-

 

Mustafa Görkem  

Başka Türkiye Yok


“...Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter ve laik yapısına göz diken tüm unsurlara karşı bunca zahmete ve mihnete değer mi, diyorsanız, Atatürk’ün manevi mirasçısı olarak ‘evet, değer’ diyorum. Çünkü Türküm ve başka Türkiye yok!...” Necip HABLEMİTOĞLU

18 Aralık 2002 tarihinde Türk Cumhuriyeti’nin başkentinde kalkan bir ateş daha dağladı ciğerlerimizi. Portakal Çiçeği Sokağındaki evine girmek üzere olan Necip Hablemitoğlu, gözüne sıkılan kurşunlarla katledildi. O an gökyüzüne yayılan çığlık aradan geçen bir yıla rağmen hiç kesilmedi; aksine daha da yayıldı. Çok şeyler söylendi bu cinayete dönük, yetkili ağızlar susunca yetkisiz ağızlarca değişik adresler gösterilmeye çalışıldı. Adres hala meçhul, tetikçi daha da önemlisi azmettiriciler ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar aramızda. Belki de başka yürekleri dağlamanın hesabını yapıyorlar. Bütün bu bilinmezler ve suskunluklar içinde aslında çok net olarak verilen bir mesaj var. Birileri(!) “Senin başkentinde, yani burnunun dibinde ulusal davaları savunan aydınlarını teker teker sustururum” diyor belli aralıklarla. Susturma işinin ihale edildiği tetikçiler de susturuculu tabancalarla yapıyorlar zaten çoğu zaman işlerini. Aslında korkuyorlar, karanlık ve puslu havalarda yaklaşıyorlar, kurbanlarıyla göz göze bile gelemiyorlar, ya arkalarından ya da cephelerinden kalleşçe sıkıyorlar kurşunlarını. Sonra yine mağaralarına geri dönüyorlar, ta ki bir dahaki vur emrini alana dek. Bunlar olup biterken, birileri birilerinin hayatlarını bir başkasına ihale ederken, bir kenarda oturup sessizce olup bitenleri izleyenler midelerini ve sinir uçlarını aldırdıklarından olacak hiçbir şekilde etkilenmiyorlar. Birileri aylar öncesinden Türkiye’de bir aydın susturulacak diye fısıldarken ve bu adres çok netken, nutku tutulmuş şaşkınlar, söylenilenlere “komplo teorisi” demekle yetindi.
Hablemitoğlu, katledilmesinin birinci yılında bir dizi etkinlikle anıldı. 16-20 Aralık 2003 tarihleri arasında düzenlenen bu etkinlikler, şehidimizin Ankara Üniversitesi Öğrenci Konseyi’ne mensup bir grup öğrencisinin önderliğinde gerçekleştirildi. Anma programının ilk gününde Necip Hablemitoğlu’nun anısına Cumhur Demirtoka yönetiminde çekilen ve 40. Altın Portakal Film Festivali Savaş ve Terör Karşıtı Kısa Filmler bölümünde gösterilen “Bir Fıkra, Bir Gerçek ve –Tom-” adlı film gösterildi.
Programın ikinci gününde Hablemitoğlu’nun dostları ve sevenleri, kendisinin katledildiği yer olan Portakal Çiçeği sokağındaki evinin önünde bir araya geldiler. Ankara’nın bu soğuk ve karlı kış gününde Necip Ağabeyimizin canilerce kana bulanmış o tatlı yüzü katılımcıları adeta birer birer azizliyordu. Sanki Necip Ağabey hiç ölmemişti ve sevenlerini her zaman yaptığı gibi kapıda karşılıyordu. Ya da herkes bunun beklentisini taşıyordu. Buluşmanın ardından orada bulunmayı görev kabul eden çok sayıda vatansever, son şehitlerini sonsuz istirahatgahında ziyaret etmek için Karşıyaka Mezarlığı’na hareket etti. Adı gibi görkemli ağabeyimizi yine Ankara’nın karlı bir gününde ağıtlar yakarak yaradanına teslim etmiştik. Avlarını aslanlara yakalatan ve sonra da onların gafletinden faydalanıp paylarını alan sırtlanlara duyulan nefret, yumruk olup, silah olup, sancak olup birleşmişti çoktan. Bu bayrak, bu vatan ve tam bağımsızlık adına kurban verdiklerimiz yetmezmiş herhalde ki bir güzel, bir büyük adamı, bir evladı, bir eşi, bir babayı daha kurban vermenin dayanılmaz acısıyla kış soğuğunda Türkiye’nin başkentinden bir ateş yükselmeye devam etti şüphesiz.
Anma programının son günü olan 20 Aralık’ta ise Hablemitoğlu’nun hayatının ve düşünce sisteminin ana çizgileri ile ilgili bir yansı gösterisi düzenlendi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde.
Gösterimin ardından eşi ve dostlarının ağzından dinledik onu. Türk kadınının vasıflarını mükemmelen temsil eden Şengül Hablemitoğlu, güçlü duruşuyla şunları söylüyordu:
“Türkiye gibi sancılarla kurtulmuş ve kurulmuş, yine sancılarla ayakta durmaya, var olmaya çalışan bir ülkede, hele de Necip gibi bir yol arkadaşınız varsa, yaşamda böyle bir noktaya gelmek, benim bulunduğum yerden, sevdiğinin arkasından bu satırları yazıyor olmak hiç de şaşırtıcı değil. Bu ölümleri öyle kanıksamışız ki, olaydan sonra benim ilk sözlerim ... zaten bekliyorduk ... oldu.”
Kendi tabiri ile yol arkadaşının naif ve zarif kişiliğinden bahseden Şengül Hablemitoğlu, iki kızının sorumluluğu ve merhum eşi ile ilgili olarak Türklük ve bağımsızlık karşıtı hainlerce ortaya atılan iddialardan doğan yorgunluğunu hissettirmeden sözüne şöyle devam ediyordu:
