-

 

Mustafa Görkem  

SİL BAŞTAN!


Eşref Bitlis Paşa’nın Aziz Hatırasına… Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu’nun “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” adını taşıyan kitabını 8 saatlik bir şehirlerarası yolculuğu boyunca okuyup bitirdikten sonra dudaklarımızdan ilk dökülen Kan kusarım kızılcık şerbeti içtim derim sözü oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerilla savaşına dönük taktikleri arasına gayrı nizami harp kavramını ilk kez yerleştiren ve bizzat Hakkari ve Kuzey Irak dağlarında uygulayan komutanımızdır Osman Pamukoğlu. Bugüne kadar 16 baskı yaptığını tespit ettiğimiz kitapta anlatılanlar, üzerinde hiçbir değişikliğe gerek duyulmaksızın bir televizyon veya sinema yapıtında kullanılabilecek gerçekliğe ve çarpıcılığa sahiptir.

Hem böylesi bir yapımın altına Söz konusu olay ve kişilerin hayal mahsulü olduğu ibaresini belirtmeye de gerek kalmayacaktır!
Hakkari ve çevresinde görev yaptığı iki buçuk yıl içerisinde 3 kere suikast girişimine maruz kalan bir komutanın Güney Doğu sendromu adı verilen travmayı Türk askerleri üzerinden nasıl kaldırdığı çarpıcı ve hatta dehşet verici bir üslupla en küçük ayrıntısına kadar anlatılmaktadır. Kitabın sonuna eklenen ve 1984-1995 yılları arasında Hakkari birliklerine mensup şehit Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin isim listesinde isimleri yer alan kahramanlarımızın bebekleri, gözü yaşlı anaları ve kadınları tekrar gözlerimizin önünde canlandı. Bu şehitlerimizden birinin Anadolu’da bir köy mezarlığında bulunan mezarını her bayram olduğu gibi yine ziyaret ettiğimizde daha farklı hisler taşıyorduk. 21 yaşında vermiştik toprağın kara bağrına Faik oğlu Mehmet’i. Geride 18 yaşında bir köylü kızı, 2 aylık bir bebek ve şuurunu yitirmiş bir anne bırakarak gitmişti Mehmet. Pamukoğlu’nun da kitabında adeta ağlayarak yazdığı Ortaklar Jandarma Karakolu baskınlarından birinde 14 silah arkadaşı ile birlikte uçmağa varmıştı Mehmet. Bir Anadolu mezarlığında devletin yaptırdığı güzel ama üzeri kurumuş otlarla kaplanmış bir mezarda yatıyordu.
1995’ten bugüne kadar geçen zamana bakıldığında aslında hiçbir şeyin değişmediği, aksine yer altı ve yer üstünde faaliyet gösteren karşı devrimcilerin ve onların bölücü işbirlikçilerinin kat ettikleri mesafenin çok daha fazlalaştığı bugün çok daha net bir şekilde görülmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin küresel dünya düzeni ve ordu söylemleri ile ultra-liberal bir çizgiye ulaştırılması düşüncesi baştan beri çeşitli zevatın birinci hedefiydi. Bölücü terörist PKK’ya (bugün artık ne ad taşıdığını, hangi kılığa girdiğini biz de takip edemiyoruz) eylemlerine başladığı 1984 senesinde bir avuç çapulcu deyip, sonra da kendi analarının da “Kürt” olduğunu kamuoyuna kasıla kasıla açıklayanlar, 10 bin şehidin ve bunun birkaç misli dağılmış yuvanın birinci dereceden katil zanlıları değil midir? Pamukoğlu Paşa, kitabında bu meselenin neden bu kadar uzun sürdüğünü ve nasıl bu duruma düşürüldüğünü defalarca sormaktadır. Şüphesiz bu sorunun cevabını tugay binası bombalanırken, Hakkari şehir merkezi gün aşırı taciz edilirken, Yüksekova militanlar ve milisler tarafından 24 saat boyunca işgal edilirken ya da kendisine 10-15 km. mesafede PKK genel kurulu adına toplanan 700 