Dilek / çe

 

Hüseyin Mümtaz  

Elli bin çuval hazır mı?


Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 72’inci maddesi “Vatan hizmeti her Türk’ün hakkı ve ödevidir” der. Yani Türkler askere “vatan savunması” için giderler. Bu aralar iyice karıştırılan o kavrama açıklık getirecek soruyu bir kere daha soruyorum; “Peki vatan neresi?” Vatan, milletin yaşadığı yerdir.
Peki be kardeşim, Musul-Kerkük’te Türkler yaşadığına göre oraya kimse bir şey diyemez ama külliyen Şii veya Sünni Arapların yaşadığı Bağdat’ın neresi vatan?

O halde Akepe’nin, kendi orman hukukuna göre ve ucu açık bir tezkere ile Irak’ın kuzeyi hariç herhangi bir yerine asker gönderme kararı alması halen yürürlükte bulunan anayasaya aykırıdır. Bu iktidar resmen ve alenen anayasa suçu işlemektedir.
Ne demek Akepe’nin “orman hukuku?”
Recep Tayyip; “uluslar arası meşruiyet” tartışmasına grup’ta o nefis ve veciz Kasımpaşa üslûbuyla “BM’nin adı var, kendi yok, savaşı engelleyemedi. Biz meşru diyorsak meşrudur” diye son noktayı koymuş.
Anayasa, uluslar arası kurallar, hâttâ Cumhurbaşkanı’nın “oydaşma” diretmesi bile rafa kalkmış durumda. Recep Tayyip meşru diyorsa meşrudur. YÖK’de, MGK’nın yeni şeklinde, Anayasa Mahkemesi’nden defalarca dönen ek taşıt vergileri, 61 yaş emekliliğinden sonra; “meşruiyet Akepe’nin dediğidir” yaklaşımı böylece sınırlar dışına da taşmış bulunuyor.
İşin en ilginç yönü de “ihale”nin askerin üzerine kalmış olması.. Gül daha geçen ay “Asker evet derse gideriz, askerin hayır demesi halinde gitmemiz düşünülemez”” diye sorumluluğu askere atmıştı.
Recep Tayyip de tezkerenin çıkmasından sonra “Askerin Irak’ta bulunacağı yer ve gidiş güzergâhı konularında yetkiyi askere verdiklerini” ifade etti.
Yâni gidilmesi halinde, Amerikalılarla pazarlıklar sonucu yerleşilecek yer ve güzergah konusunda sonradan oluşacak bütün olumsuzluklar şimdiden askerin üzerine yıkılmış durumda.
İyi de Dubai’de 8.5 milyar dolarlık kan parası karşılığı “nerede, nasıl bulunmayacağımız şartlı” anlaşma imzalanırken askerin neden haberi olmuyor?
“İntihar cellatlığı”nı kim yapıyormuş?
“Kan parasını” da borç olarak veriyor adam, bilmem kaç yıl vâdeli..
Şehitlerin kan bedelini bile taksite bağlıyor Akepe iktidarı..
RecepTayyip’in sık sık tekrarladığı bir lâf daha var: Biz oraya polis ve jandarma olarak gitmeyeceğiz. Irak’ın imarı için gidiyoruz.”
Tezkere’den sonra ilâve ediyor;
“Irak'ta su ve elektrik bulunmamaktadır. Alt yapı tamamen bozulmuş ve çürümüştür. Bütün bunların yeniden onarımında Türkiye çok aktif görev alabilecektir”. (Tercüman.10.10.03)
Bu demektir ki kıymetli okuyucu; “Savaşmaya değil, Irak’ın imarı için” oraya gönderilecek asker “amele taburu” olarak Irak’ın çalışıp yol-su-elektrik alt yapısını onaracak , Akepe’ye yakın, savaş şakşakçılığı yapan o işadamları dernekleri, iş konseyleri, müteahhit birlikleri de para kazanacaklar..
Yeşil-yeşil bakıp yeşil yeşil dolarları kazanan sermayeye “yeşil sermaye” denmez mi?
Peki Akepe’nin, “hiçbir etnik grup farkı gözetmeden bir bütün olarak baktığı” Irak’lılar bu “imar” faaliyetlerine ne diyorlar?
Önce Irak’tan geçen Türk kamyonlarına saldırıyor, üç şoförü öldürüyorlar.
