Zekice

 

Zeki Hacı ibrahimoğlu  

Yargıdaki Yolsuzluk İddiaları


Son zamanlarda yargının tepe noktasına kadar uzanan yolsuzluk iddiaları adalete olan güveni sarsmış ve artık mahkemelere intikal eden ekonomik değeri çok yüksek yolsuzluk, hortumlama davalarına kamuoyu şüpheyle bakmaktadır. Osmanlı imparatorluğunun kuruluşundan duraklama dönemine kadar ihtişamlı yükselişini temin eden en büyük amillerden başlıcası adalete gösterilen derin saygı ve kadılara verilen büyük kıymettir.

Bunları düşünürken aklıma Osmanlı adaleti geldi. Kamuoyunu bu konuda aydınlatmak ve değerlendirmesine sunmak üzere Osmanlı adaletinden seçtiğim önemli birkaç örnek vermek istedim.
“Yıldırım Beyazıt Bursa‘da meşhur Ulucamiyi yaptırırken caminin ortasına denk düşen yerde ihtiyar bir kadının evi varmış. Bu evin satın alınması için çok çalışmış ise de kadın rıza göstermemiş. Neticede cami, kadının evi tam ortada kalacak şekilde inşa edilmiş. Daha sonra kadın ölünce varislerinden satın alınmıştır. Artık camiye dönüştürmek veya başka türlü kullanma imkanı olmadığından bu yer şadırvan yapılmıştır.”
“Sultan Mahmut bir gün avdayken bir adamı ile birlikte yolunu kaybetmiş ve gece çölde kalmak mecburiyetinde kalmış. Nihayet yiyeceksiz aç bir bahçeye gelmişler. Bahçede çeşitli meyveler varmış. Son derece aç olduğu halde Sultan Mahmut bahçenin meyvelerini yememiş ve sahibini aramıştır. Yanındaki adamı meyvelerle karın doyurmanın ve açıkta bulunan ağaçlardan meyve yemenin şeriatça bir mahsuru olmadığını ileri sürerek karınlarını doyurmayı teklif eder. Sultan Mahmut şöyle der: Evet bunun şeriatça mahzuru yoktur. Fakat siyasetçe mahzuru çoktur. Zira bu bahçeden bir elma koparıp yesem bizim ordu mensupları bahçeyi kökünden söker ve benim ordularımın efradı geçtikleri yerlerde tarlalarda hayır bırakmaz. Yıkıp dağıtıp soyarlar. Çünkü halk hükümdarlarının yolunu takip eder.”
“Bir gün genç bir adam Sultan Mahmut’a şikayete gelerek birisinin, karısı ile zorla cinsel münasebette bulunduğunu ve buna bir türlü engel olamadığını söyler. Sultan Mahmut’tan adaletli hüküm vermesini ister. Sultan Mahmut, adamın geldiği zaman ona sezdirmeden kendisine haber vermesini söyler ve ekler: Bu iş çok mühim bir iştir. Bununla ben bizzat meşgul olacağım.
Şikayetçi, karısına musallat olan adamın geldiği zaman meseleyi haber verir. Sultan Mahmut bir iki adamı da yanına alarak şikayetçinin evine gider ve eve vardığı zaman adamı şikayetçinin karısı ile beraber görür. Derhal lambaları söndürmeyi ve ortalığın karanlık yapılmasını ister. Lambalar söndükten sonra şikayetçinin karısı ile münasebet tesis etmiş olan adamı öldürür. Ve iş bittikten sonra lambaların yakılıp ortalığın aydınlatılmasını emreder. Aydınlıkta öldürülen adamın yüzüne baktıktan sonra derhal secdeye kapanıp Allaha şükreder. Bu işin sebebi sorulduğunda şöyle açıklar. Benim devrimde benim oğlumdan başka böyle bir işe cesaret edebilecek adam yoktur diye düşünüyordum. Zira, ancak o nüfuzundan ve benim oğlum olmaktan istifade ederek böyle bir işe girişebilir diye aklıma geldi. Eve geldiğim zaman oğlumu görür babalık muhabbeti ve şefkati onu cezalandırmaya engel olur diye korktum. Çünkü oğlumu cezalandırmasaydım hem Allah nezdinde rezil olur, hem de halkın yanında adaleti ayaklar altına aldığımdan kötü nam bırakmış olurdum. Bunun için lambaları söndürttüm. Yüzünü görmeden cezasını verdim. Sonra yüzüne baktım. Oğlum olmadığını anladım. Evvela oğlumun böyle bir çirkin işe girişmediği için daha sonra da adalet yerini bulduğu için Cenabı hakka şükretmeyi bir vazife bildim.”
“Bir binanın inşasında görevli olan bir Rum mimarın iki mermer sütunu üçer arşın kısaltması üzerine Fatih Sultan Mehmet ceza olarak ellerini kestirmiştir. Mimar dava açmış ve İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmet mahkemeye davet edilmiştir. Duruşma esnasında baş köşeye geçmek isteyen padişahı İstanbul’un ilk kadısı olan Hızır Çelebi şöyle uyarmıştır: Oturma beyim hasmınla birlikte ayakta dur. Kadı Hızır Çelebi Rum mimarın ellerini haksız olarak kesen padişahın da ellerinin kesilmesine karar verir. Rum mimar kısas istemediği için Fatih Sultan Mehmet’in elleri kesilmekten kurtulur. Mimar günde 10 akçe tazminat ödemeye mahkûm edilir. Fatih Sultan Mehmet kısastan kurtulduğu için bu tazminatı kendiliğinde 20 akçeye çıkarır.”
Böylece kanun karşısında en aciz bir vatandaşın hatta azınlık olan Hıristiyan bir reayanın arasında hiç bir fark olmadığı bir adalet sisteminin örneğini sergilemiş olur. Eski Türk cemiyetinin en büyük kuvveti işte bu zihniyettir.

Adaletsizliği işleyen çekenden daha sefildir.



www.ufukotesi.com - 02 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.