Biz şimdilerde o günlerden daha baskın şekilde hakim batı uygarlığına ait kalıpların tesiri altında bulunuyoruz ve bu kalıplar sadece tesiri altına aldığı değil ait olduğu coğrafyaların insanını da zihin ve ruh bakımından derinden sarsmış, varoluşlarını anlamlandırmak için hangi değerlere bağlı kalacağını bulamaz bir hale gelmiştir. 1960’lı yıllarda Çin’in lideri Mao Almanya Dışişleri Bakanı Straus’la görüşmesinde Amerika fert kapitalizmini, Sovyetler devlet kapitalizmini uygulayarak bütün dünyaya zarar verdiklerini bunun dünyanın geleceği için tehlikeli olduğunu söylüyor. Ertesi gün gazeteciler De Gaulle’ye bu sözler hakkındaki yorumunu sorduklarında De Gaulle onlara şöyle cevap veriyor: “Yanlış düşünmüşler, şu anda başı Belgrad’da ayakları Çin Seddinde uzanmış yatan bir gövde var ki eğer bu idrakine kavuşursa asıl tehlike o zaman doğar.”
Bu noktada Türkiye hem varlığını sağlıklı bir biçimde devam ettirebilmek hem de üzerindeki medeniyet temsilciliği mesuliyetini yeniden taşıyabilmek için dünyaya bugünkünden farklı birşeyler söyleyebilme potansiyelini ve gücünü harekete geçirmeyi düşünmelidir. Kendi potansiyelimizi harekete geçirmek ortak değerleri üretmekle ve yaşamakla mümkün olabilir.. Yoksa birşeylere veya birilerine karşı olmakta birleşmek ancak kısa vadeli ve yüzeysel bir mahiyet ifade eder. Bu dilde, bu coğrafyada, bu tarihin içinde oluşmamış kavram ve çerçevelerle bu toplumun birlikte yaşama gücüne katkı sağlayamayacağımızı bilmek gerekiyor.
Asıl olan inşa edicilikte birleşmektir. Ortak değerlere ortak kabullere sahip olanlar inşa edebilirler. Ancak onlar asl’a vasıl olabilirler. Bu toplumun ortak şuuruyla, dünya görüşüyle nasıl bir temas kurduğunun muhasebesini yapmayanlara ancak elden geldiğince yol gösterilmeli, bunlar asla baştacı edilmemelidir. Değerlerimiz için, varlığımız için feryat ediyorsak tarihte devamlılığa en faydalı tavrın kendini inşa edici kararlılık olduğunu idrak etmeliyiz.
Bugün bu ülkede özellikle gençler şöhret olmak için otellerin önünde binlerce kişilik kuyruklar oluşturuyorsa bunun arkasında içine düştüğümüz kültür boşluğu vardır. Kimliksizlik vardır. Bu kuyruklardakileri birleştiren asla üzerinde iyice düşünülmüş bir tercih ve hedef değil, “kültürsüz medeniyetin” insanlığa hediye ettiği iç boşluğudur. Varoluşunu anlamlandırmak için bizim kadar büyük bir potansiyele sahip olan ve bu potansiyeli ile temas kurmayı beceremeyen başka bir millet yoktur. Erol Güngör “Dünkülerin normal davranışları bugün meziyet haline gelmiştir.” diyor. Bugünümüzden şikayetimiz varsa, hakim olan batı uygarlığı ve zihniyeti bu vaziyeti körüklüyorsa bize ait olan düne ve ürettiği asil değerlere daha ciddi yaklaşmalı...
Bugün eğer biraraya gelen insan sayısı arttıkça en çok kullandığımız kavram ve kelimelerin dahi anlamı bulanıklaşıyorsa, ruh ve düşünce bütünlüğümüzü sağlayabilmenin ne kadar büyük bir çabaya bağlı olduğu anlaşılmalıdır. Sığ insanlar birbirleriyle sadece günlük olanı paylaşabilirler. Gönlünde ve zihninde dün’ü, bugün’ü, yarın’ı kopmaz bir bütünlük çerçevesine oturtanlar kalıcılığı yakalayabilir. Ve ancak derin insanlar günlüğün yerine, sathiliğin yerine hayatı paylaşabilirler. De Gaulle’in tehlike olarak gördüğü dev kaybettiği meziyetlerini tekrar arayıp bulursa ve bulduklarını uygularsa bu dünya yaşanılabilir hale gelecek inancındayız....
“Senin fikrin nedir?” diye sorulduğunda yedi sekiz kelimenin etrafında dönüp dolaşılırsa aidiyetin hükmü de belirtisi de kalmaz. Onun için hepimiz bu milletin hayatiyetine katkı sağlayıcı teşebbüslerde bulunmalı ve birbirimize yardımcı olmanın, omuz vermenin yollarını aramalıyız. Bugünkü halimize birlikte dertlenmeyi, birlikte hüzünlenmeyi başarırsak yarın için umutlanmaya hakkımız olur.
|