar içinde en aptalı hangisidir de onu bulayım, ben seferde iken ayağıma karpuz kabuğu koydurup beni sadaretten etmesin diye Divan topladı. Sadrazamın akıl sormayacağını ben bilmez miyim? “ der…..
Şimdi sorarım sizlere.
Baş nazırımız unutur mu hiç bunca kaosun içindeyken bile şehreminliğinden geldiğini?
13 milyon kişi gerçekten onları seçtiklerini mi sanıyor? Yoksa;
Onlar yani seçilenler; seçildiklerini mi sanıyorlar?
Aynı şey atananlar için daha net görünüyor da, adı seçim olunca mı politika ve demokrasi sıfatları ile yaldızlanıyorlar?
Bu sadece kurnazlık ve cambazlık. Ama bir ipte iki cambaz oynamaz.
Anlattığım hikâyenin tarihi mi? O benle Üsküdar’dan Yola Çıkan Fuat Andıç arasında.



www.ufukotesi.com - 04 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.