civarındaki militanın üzerine hayalet gibi çökmeyi arzularken buna karşı çıkanları gördükten sonra ve yine Türkiye çapında haklarında yakalama emri bulunan Hakkari ilçelerinin belediye başkanlarının Ankara’nın göbeğinde toplantıya katılmaları ve bu toplantı tutanaklarının istihbarat güçleri tarafından şahısların Hakkari’de yakalanması maksadıyla kendisine gönderilmesinden sonra çok net olarak bulmuştur. İçlerinde devlet memurlarının, geçici köy korucularının ve bölge halkından sempatizanların bulunduğu şehir milisleri dağdaki eşkıya ile işbirliğine giderken meseleyi üç beş çapulcu olarak niteleyen ve beyinleri kafataslarının yarıçapıyla orantılı siyasiler ve bürokratlar, bir komutanın saldırıya uğrayan karakoluna ulaşamayıp sabahı beklemek zorunda olmasının kendisine verdiği acıyı nasıl bilebilecekleridir. Bunu bilememişler ama Paşa’nın Askere leş toplatmam! sözünden gocunup, kendisine Bu leş lafını değiştirsek daha uygun olmaz mı? demeyi bilmişlerdir.
Güney Doğu’daki görevini tamamlayan rütbeli personelin Batı’ya tayin edilmelerinden kısa bir süre sonra fiziksel ve ruhsal rahatsızlıkların pençesinden kurtulamadıklarını acaba kaç kişi bilir, kaç kişi umursar? Biz kitapta bu şekilde genç yaşta vefat etmiş 3 komutan saydık.
Aklımıza takılan yegane soru Osman Pamukoğlu gibi askerlerinin başında bizzat operasyonlara katılan cengaver bir komutanın neden erken emekli olduğu ya da edildiğiydi. Kitabın sonlarına geldiğimizde bu sorunun cevabını da almış olduk. Bu cevabın ne olduğunu burada söylemek yerine okuyucunun kendi inisiyatifine bırakmayı uygun buluyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gözü pek komutanlarından bir diğeri olan Orgeneral Hurşit Tolon’un isyan dolu konuşmasından bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Mesele yavaş yavaş netlik kazanmaya başlıyor sanırız. Bilenler bilir, Tolon Paşa, Ege Ordu Komutanı’dır ve ordumuzun bu önemli kolu yabancılar için büyük bir muammadır. Yani ne kadar personele ve ateş gücüne sahip olduğu, olası bir muharebeye hazırlık ve başlangıç yani teyakkuz süresi “meraklılarınca” çok dert edilmektedir. Bir yerlerde çok ciddi anlamda bir direnç gösterilmektedir. Bunun karşılığında Tolon Paşa’nın ilerleyen günlerde ne yapacağı veya bir sonraki terfi döneminde nelerle karşılaşacağını Tanrı ömür verirse izleyip göreceğiz.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1960 neslinden sonra yetişen daha etkin ve dinamik kadrolarının, çekirdek birliklerin kurulması, mevcut olanların (tabii kaldıysa!) bilgi ve donanım olarak güçlendirilmesine dönük çalışmalarının hızlandırılması konusunda ciddi hassasiyet taşıdıkları duyumu alınırsa herhalde şaşırmamak gerekir. Çünkü Mustafa Kemallerin, Albay Reşatların bıraktığı mirası devralan Türk Silahlı Kuvvetleri’nde “Anaları tarafından helal sütle büyütülmüş” çok sayıda komutan olduğunu bu millet çok iyi biliyor. T(!)BMM’nin yumuşak ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkan yardımcısı bile gerilla savaşı yapmamız gerekecek diyorsa durup iyice düşünmek gerekir.
Akepe’nin genel başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin % 34’lük cesaret ödüllü başbakanı R. Tayyip Erdoğan, hamisi ABD’ye rapor verirken bakın neler söylüyor:
