Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu durum bana Tanzimat öncesini hatırlatıyor. Hani, Avrupa’nın siyasi, ekonomik ve askeri baskılarla Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdiği meşhur Tanzimat Fermanı’nı, diğer adıyla Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nu... |
Lisede okurken, nasıl olur da koskoca Osmanlı’nın azınlıklara önemli ayrıcalıklar sağlayan Tanzimat Fermanı’nı kabul ettiğini, üstelik bunun büyük başarı diye övünçle tarih sayfalarında yer aldığını bir türlü anlayamazdım… O Tanzimat Fermanı, Osmanlı’nın sonunu getirdi…
Şimdi Avrupa Birliği uğruna yapılan çırpınışları gördükçe Tanzimat Fermanı’nı hatırladım. O günleri tabii ki yaşamadım, ama eminim bugünlerin benzeri o tarihte de yaşanmıştı. Tarih tekerrürden ibaret derler. Biz ders almadığımız için aynı şeyler tekrarlanıyor. İnşallah bu kez sonumuz hayrolur…
En çok da Avrupa’nın üçüncü sınıf memurlarının Türkiye’ye gelip emirler yağdırmasına asabım bozuluyor.
Alman Dışişleri Bakanı, Ankara’ya geliyor ve ‘‘Kıbrıs’ta Annan plânı çerçevesinde anlaşmazsanız, AB'den müzakere tarihi almayı unutun’’ diye tehdit ediyor. Kısaca, AB’ye girmek istiyorsanız, pardon AB’den müzakere tarihi almak istiyorsanız, Kıbrıs’ı verin diyor. Adam Kıbrıs’ı istiyor, bizimkiler neredeyse, hani bir banka reklamı vardı ya, onun gibi; başka bir isteğiniz var mı? diye soracak. Pes artık!
Bu kadarla kalsa yine de iyi. AB'nin başbakanı konumundaki Prodi ile genişlemeden sorumlu yüksek komiseri Verheugen ülkemizi ziyaret ediyorlar. Bir hürmet, bir ağırlama, görmeyin gitsin. Sanki bütün sorunlarımızı çözecekler, Türkiye’yi uçuracaklar. Onlar da bu hürmeti görünce boş durmadılar tabii…
Önce sırtımızı sıvazladılar, “Aferin çocuklar, iyi gidiyorsunuz. Aman yolunuzdan şaşmayın” diye. Sonra Kıbrıs’da taviz istediler, başka bir deyişle Kıbrıs’ı Rumlara bırakmamızı istediler. Bu kadarla da yetinmediler… Türk mahkemeleri tarafından yargılanıp bölücülükten mahkûm olan Leyla Zana ile onun yolunda giden bölücülerin serbest bırakılmasını talep ettiler.
Açıkça Türk yargısına müdahale edilmesini istiyorlar. Yarın öbür gün 35 bin kişinin katili teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın da serbest bırakılmasını isteyecekler. Hatta şimdiden istemeye başladılar bile… Meydanı bu kadar boş bulurlarsa isterler tabii… Kim bilir daha neleri isteyecekler?
Avrupa’nın ne olduğunu zaten biliyoruz. Türkiye’yi bölmek istediklerini, teröristlere kucak açtıklarını, Türk düşmanı olan herkese destek verdiklerini de… Ama bizimkilere ne oluyor? Sırf Avrupa’nın üçüncü sınıf memurları sırtımızı sıvazlayacak ya da belki AB için müzakere tarihi alabiliriz diye bu kadar taviz verilir mi? Bu yüzsüzlerin karşısında el pençe divan durup sırıtarak, AB’nin üçüncü sınıf memurlarının Türkiye’ye emirler yağdırmasını seyretmek de ne demek oluyor? Bir Allah’ın kulu çıkıp da bu kendini bilmezlere ağzını payını vermeyecek mi?
Herkes Avrupa Birliği diye tutturdu. Hiç kimse Avrupa Birliği’nin ne getirip götüreceğini tartışmıyor. Avrupa Birliği’ne girersek Türkiye kurtulacak diye halk kandırılıyor. Avrupa Birliği uğruna bütün bu zilletlere milletin de katlanması isteniyor.
Avrupa Birliği’nin güzel tarafları ve güzel uygulamaları varsa, milletimiz için, Türkiye yararına bunları uygulayalım. Bu kanunları Meclis’ten bir bir geçirelim. AB’ye girsek de girmesek de… Ama taviz vermek de ne demek oluyor? AB’nin üçüncü sınıf memurlarının Türkiye’ye emirler yağdırması ne demek oluyor? Kıbrıs’ta taviz vermek, teröristleri serbest bırakmak… İnsan bunları nasıl aklına getirebilir?
Türkiye, AB’nin mandası haline getirilmek isteniyor… Kurtuluş Savaşı’ndan daha kötü günler mi yaşıyoruz ki, o zaman kabul etmediğimiz manda ve himayeyi bugün kabul edeceğiz. O zaman, en zor şartlarda bile, başımız dik durduk. Şimdi niçin AB’nin üçüncü sınıf memurları karşısında bile başımız eğik duruyor?
|