Bir “KADEK Başkanlık Konseyi Üyesi” , KADEK uyanlısı bir gazeteye demeç vererek “Birliklerimiz Türkiye’de Karadeniz’e kadar yayılmış durumda. Asker gönderirseniz –savaş- çıkar” diyor.
İmralı’daki besleme yine KADEK yanlısı bir gazeteye iki tam sayfa ilân vererek devleti tehdit ediyor. "İmralı'daki sağlık sorunları tam bir çökertmedir. Benim burada çürümem Kürtlerin olduğu kadar Türkiye'nin de çürümesidir. İnkarcı ve imhacı siyasal yaklaşıma son vermek gerekir. Yoksa hızla savaş sürecine girilir. Eğer Kürt sorununda adım atılmaz ve benim durumum çözülmezse çatışma kaçınılmaz olur. Türkiye'nin takati bunu kaldıramaz. Sorunlar daha da ağırlaşarak önümüzdeki on yılları, hatta yüzyılı kaybetmeyle sonuçlanır. Türk halkı hükümetin sorumsuzluğuna ve gayri ciddi yaklaşımlarına dur demelidir. Çünkü bu savaşın sonuçlarından en fazla Türkiye halkı zarar görecektir. Türk Kürt’le güç kazanır. Tarihte hep böyle olmuştur" diyor.
Hayret, “ne alâkası” varsa; “KADEK Başkanlık Konseyi üyesi”nin uyarısını neredeyse ayni kelimelerle Diyarbakır Belediye Başkanı da tekrarlıyor.
PKK/KADEK’in fiili başkanı Osman Öcalan; Dubai Anlaşması gereği Türk askerlerinin giremeyeceği kabul edilen Kandil Dağı’nda The Guardian’a demeç veriyor, “Amerikalılar bize saldırmaz, onlarla görüşüyoruz, Türk askerlerinin de saldırmasına izin vermez” diyor.
Gazete, muhabiri Howard'ın kampa ilişkin haber ve gözlemlerine tam sayfa ayırıyor. Yazıda örgütün Başkanlık Konseyi üyesi Öcalan'ın İran - Irak sınırı yakınlarında bulunan karargahına giden sapa güzergahın şaşırtıcı biçimde işlek olduğu belirtiliyor. Haberde katırların dağ yamaçlarında doğru ilerlediği belirtilirken Öcalan'ın "Savaşa değil, kışa hazırlanıyoruz" sözleri aktarılıyor.
Türkiye'nin ABD ile müzakerelerde Kuzey Irak'taki örgüt unsurlarının etkisiz hale getirilmesi koşulu öne sürdüğü hatırlatılan yazıda baskıların artmasına rağmen Öcalan'ın havadan ya da karadan operasyonlarla en azından şimdilik hedef seçileceğine inanmadığı belirtiliyor.
Yazıda Öcalan'ın "ABD'nin, Türklerin talep ettiği gibi bize saldıracağını sanmıyorum, Türkiye'nin saldırmasına da izin vereceklerini sanmam" sözlerine yer veriliyor ve Öcalan’ın Türkiye Irak'a asker gönderince, Kuzey Irak'tan geçecek konvoylara saldırmayacaklarını, ama saldırıya uğrarlarsa cevap vereceklerini söylediği de ekleniyor.
Habere göre, Türkiye'deki demokratik reformların kendileri için bir anlam taşımadığını ifade eden Öcalan, "Diyalog taleplerine cevap verilmedi. Görüşme çağrılarına 1 Aralık'a kadar yanıt alamazsak siyasi ve askeri önlemler alacağız" diye tehdit savurduğu da belirtiliyor..
Gene aynı gazeteye konuşan Kürdistan Yükseverler Birliği lideri Celal Talabani "Irak'ta hiç kimse Türkleri istemiyor" derken ABD'den Türk askerlerinin Musul ve Kerkük gibi yerlerden uzak kalacağı güvencesi aldıklarını söylüyor.
Tam tezkere oylaması sırasında Ankara’da “akredite” olarak bulunan IKDP Temsilcisi, “TSK Kuzey Irak’tan geçemez” diyor, “Türkiye asker gönderirse diğer ülkelerle birlikte işgalci konumuna düşer” diyor. Yetmiyor; “Af yetersizdi, daha kapsamlısını çıkarın” diye talimat veriyor.
