Cinema

 

Nazif Tunç  

Gülün Bittiği Yer’e İşkence


İsmail Güneş’in ilk filmini yirmi dört yaşındayken yönetmişti. Aradan yirmi yıl geçmesine karşın Gün Doğmadan sinemamızın etkili filmlerinden biri olarak anılır. Gün Doğmadan, suda sürüklenen bir saman çöpü gibi insanların nasıl alınyazılarına aktıklarını anlatan meseleli bir filmdir. İnsanın açmazlarını, mecburiyetlerini, hiçbir zaman kaçılamayacak kaderlerine doğru koştuklarını anlattığından evrensel öğeler taşır. Çiçeği burnunda bir yönetmenken çekmiş olduğu bu ilk film İsmail Güneş’in gelecekte daha yoğun, büyük filmler yapacağının müjdecisiydi aslında.

Ateş Böceği, Çizme, 5.Boyut bu savı doğrulayan yapıtlar oldular. Çünkü İsmail Güneş, yaşadıklarını sorgulayan bir yönetmendir. Hayatın açmazlarına, sorunların çaresizliğine, duvarların daralan cenderesine karşı direnen insanları kurgusal bir öykü kahramanı yapma yeteneğindedir. Sanatçının en baş özelliği olan cesaret ve gözükaralık onda fazlasıyla vardır. Seyircinin istediğini değil, sancısını çektiğinin filmini yapmak için kavga verir. Bu yüzden kurumları, sistemi rahatsız eder filmleriyle…

İsmail Güneş’in son filmi Gülün Bittiği Yer’in VCD’si çıktı. Gülün Bittiği Yer yapıldığı 1999 yılında yasaklanmış, sinemalarda bir türlü gösterilmemişti. Filmin yasaklanmasının nedeni 12 Eylül günlerinde içeri alınıp aylarca korkunç işkenceler gören birlerce vatan evladının dramını keskin bir gerçeklikle anlatıyor olmasıydı.

Filmin 12 Eylülün bir türlü iyileşmeyen yaralarından işkenceyi dile getirmesi, İsmail Güneş’in soldan bir yönetmen olmamasına karşın sol sinemanın çekmeye soluğunun yetmediği bir konuya el atmış olması bilinçli bir aforoza yol açtı. Sol kesim böylesine cesur bir filmin kendilerinden olmayan bir yönetmen tarafından çekilmiş olmasını bir türlü hazmedemedi. Film seyircisiyle buluşamadığı gibi medya da görmezlikten gelerek İsmail Güneş’in böylesine çarpıcı bir film yapmasını cezalandırdı adeta…
Oysa gerek konusu gerek meselesi yönünden Türk sinemasında böylesine sivri, şok eden bir film çekilmemişti o güne kadar. Solcu sinemacıların yaptığı 12 Eylül filmleri o yıkım günlerine kıyısından köşesinden yaklaşıyor, bireysel bir takım melankoliler etrafında dolaşıyor. Söylenmesi gerekeni söyleyecek yürekliliği, derine inme dürüstlüğünü gösteremiyorlardı.
İsmail Güneş, Gülün Bittiği Yer ile 12 Eylül döneminin Türk insanına vurduğu darbeyi, açtığı yarayı, uğrattığı yıkımı bütün gerçekliği, derinliği ve ürkütücüyle göstermiştir. Film en azından bu sanatçı sorumluluğu, dönemine ayna tutma işlevi, üç maymun oynamayan dürüstlüğüyle sinemamız için göğsümüzü gere gere adını anacağımız bir eser oldu.
Gülün Bittiği Yer; Türk toplumunda A’dan Z’ye şiddet kültürünü sorguluyor. Filmin öyküsü, 12 Eylül öncesi bazı olaylara karıştığı varsayılan bir gence yapılan işkenceler ekseninde gelişiyor...
Öykü bir tren yolculuğunda kurgulanıyor. Temel kahraman, Tolga Tibet’in canlandırdığı, ismini bilmediğimiz, hatta siyasi ve ideolojik kimliği hakkında bile özellikle en küçük bir ipucu edinemediğimiz bir genç. İlk gençlik aşkının bütün saflığı ile hayata bağlı, büyük umutları ve renkli hayalleri bulunan, üstelik kendisinden çok şey beklenebilecek, girgin, becerikli, elektrik mühendisliği öğrencisi bir insan…
Ondan, bazı olaylara karıştığı düşünülen bir kısım arkadaşlarını ispiyon etmesi istenmektedir. Genç adam ya istenenleri bilmemekte yada ispiyoncu konumuna düşmemek için direnmektedir. Ama inanılmaz direniş ona çok pahalıya mal olacak ve işkencenin her türlüsüne uğrayacaktır. Filmde bu işkence sahneleri şimdiye kadar görülmemiş bir gerçekçilikle perdeye yansıtılırken, toplumdaki genel şiddet hastalığının kökenleri de öykünün derinliğini oluşturuyor. Genç adama uygulanan sonu gelmez bedensel ve psikolojik işkenceler, uzun süre onu çözmek isteyenleri hedefe ulaştırmaya yetmez. Nihâyet mağdurun en zayıf yanı belirlenir ve sevdiği kız, utanç verici ve ürkütücü bir resmi tezgâhla, işkence malzemesi haline getirilir. Genç adam delicesine sevdiği kızın iğfal edilmesi tehdidi ile konuşturulmak istenmektedir…