“Ulusalcı aydınların sistematik bir biçimde katledildiği cinayetleri, önlemek ve faillerini ortaya çıkarmak sorumluluğunu yerine getirmesi gereken ilgililerin dahi ... bu dosya çözülmez, 20-30 yıl da geçse failler bulunmaz, dosya da böylece kapanır ... şeklinde yaklaştıkları bir ülkede hangi AB üyeliğinden, hangi demokrasiden, hangi hukuk devletinden, hangi devletten söz edilebilir?”
Salonda bulunanlar Şengül Hanım’ın bu sözleri karşısında onun kadar güçlü olamadıkları veya görünemedikleri için gözyaşlarını tutamadılar. Kızları Kanije ve Uyvar’ın yanı sıra merhumun beli bükülmüş cefakar babası da bütün metanetleriyle ve gururlarıyla dimdik duruyorlardı. Kaderi savaşlarla çizilmiş bir milletin evlatları olan bizler, evlerimizden çıkan her şehitten sonra aynı sözü tekrar etmedik mi “Allah devlete zeval vermesin!” Konuşmasının sonunda hislerimiz, reflekslerimiz, elimiz kolumuz vefalı eşin şu söyleriyle top yekun felç oldu:
“Kanije ve Uyvar’la, onu kaybetmenin acısını, yarımlığını, onu kaybettiğimiz andan itibaren geçen 12 ayda her saniye yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız. Onu düşünmediğimiz, adını anmadığımız, gözümüzün önüne getirmediğimiz bir an bile yok. Kocaman elleri ve kolları ile bizleri sıcacık ve güvenle sarmalayışını, içinde yaşattığı çocuğu ile aslında hep bizimle var olduğunu, en azından bizim boyutumuzda kızlarımızın bir parçası olarak yaşadığını düşünüyorum. Her an onunla konuşuyorum. Bu tarif edilemeyecek macı hep bizimle olacak. Onun öldürülmesindeki amaç özelde eğer buysa başardılar... O, adı gibi soylu ve cömert, gerçek bir insandı. Yazdıkları ile hep varolacak, hatırlanacak ve hatırlatılacak. Çünkü söz uçar yazı kalır derdi. Öyle de oldu... Onu yok etmek, fikirlerini, yazdıklarını, onu anlayanları ve sevenlerini, yok etmeye yetmemiştir. Bu böyle biline...”
Programın bir diğer konuşmacısı ise Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç ise konuşmasında genel olarak şunları vurgulamıştır:
“Türk ulusunu ve devletini parçalamaya ve yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Dün bu uğurda çalışanlar bugün de bu uğurda çalışmalarına devam etmektedirler. Bağımsız Türk devleti uğruna verilen karşı mücadelede ise son kayıp Necip Hablemitoğlu olmuştur.”
Merhumun hazırlamış olduğu dosyalarla Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcılığı yaptığı dönem içerisinde çeşitli tarikat liderleri hakkında dava dosyaları hazırlayan ve hüküm giymelerinde etkili olan, bugün ise Ankara Cumhuriyet Savcılığı görevini devam ettiren Nuh Mete Yüksel de; Necip Hablemitoğlu ve onunla aynı düşünce etrafında birleşen Türklük sevdalılarına karşı verilen ve çoğu dış güçlerce desteklenen operasyonların bertaraf edilmesi yolunda ciddi çalışmalara ihtiyaç duyulduğunu, bu amaçla sağlam bir iradenin ve dünya kamuoyunda dik bir duruşun sergilenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Düzenlenen anma programıyla ilgili izlenimlerimize son verirken şunu belirtmeden geçmek istemiyoruz. Ulusal(!) basın ve yayın kuruluşlarından kimselerin teşrif buyurmayışı akıllarda zaten var olan soru işaretlerine yenilerini eklemiştir. Merhum katledildiği zaman çağdaşlık ve Atatürkçülük çığlıkları atanlar, portakal çiçeğine konuşlananlar, hissiyatları güçlü(!) spikerleri ile adeta yasak savarcasına programlar hazırlayanlar, ne olmuştur da bugün bir Atatürk aydınının anma törenine katılmamışlardır. Televizyonlarında rahmetlinin de sıkça katıldığı programlar yayından kaldırılırken acaba neyin korkusunu taşımışlardır. Kan ve barut kokusu havadan kaybolduğu için mi gelmediler yoksa. Karlar içinde yatan yüzü terörist kurşunuyla kana bulanmış Necip Hablemitoğlu’nun cesedinde bile gülümseyen yüzü mü korkuttu onları. Ya da ne bileyim yayın danışmanları mı misyonları gereği bir şey fısıldadı kulaklarına. Devletimizin bütün kademelerinde cirit atan Kıbrıs’ta Türk’ün yegane bayrağı Rauf Denktaş’ın danışmanlarına kadar söz söyleten devşirmeler mi çaldı yüreklerini.
Hablemitoğlu, kitabında kamuoyunda isimleri iyi bilinen çok sayıda sanatçı, gazeteci, siyasetçi, sendikacı, sivil/sefil toplum örgütü temsilcisini de bir bir anlatıyor. Hala bilmeyenler veya kabullenmeyenler varsa buyursunlar.
ALİM OLAN KENDİN BİLMEKTİR demiş Yunus. FAZLA SÖZE NE HACET... Ruhun şâd olsun Necip Ağabey.


www.ufukotesi.com - 01 / 2004  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.