Tam oylama yapılırken, Amerikalıların seçtiği Geçici Hükümet Konseyi Üyesi “Kürt” Mahmud Ali Osman konseyin Türk askerini oybirliği ile reddettiğini söylüyor.
IKDP Lideri Barzani “Türk askerinin Irak’a gelişiyle güvenlik bozulursa ABD’yi sorumlu tutarız. Bağımsızlık hakkımız fakat şimdilik böyle bir talebimiz yok. İleride ne olur bilemem” diyor; Felluce Belediye Başkanı İrfan “Türk askerinin kente gelişi, halkın ABD tarafından cezalandırılmasıdır” diyor.
Malezya’daki İKÖ’de Barzani ve Irak heyeti Türkiye’nin asker yollamaması için kulis yapıyorlar.
Barzani’nin söylemi ile; Bremer’in bir hafta önce Kongre’de “Kürt Devletini Türkiye istemedi diye değil, şimdilik Amerika’nın çıkarlarına aykırı olduğu için istemiyoruz” deyişi arasındaki müthiş benzerlik ürkütmüyor mu sizi?
Derken, “akredite olanın” sadece Dizai olmadığı anlaşılıyor; “ünlü” gazeteci İlnur Çevik’in bir elçi gibi görüşmelerde bulunarak Talabani-Barzani’ye Ankara’da üçlü zirve önerdiği ortaya çıkıyor. İlnur Çevik, görüşmelerden Dışişleri ve Genelkurmayı bilgilendirdiğini ifade ediyor.
Yâni Türk Devleti Akepe sayesinde peşmergelerle “muhatap” oluyor.
Talabani’nin cevabı, tam da hak ettiğimiz cinsten; Talabani, Türkiye’ye mevcut ortamda IKYB Lideri olarak gelmek istemediği mesajını verirken, “Yakında Geçici Konsey Başkanlığı’na geleceğim. O zaman Türkiye’ye Konsey Başkanı sıfatıyla gelebilirim” diyor.
Kürtler Türkiye’de, Ankara’da, Çankaya’da “devlet başkanı statüsü” ile karşılanmak istiyorlar.
Akepe iktidarının, “Kürtlerle federasyonu görüşebiliriz” diyen Özal’dan ne farkı vardır?
Öcalan bir süre önce “Özal zamanındaki açılımlar gibi davranın” dememiş miydi.
Türkiye’de İmralı beslemesi Öcalan’ın işaret buyurduğu istikamette politika üretildiği görülüyor.
Peki İlnur Çevik’in; Öcalan ile Suriye yıllarında görüştükleri “sicillerine işlenen” diğer tanınmış gazeteci-anchorman ve parti başkanlarından ne farkı vardır?
Bütün bu adamlar deli mi? Ülkelerini gönüllü olarak “imar etmeye” gelecek amele taburlarına hayır demenin hiç âlemi var mı?
Ne on yıl önceki ilk savaşta, ne de şimdi Amerika’ya karşı Irak’ın yanında; ve tarihte hiçbir zaman İsrail’e karşı Filistin’in yanında yekvücut yer almayan Arap Birliği bile Türkiye söz konusu olunca ayağa kalkmış..
Genel Sekreter Amr Musa “Irak Türkiye’den asker istedi mi ki Türkiye asker gönderiyor?” diyor.
Türk askerlerinin konuşlanabileceği bölge olarak adı geçen El Anbar bölgesinde en büyük güç olan koalisyon yanlısı Şeyh Mecit Ali Süleyman, Türk askerlerine şiddetle karşı çıkarken Türk ordusuna da saldırdı. Ali Süleyman "Türk halkı bizim kardeşlerimiz ancak ordusu ateist. Dua etmeleri yasak ve dinleri yoktur" diyor.
Financial Times gazetesi'nde açıklamaları yayınlanan Ali Süleyman, Türklerin bölgede istemediklerini belirtirken "Ya Amerikalılar kalır, ya herkes gider" diyor. Türklerin Irak ile ilgili iddialarının olduğunu da öne süren Süleyman, "Ancak bu bizim toprağımız" diye ekliyor, Türk askerlerinin konuşlanmasının ülkenin barış içinde olan tek bölgesi olan Kuzey Irak'ı alevlendirirken koalisyon güçlerine karşı ayaklanmanın odağı olan El Anbar bölgesindeki durumu daha da kötüleştireceğini iddia ediyor.
