Kuşbakışı

 

Şahin Zenginal  

Gol atmadan sevinmek


Futboldan az çok anlarsınız. Meraklısı olmasanız bile göz aşinalığınız vardır. Bilirsiniz, futbolun meyvesi, tadı tuzu goldür. Sadece tadı tuzu mu, kazanmak için gol atmak gerekiyor. Gol atamadıktan sonra ne kadar iyi oynarsanız oynayın, isterseniz top cambazı olun maçı kazanamazsınız. Gol atarsanız maçı kazanırsınız. Tabii golü yemeden atmalısınız veya yediğinizden fazla atmalısınız. Siz bir atıp iki yerseniz yine olmaz.

Futbolda gol atmanın mutluluğu ve güzelliği bambaşka. Hele gol atan futbolcuların sevinçlerini ve şovlarını seyretmek ayrı bir güzellik. Bu sebeple futbolda en çok parayı golcüler, başka bir deyişle çok gol atanlar kazanıyor. En çok eleştiri de çok gol kaçıranlara ve yenilen gollerde hatası olanlara yapılır.

Futbolda gol atmak da var, gol yemek de. Yıllardır futbol izlerim, çocukluğumuzda mahalle aralarında top da koşturduk ama bugüne kadar gol atmadan sevinen bir futbolcuya rastlamadım. Şimdi bu futbol muhabbeti nereden çıktı, diyeceksiniz. Tabii ki, AKP iktidarından….

Bir yılı aşkın bir süredir iktidarda olan AKP, sürekli tribüne oynuyor. Tribüne oynadığı için de sürekli şov yapmanın peşinde. Geçmişte futbol da oynayan Başbakan Tayyip Erdoğan, hâlâ futbolculuk günlerini özlüyormuşçasına tribünleri ayağa kaldıracak şovlar yapmak istiyor ama pek de başarılı olamıyor. Ben AKP iktidarını gol atmadan sevinen futbolculara benzetiyorum. Niçin mi?

Daha sahaya çıkmadan “Bu maçta en az 2 gol atarım” diyen kimi futbolcular gibi AKP iktidarı da, “Şunu yapacağız, bunu yapacağız” diye bol bol vaatte bulunuyor. Buraya kadar olanına normal diyelim. Hoş vaatte bulunmak, Türkiye gibi siyasetin tam oturmadığı ülkelerde bile, seçim öncesinde veya muhalefette iken yapılır ama AKP iktidarının bu durumunu hoş karşılayalım. Fakat burada bitmiyor. Bazı AKP’liler “Şunu yapacağız, bunu yapacağız” demekle yetinmiyor. Sanki her şeyi yapmışlar, bütün kanunları ve Anayasa değişikliklerini bir bir Meclis’ten geçirmişler ve memleket güllük gülistanlık olmuş gibi seviniyorlar. Kendi tabanlarını da buna inandırıyorlar.

Sonra ne mi oluyor? Oldu bitti denilen kanunların ve düzenlemelerin birçoğu tasarı haline bile gelmeden rafa kalkıyor. Tasarı haline getirilse bile geri çekiliyor. Kazara Meclis’e gönderilse bile bin bir değişikle farklı kılıflara sokuluyor. Az da olsa Meclis’te kabul edilenler de ya Çankaya’dan dönüyor ya da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal ediliyor.

Örnek mi? Erkan Mumcu’nun Milli Eğitim Bakanlığı sırasında hazırladığı YÖK Yasa Taslağı… Meclis’e bile gelmedi. ÖSS’de meslek liselerine ve imam hatiplere eşitlik getirecek düzenleme… Daha tasarı bile ortada yok. “Ancak biz çözeriz” dedikleri başörtüsü sorunuyla ilgili hiçbir hareket yok. Ormanlarla ilgili Anayasa değişikliği ve bazı yasal düzenlemeler ise Çankaya’dan döndü. Gereksiz zamanda gündeme getirilen Kur’an kurslarıyla ilgili yönetmelik ise geri çekildi.

Daha da garibi. AKP’liler, seçim öncesinde ısrarla milletvekili dokunulmazlığını kaldıracaklarını söylüyorlardı. Hatta 3 Kasım’da yasaklı olduğu için milletvekili seçilemeyen Tayyip Erdoğan, “İşte benim dokunulmazlığım yok” diye övünmüş ve 3 Kasım’dan sonra bile henüz kendisi milletvekili seçilmeden dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini hararetle savunmuştu. Şimdi ise dokunulmazlıkların en hararetli savunucusu AKP’liler oldu. Gerekçeleri de yenilir yutulur gibi değil; “Türkiye’de yargı bağımsız değil.” Anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla iktidarda olan bir partinin bakanının veya milletvekillerinin böyle bir açıklama yapması hangi mantıkla izah edilebilir?

Eğer gerçekten yargı bağımsız değilse, Türkiye’de sadece 368 AKP milletvekilinin mi canı kıymetli? 70 milyon insanın canı can değil mi? 70 milyonu niçin bağımsız olmayan (!) yargının kucağına atıyorsunuz? Ve gerçekten yargı bağımsız değilse siz 368 milletvekiliyle niçin iktidar koltuğundasınız? Bağımlı yargıyı (!), bağımsız yapmak için neyi bekliyorsunuz?

İşte bunun için AKP İktidarını gol atmadan sevinen futbolculara benzetiyorum. Topu ayaklarına alır almaz daha golü atmadan seviniyorlar. Sevinmeye devam ederken de golü kendi kalelerinde görüyorlar.

Çok iyi bir teknik direktörünüz olsa da, milyon dolarlar harcayarak dünyanın en iyi ve ünlü futbolcularını transfer etseniz de, tribünleriniz tıka basa dolsa da maçı kazanmak ve şampiyon olmak için gol atmak lâzım. Daha sahaya çıkmadan “Biz bu maçı farklı kazanırız” demekle maç kazanılmıyor. “Bu maçta en az 2-3 gol atarım” diyen golcülerin maçı bile tamamlayamadıklarını biliyoruz.

Unutmamalı… Siyaset de futbol maçı gibidir. Kazanmak için gol atmak lâzım. Siyasetin golü de çalışmaktır, iş yapmaktır, Halkın ve ülkenin yararına olan kanunları ve Anayasa değişikliklerini bir bir Meclis’ten geçirmektir. Siyasetçi, eğer sevinecekse bütün bunları yaptıktan sonra sevinmeli… Yoksa ligin sonunda kümeye düşmek de var. Geçmişte yüzlerce örneği olduğu gibi…


www.ufukotesi.com - 01 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.