-

 

Ahmet Özdemir  

Bu dünyadan Sefil Selimî de göçtü


Günlerden Salı, saat üçtü. Bir haber duyuldu; bu dünyadan Sefil Selimî de göçtü. Sessiz sessiz gitti. Bir yıldız yitti, sefil sefil. Esti de Sivas’tan bu yana bir kara rüzgâr efil efil. Kor düşürdü yüreğimize, yeni yıla iki gün kala. Onun için 2004’e girdik yana yana. Geçen sayımızda söz ettiğimiz gibi, ekim ayının başlarıydı. İstanbul’daki hemşehrileri bir jübile düzenlemişlerdi. Çağırmışlardı sağı solu. Bir de kitap hazırlatmışlardı yetmişinci yaş gününe armağan: “Aşık Sefil Selimî İrfan Okulu” Sevinmişti: “Bu kitapla yatarsam beni kınamayın dostlar!” demişti. Cümle yarenle halleşti, alçak gönüllülüğüyle yüceleşti.

Sefil Selimî’de halk şiirinin bütün türleri vardı. Tasavvuf, doğa, aşk, özlem, gurbet, fakirlik, savaş, barış, yiğitlik aklınıza ne gelirse her konuda şiirler söylemiş, eğitimden çalışma güzelliğine kadar bütün konularda yol gösterici olmuş, insanların duygularını, düşüncelerini işlemiş, birliği, beraberliği, insan ve vatan sevgisini öğütlemişti.
Cumhuriyetin onuncu yılında, Sivas’ın Şarkışla ilçesinde doğdu. Asıl adı Ahmet Günbulut’tu. Onuncu yılın coşkusunu hücrelerinde taşıyan, Atatürk’ü, vatanını özde sevenlerdendi. Tasavvufu, yaratılmışların en yücesi olan insana aydınlıklar saçan bir tasavvuftu. En büyük düşman olarak gericiliği görürdü:
“Yurttaşı ayırıp bin parça ettin / Gerici, gerici ulan gerici. / Huzur koyun idi kurt olup yuttun / Gerici, gerici ulan gerici.//...” diyerek şiirlerinde göreneklere ters düşenleri iğnelediği gibi, gereksiz taassubun yani gericiliğin zararlarını da anlatmıştı.
Ülkemizin ve insanlarının, zaman zaman yaşadığı gereksiz kavgalardan, kardeşin kardeşe düşman edilişlerinden ezgin ve bezgindi... Güzellikler dilerdi yurdumun insanlarına. Barış diler, hoşgörü dilerdi. Der ki:
“ İnsancıl fikirler taşsa kabarsa, / Kucak açsa birbirine insanlar, / İyilik her yanda tek hakim olsa, / Döğüşmese körü körüne insanlar, // ....” Çaresi ne diye soranlara çaresini de gösterirdi:
“ Akıllarda okullarda bilginde, / Divanede ermişlerde olgunda, / Enginlerde yükseklerde çılgında, / Ferlerdeki sevgi fendeki sevgi.”
Sefil Selimî bilmekte ve inanmaktaydı ki, Atatürk Türkiyesi’nde muasır medeniyeti, yani çağdaş uygarlığı yakalayabilmek için ikiliği yok edip, birlik beraberlik içinde alnımız ak yürümeliydik. Cumhuriyetin onuncu yılında, savaşlar bitmiş, Yüce Ata, ulusunun yüreğinde yeni seferberliklerin çerağını yakmıştı. Bunların en önemlisi eğitim seferberliğiydi. Onuncu yılın üzerinden yetmiş yıl daha geçti. Eğitim seferberliğinin bir cephesi de bildiğiniz gibi okumak ve kitaptı: Bunu şöyle anlatırdı:
“Milletleri millet eden bilimdir, / En hakiki mürşit bizce ilimdir. / Hatta okumamak peşin ölümdür, / Sinemizden kutsal kitap sevgisi....”
Elbette. Eğitim seferberliğinin komutanı öğretmenlerimizdi. Hazreti Ali, öğretmenliğin Tanrı sanatı olduğunu söylemiş; “Bana bir harf öğretenin kulu olurum” diye eklemişti. Yüce Atatürk de milletleri kurtaranların öğretmenler olduğunu belirtirken, “Öğretmenler yeni nesiller sizin eseriniz olacaktır” demişti. Sefil Selimî’de en güzel övgülerini öğretmenler için söylemişti:
“ ..... Day durduk yürüdük okula vardık. / A dedik B dedik kelime kurduk, / Bölmeyi çarpmayı toplamı gördük,/ /Sağlamayı yapın derdi öğretmen. // Benden bana senden sana o yakın, / Öğütler verdiler dediler okun, / İster yere ister havaya bakın, / Yaptı imar etti yurdu öğretmen. ...”
Şiirlerinde Milli egemenlik ve barışın insanlara ekmek kadar, su kadar gerekli olduğunu vurgulardı. Boş söze karnı toktu. Gerçek çözümü gösterirdi: “Silâh yapan fabrikayı himden sök / Sevgi yap saygı yap barış yap barış / Öldüren her şeyi denizlere dök / Sevgi yap saygı yap barış yap barış” der.
Sefil Selimî insanların görüşlerinde dolayı birbirine düşman olmamasını istiyordu. Yalnız politik görüşler değil inaçları dolayısıyla ikilik çıkaranlara da çıkışırdı. Bu çıkışmasının içinde bütün dünya görüşü vardı:

“Alevi demeden sunni demeden,
Her insanı aynı gördüğüm suç mu?
Bana cevap verin yanlışlık neden?
Gönlümü herkese verdiğim suç mu?

Yeryüzü, gökyüzü içinde olan,
Birlik beraberlik şuuru bulan,
Sevgiyle saygıyla hürmetle dolan,
Ehl-i dil yanına vardığım suç mu?

Kötülere karşı savaş açtığım,
Zalimler üstüne ateş saçtığım,
Hakk’ı inkar eden kuldan kaçtığım,
Dostlar hatırını sorduğum suç mu?

Yalandan riyadan hileden uzak,
Olguna cahile kurmadım tuzak,
Çirkin görüşlerin kabrini kazak,
Deyip de kabire girdiğim suç mu?

Sefil Selimî’ye acep ne gerek?
Hedefimi seçtim boyun eğerek,
Nefsimi öldürüp kibri boğarak;
Dim dik ayak üstü durduğum suç mu?

Sefil Selimî’yi hep suçlu görmüşlerdi. Bu yüzden sessiz sessiz gitti. Onca türküsünü yayınlayan radyolar, televizyon kanalları ölümünden haber vermediler. Anlı şanlı programcı türkücüler, türkülerini söylerken adından söz etmediler. Hem alevi, hem sunni yobazların hedef tahtası oldu. Ehlibeyt’i sevdiği için, kimi “Kızılbaş” olmuş diye taşa tuttu. Aleviler, “Bu adamın soyu kökü sunni” diye sempati duymadılar.
Ve Sefil Selimî öldü 2004 yılına iki gün kala. Yine sessiz sessiz, yine alçak gönüllü. Oysa gerçek olanı; nehirlerin büyüğüdür sessiz akanı. Sorarsanız nedir diye Selimî’cesi; alçak gönüldür, gönüllerin en yücesi. Sefil Selimî’deydi, bu meziyetlerin cümlesi.


www.ufukotesi.com - 02 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.