Ali Süleyman, Türklerin yerli halk tarafından Amerikalılara göre daha iyi karşılanmayacağını savunurken de "Türk halkı kardeşlerimizdir ancak ordusu ateist. Dua etmeleri yasak ve dinleri yoktur" diyor.
“Türk ordusunun ateist olduğu” söylemini, bir yerlerden; meselâ Gölcük depremi zamanlarından hatırlıyor musunuz?
İşin daha da acı tarafı ileride kıymetli okuyucu..
Talabani The Guardian’a daha başka neler söylemiş biliyor musunuz?
Celal Talabani ayrıca, Türk askerlerinin Irak'a giderken Zaho'daki Halil İbrahim sınır kapısından girerek doğrudan Musul'a yöneleceği, Türk askerlerine sınırdan Musul'a kadar ABD kuvvetleri veya Kürt savaşçılarının refakat edebileceğini de öne sürmüş. Talabani, Türk askerlerinin Kürt bölgelerinde kalıcı lojistik merkezlerini kurmayacağını da iddia etmiş.
Biri çıkıyor, “Kuzeyden geçemez” diyor, öbürü ”Düzen bozulursa Amerika’yı sorumlu tutarız” diyor, diğeri “Bizim istediğimiz güzergâhtan geçecek, lojistik üs kuramayacak” diyor.
Ve…
Ve geçişte Türk askerine ABD kuvvetleri “veya Kürt peşmergeler” refakat edecek diyor.
Biz ne yaptık Allah’ım, ne suç işledik?
Biz bu kadar zillete lâyık mıyız?
Koltuğuna iyi tutun kıymetli okuyucu, ayıbın daha büyüğü de var:
Gazete haberi aynen şöyle:
“Türkiye’nin Irak’a asker göndermesine yönelik müzakereler çerçevesinde sınıra yeni kapı açılması da ayrıntılarıyla değerlendirildi. Habur Sınır Kapısı’nda başlayacak modernizasyon inşaatı ve askeri ihtiyaçlar üzerine Ovaköy Sınır Kapısı’nın açılmasına karar verildi. Ovaköy’de açılacak yeni kapının adının ise (Atatürk’ün Gümrük memuru olan babasından mülhem. HM.) Ali Rıza Efendi kapısı olması planlanıyor.
Geçtiğimiz hafta Başbakanlık Müsteşarı Başkanlığı’nda yapılan, MİT, Genelkurmay, Dışticaret ve Karayolları yetkililerinin katıldığı toplantıda da konu ele alındı. Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal’in konuyu ABD Büyükelçisi Eric Edelman’a ilettiği, Edelman’ın “Olumlu bakıyoruz ancak Washington’a sormam lazım” dediği öğrenildi. İstihbarat ve güvenlik birimlerinin de olumlu baktığı Ovaköy Sınır Kapısı’na yönelik çalışmalar için ABD’den gelecek yanıt bekleniyor.
Ovaköy, Silopi’ye 12 kilometre Habur’a ise Kuşuçuşu ile 15 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Öncelikle Silopi’den Ovaköy’e uzanan karayolunun genişletilmesi planlanıyor. Sınırda bulunan Hezil çayının geçilmesi için ise 300-400 metrelik bir çelik köprüye ihtiyaç duyuluyor. Ovaköy’den Irak’a geçiş sağlandıktan sonra yapılacak yolun da, Musul karayolu ile birleştirilmesi gerekiyor. Bu şekilde, Ovaköy’den Bağdat’a 3-4 saat gibi kısa bir zaman içinde ulaşmanın mümkün olabileceği kaydediliyor. Böylece Türk askeri Irak’a giderse lojistik sevkiyat için bu yolun kullanılabileceği kaydediliyor”
Türkiye Cumhuriyeti, sınırında açacağı kapı için Ankara’daki Amerikan Elçisi aracılığı ile Amerika’dan cevap bekliyor.
“Ben burada kapı açacağım” diyemiyor, “Ne dersiniz?” diyor.
Gine Bissau, Kongo, Hotanto veya Fildişi Sahili’nde bile devlet idaresi bu kadar ayağa düşürülmüş müdür acaba?
İç ve dış politikada işgalciye-sömürgeciye bu kadar teslim olduktan sonra sınır kapısının adını “Ali Rıza Efendi” koymak nasıl bir Atatürkçülüktür?
Böyle bir rezilliği biz daha önce hiç yaşadık mı?