1) Kıbrıs’ta toprak vermeyi kabul edebiliriz. Türk olarak bizler böyle bir söz verdiğimizi hatırlamıyoruz. Kimin toprağını kime veriyorsunuz diye sormazlar mı? Bu işlerin Berlusconi ile ortak iş çevirip milyar dolarlık ciro sağlamaya benzemediğini de hatırlatmazlar mı? Paranın namus olmadığını ancak kanın ve toprağın namus olduğunu göstermezler mi?
2) Ruhban okuluna Atina’da cami yaptırılması karşılığında izin verebiliriz diyor Cesuryürek! Muhterem, papaz kıyafetleri giyerek aldığı yüksek cesaret ödülüyle fahri doktora payesinin hakkını hemen vermeye başlamış olacak. Herhalde kendi ifadeleriyle muhafazakar demokrasi dedikleri şeyin halifesi olma özentisindeler. Eğer bu son durum gerçekleşirse Türk kamuoyuna söylenecek şey “Yahu adamlar papaz okulunu açtılar ama biz de Atina’da cami yaptık!” olacaktır. Apdurrahman Dilipak bile köşesinde Musevilerin kime neden cesaret ödülü verdiklerini orta zekada bir insanın anlayacağı düzeyde izah etmiş. Dilipak ve familyası da kendi açılarından haklılar çünkü her seferinde Nesrin Topkapı’ya taş çıkartanlar, bu sefer nasıl “selametle” kıvırtacaklarını bilememişlerdir.
3) Muhterem Başbakan bir tek konuda ağzını açamıyor o da, Kuzey Irak ve etnik tabanlı Irak Federasyonunun bölgede yaratacağı kaos. Osman Paşa’nın kitabında da belirtildiği üzere, devletimiz tarafından beslenen Talabani ve Barzani birlikleri, PKK ile mücadele sırasında bizim kurşunlarımızı bize sıkmamış mıydı? Kuzay Irak operasyonlarımız sırasında güvenli geçiş bölgeleri olarak belirtilen Talabani ve Barzani bölgelerinde bu adamların karakollarından açılan ateşle düzinelerce Mehmetçik’in öldüğü gerçeği ne olacaktır? Tam da ABD’ye itaatlerimizin sunulduğu dönemde Barzani’nin bölgedeki bir avuç Türk birliğinden rahatsız olması ve bu birliğin geri çekilmemesi durumunda olacaklardan sorumlu tutulamayacaklarını dillendirmesi ne büyük tesadüftür. Ne de olsa adamlar alıştılar Türk askerinin kafasına çuval geçirmeye.
Ey karanlığa baktırılmaktan görme yeteneğini yitiren ulus! Bir gün yüzünü aydınlığa dönüp geçici körlükten kurtulacak olursan eğer, şu modern savaş taktilerini beynine iyice kazı ki bir daha gaflete, dalalete ve hatta hıyanete düşmeyesin.
1) Düşmanının kim olduğunu bil.
2) Düşmanını çok iyi etüt et.
3) Düşmanının ne yapacağını, nasıl yapacağını önceden sez.
4)Düşmanın seni vurmadan sen düşmanını vur (Hem bugün ABD de öyle yapmıyor mu?!).
5) Düşmanının sana karşı kullandığı saldırı ve yıpratma taktiklerini önce sen düşmanına karşı uygula.
Şu aralar C(IA)NN Türk’ün AB konseptli programlarında sera ürünüymüş gibi bahsedilen ve “AB Şüphecileri” olarak adlandırılan çevreler, karşı devrimcilere karşı gösterdikleri dirençle büyük patronları işkillendirmeye başlamış olsalar gerek ki bu tarzda programlar iyice yoğunluk kazandı. Patronlar her şeyi hallendirdiler ama ah bir de Denktaş’ı görüşmelerin dışına çekip Talat’ı müzakereci olarak öne sürebilseler keyiflerine diyecek yok. Söz konusu olay gerçekleştirilirse Mehmet Ali Birand’a, FKÖ kampı müdavimi, Maocu, hızlı Humeynici, Pentagon’a ilk giren “Türk”, vs. vs. Cengiz Çandar’a, Cüneyt Ülsever’e, Mehmet Barlas’a, Taha Akyol’a, İlter Türkmen’e, Yalım Eralp’a ve daha nicesine Bağdat’tan kına getireceklerine dair küresel ağabeyleri söz vermiş olmasınlar sakın!


www.ufukotesi.com - 03 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.