Gülün Bittiği Yer’in öyküsüne, yürekliliğine, yaklaşımlarına sinema eleştirmenlerinin vurdumduymazlığı beş yıldır sürüyor. Beş yıl aradan sonra VCD’si çıkan Gülün Bittiği Yer’in kurgusal ve teknik olarak da hayli incelikli, özellikleri olan bir film olarak çıkıyor karşımıza…

Filmin ilk ve son sahneleri mizansen ve çerçeve olarak benziyor. İsmail Güneş’in her öyküyü başı sonu olan bir hayat olarak görmesinden kaynaklansa gerek. Diğer filmlerinde de bu ilk ve son sahnenin benzerliğini gözlemlemek olası. Öykünün ilk sahnesinin bir doğum, son sahnesinin de bir ölüm olduğunu düşüncesinden olsa gerek. Gülün Bittiği Yer’deki ilk ve son sahne Türk sinemasının en uzun yana kaydırması olarak anılacaktır. Yine filmin ilk sahnesinde uzun kaydırma sırasında gördüğümüz duvar yazıları ülkemizin ideolojik olarak o dönemlerde nasıl bir kaosun içine düştüğünü göstermesi bakımından anlamlıdır.

Yine ilk planın içindeki amatör futbol maçındaki kargaşanın altını çizmek gerekecektir. Bir eğlencede bile insanlar birbirlerine şiddet ve işkence uygulamakta, kafalarını gözlerini yarmaktadırlar. Futbol sahası adeta kavga meydanına döner. Kafa yarılır, göz patlatılır. Daha sonra kavgasız bir maç yapmak için yola çıksalar da bu kez yeni düzene uyum sağlayamazlar. Beceriksizce, kusurları bol bir futbol oynamaya çalışırlar…

Filmin kahramanın bir adı olmadığı gibi, öyküde öne çıkan bütün karakterlerin adsız oluşu da ilginçtir. Filmde kimsenin bir ismi yoktur adeta. Öyküde geçen iki ad sadece ölülere aittir. Geleneğimizin yaşayana, hayatta olana değil de ölüye daha fazla değer vermesinin bir uzantısı olarak düşünülmüştür. Öldükten sonra adları anılan, öldükten sonra ünlenenler geliyor akla…

Gülün Bittiği Yer’de hayat bir tren yolculuğu olarak algılanmış… Öykü sadece o yolculukta geçiyor. İlk ve son istasyon arasındaki bir ömür gibi. Uzun ince bir yolda tren gece gündüz gitmektedir. Her istasyonda yolculuğu bitip inenler olduğu gibi, trene binip yolculuğa yeni başlayanlar vardır. Yolcular bir sürü güçlüğe rağmen yine de bu zorlu yolculuğu yapmak zorundadırlar.