Necip basınımızda, müteahhitlerimizde, politikacılarımızda, profesörlerimizde tezkere geçtikten sonra Amerika ile “anlaşmanın” faziletlerinden bahsediliyor.
Amerika adına Türkiye’de lobi yapılıyor.
Gözlerimizin içine yeşil yeşil bakıp, “Ne demek istediğimi anla” diyorlar.
Tezkerecilerin gerekçeleri şunlar:
Türkiye Irak’ta olanlara kayıtsız kalamaz.
Irak’taki otorite boşluğu Türkiye’nin zararınadır.
Yeni komşu Amerika’dır; Amerika ile şu yüzden anlaşmamız gerekir:
*Anlaşmalıyız çünkü Irak’ta istikrarı o sağlayacak.
*PKK/KADEK’le uğraşmak için söz verdi.
*Irak’taki siyasi oluşumda söz sahibi olmak istiyorsak yine ona muhtacız.
*Türkmenlerin hakkını da o gözetebilir.
*İhalelerden payı da iş adamlarımıza yine o verecek.
*Türkiye “bu zor dönemde” ekonomik olarak da ona muhtaçtır.
*Irak’la her türlü ilişkiyi onun üzerinden, izniyle sağlayacağız.
*Türkiye Ortadoğu’da ancak onun izniyle “bölgesel güç” olabilir.
*Onunla iyi ilişkiler, AB ile aramızın da daha iyi olmasını sağlayacaktır.
“İstikrarsızlık-piyango-yangın” üçlü aldatmacası ancak milletin gözlerini Amerikan gözlüğü ile bağlamaya yarar kıymetli okuyucu, en ufak bir kıymeti harbiyesi yoktur.
Kimse kendini aldatmasın. Kuzey’de Kürt Devleti kurulmuştur. Amerika Erbil’de bakanlık binaları inşa ediyor. 7 aya kadar Erbil’de Amerikan desteği yapılan ile uluslar arası hava alanı inşası bitecek.
Kerkük’te kent merkezindeki anıtın üzerinde Kürt bayrağı dalgalanıyor.
Orada özel timlerimizin “irtibat bürosu” var.
Tezkere çıktı.. Hem de Irak’taki Amerikalı Komutan Sanchez’in “Gelecek olanlar zayiatı göze almalıdırlar” demesine rağmen..
Daha ne diyecekti adam?
Buna rağmen tezkere çıkarıldı, asker gidecek.
Şu kapıdan veya bu kapıdan, şu veya bu istikametten gidecek. Mola verecek, gece yatacak. Görev yapacak.
Kim dost, kim düşman?
Amerika, Kürtlere ne kadar söz geçirecek, yoksa “danışıklı” bir takım organizasyonlar içine mi girecekler yine beraberce? Mayville Türkmen Konferansı’nda alkışlanmıştı ya!..
Amerikalılar ne kadar dost? Süleymaniye olayından sonra Amerikan üniforması ile gülerek yaklaşan şahıslara Türk askeri nasıl davranacak?
Çay mı ikram edecek, yoksa akıllandı da ateş mi edecek?
Ateş emri verildi mi?
Amerika’nın elli bin çuval hazırladığına dair haberler geliyor.
Sahi Süleymaniye’de “kusur” kimde idi?
Bizde mi, Mayville’de mi?
Amerika’da ise hani özür? Bizde ise “görevini ihmal edenler hakkında” ne yapıldı?
Yoksa “kusur” fazla irtifa kaydetmesin diye örtbas mı edildi?
Peki uğruna bütün Ortadoğu’yu, bütün Arap dünyasını, bütün Müslüman dünyasını, bütün Irak halkını, Türk milletinin ise % 80’ini “karşımıza” aldığımız Amerika bizim hakkımızda ne düşünüyor?
Newyork Times’a göre “risk almışız”.
Güldener Sonumut’un haberine göre; Türk askerlerinin gideceği yer konusunda Kürt isteklerine yakın hareket eden Amerika, güzergâh konusunda Kürtleri ikna edememenin sıkıntısını yaşıyor.
CIA’nin kontrolundaki Amerikan televizyonlarının en kıdemlisi CNN’dir kıymetli okuyucu. (En kıdemsizi Fox)
Ve CNN’in çeşitli ülkelerde şubeleri, yerel versiyonları vardır.