Trendeki insanların davranışları, tipleri aracılığıyla o dönemlerin Türkiye panoramasına göndermelerin de yapıldığını görmekteyiz. Karakterlerin yılgınlıkları, bezginlikleri, umutsuzları her planda öne çıkıyor. Yolcular sürekli sorunlarını sayıklamakta, dertlerini gevelemekte ama çözümü dillendirememektedir. Filmin genç kahramanında yaşadıklarından dolayı bu sayıklamalar hastalık halini almıştır. Herkes bir şeyler sayıklar ama kimse muradına eremeyecektir.

Yolculuk sırasında geriye dönüşlerin trenin her karanlık tünele girişinde bir yöntem motifi olarak kullanıldığını görüyoruz. Genç adamın içerde yaşadığı işkenceli anlara geçişlerde acı içinde kıvranan bir insan feryadı gibi tren sireni duyulur. Bol kullanılan geriye dönüşlerle uzun, düz ve sorunsuz gibi görünen hayat yolculuğunun yaşanabilecek bütün kırılmaları verilmiştir. Geriye dönüşler düz giden öykü içinde nasıl derin kırılmalar, ürkütücü uçurumlar meydana getirmişse kahramanımız da kendi hayatında öylesine ağır, darbeli kırılmalara uğramıştır adeta…

Filmin sesli çekilmesinden çok doğal dış sesleri kullanmaktaki başarısı üstünde de durulmadı. Sinemamız ne yazıktır ki dengeli, doğal sesli çekim yapabilecek aletlere henüz sahip değil. Ona rağmen filmdeki dış seslerin gerçekliği, dengesi; duyguların, atmosferin seyirciye doğal bir benimsemeyle aktarılmasını kolaylaştırıyor. Türk sinemasında belki de ilk kez film müziği kullanmadan sahnedeki etkiyi eksiksiz seyirciye ulaştıran dış seslerin doğallığıdır.
Gülün Bittiği Yer adı filme adı bilinerek konmuştur. Gül, Peygamber simgesi olan bir çiçektir. Ama toplumda hocanın, babanın vurduğu yerde gül biter diye bir deyim vardır. Peygamber simgesi olan gülün şiddetle, dayakla bir arada adlandırılması bir tezatlık oluşturmaktadır. Film sadece 12 Eylül günlerinde binlerce insana yapılan işkenceyi sorgulamakla kalmaz; dayak, dövme, şiddet ve işkence kültürünün toplumumuzda bir gelenek olarak var olduğunu da ortaya koyar. Az ya da çok toplumdaki herkes birbirine karşı işkence sayılabilecek suçlar işlemekte, ama gelgelim masum olduğunu düşünmektedir. Toplum bu baskıcı yanıyla, işkence kültürünü yoğun biçimde uygulamasıyla bireylerini bir insan enkazına döndürmekte, birey çöplükleri sayılabilecek kuşaklar yaratmaktadır. Bireyler düşüncelerini söylemekten suç olduğunu düşünerek kaçınmaktalar. Fikirler birer sayıklamaya dönüşmüştür…

Kim ne derse desin Gülün Bittiği Yer meselesi olan, insanımızın büyük acılar yaşadığı bir dönemi özgün, çarpıcı bir dille işlemiş yürekli bir filmdir. Baştan sona tren gibi zorlu çekim mekanlarında geçen bir öyküde çok başarılı sinematografik bir dil yaratmıştır.
Suya sabuna dokunmayan filmler yaparak avunan Türk sineması yönetmenlerine sanatçı sorumluluğunun ne demek olduğunu yapıtıyla göstermiştir. İyi bir eser de ekmekten daha doyurucu, paradan daha kuvvetlidir.
İsmail Güneş, şimdi yasaklandığı için sinemalarda gösterilemeyen Gülün Bittiği Yer’in VCD’siyle seyircisine ulaşma kavgasını veriyor. Kavganın ekmek için, namus için yapılanı onurludur. Hele sanat için yapılan kavga daha onurludur..


www.ufukotesi.com - 02 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.