İşte o CNN’in internet sitesinde tezkerenin çıktığı gün ilginç bir tezgâh sahneye kondu.
CNN’in Amerika’daki sitesi ilgili haberde Osmanlı askerlerinin Birinci Dünya savaşı’ndaki fotoğrafını kullandı.
Kanal’da, Kutül Amere’de savaşan, Lawrence sayesinde Arapların İngilizlerle işbirliği yaptığı, Türk askerini işgalci gibi gösteren yılları anımsattı.
Hem Amerika Türk askerini Irak’a bayıla bayıla çağırdı, hem CIA; Amerika dururken 1915’lere gönderme yaparak “asıl işgalcinin Türk olduğu” ana fikrini şuur altına bu eski fotoğrafla yerleştirdi, anıları canlandırdı.
CNN’in “World-Europa” sitesinde ise Türk askerinin yeni fotoğrafı kullanıldı fakat resim altında “Türk askeri eski sömürge topraklarına yeniden ayak basabilir” ibaresi kullanıldı.
Yine Türk askerinin orada işgalci olduğu, oraları eskiden sömürge olarak kullandığı fikri işlendi.
Washington Post Amerika’nın şimdiki halini ısrarla gözden kaçırıp “Türkiye orada 400 yıl koloniyal işgalciydi” diyor,”Türk askeri kolay av olabilir” diyor.
Sadece “Futbol milliyetçisi” olduğunu itiraf eden; bir zamanların Ortadoğu’ya hükmeden Dördüncü Osmanlı Ordusunun Kumandanı Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal bile İngiliz-Fransız’ın geçen asırdaki; Amerika’nın bu asırdaki küreselleşen sömürge anlayışları ile Osmanlı’nın hakimiyeti altında bulundurduğu topraklardaki idare tarzı arasındaki farkı anlatma zahmetinde bulunmadı.
“Stratejik müttefik” Amerika tavşana kaç-tazıya tut diyor.
İşler kötü gittiğinde aynı Vietnam’dan sıyrıldığı gibi bir günde Irak’ı tahlitye edeceğinden, Amerikan Ordusunu tahliye ederken “yakın korumasını” Kore’deki gibi Türk birliklerine ihale edeceğinden hiç kuşkunuz olmasın.
Peki İsrail’in Kuzey Irak’ta para ile “toprak aldığını” biliyor muydunuz?
Amerikan muhibleri, mandacılar tezkereden sonra zil çalan etekleriyle açık arttırmaya giriştiler.
Millet 6-10 bini çok görürken Çandar 50.000; Özkök 40-50.000 arası asker göndermemiz gerektiğini yazıyor.
Karen Fogg’un e-postallarında adı geçenlerden Murat Yetkin köşesinde aynen şöyle yazdı:
“Dün Hükümete kendi hazırladıkları bir Irak değerlendirme raporu sunan düşünce üretim kuruluşu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Başkanı Ümit Özdağ, KDP ve KYB gizli servislerinin Türk hedeflerine yönelik terörist saldırılar düzenleyebileceği iddiasında. Özdağ bu saldırıların Kürt bölgesi dışında, hatta Arap gruplarca yapılmış süsü verilebileceğini de söylüyor. İşin vahim yanı, devletin güvenlik birimlerinin elinde de benzeri istihbaratın olması. Özdağ'a göre bunun çaresi, asker göndermekten vazgeçmek değil, Amerikalılarla pazarlığı bir kolordu düzeyinde 50 bin asker için yapmak. ASAM Başkanı böylelikle hem askeri, hem siyasi caydırıcılığın artacağını, zayiatın azalacağını öne sürüyor.”
Özdağ’ın son cümlesine dikkat kıymetli okuyucu:
“Amerikalılarla pazarlığı bir kolordu düzeyinde 50 bin asker için yapmak. Ancak böylelikle hem askeri, hem siyasi caydırıcılık artar, zayiat azalır”
Özdağ’ın Cumhuriyet’te yayınlanan Irak raporunda yer alan “düşük yoğunluklu savaşta asker zayiat verir” düşüncesi aynı gün (11 Ekim 2003), Washington Post’un konu ile ilgili yorumundaki “Türk askeri kolay av olur” cümlesi ile “büyük bir tesadüf eseri” bire bir örtüşüyor.
Vah bize..
İyi bir asker olan rahmetli Muzaffer Özdağ’ın oğlu Ümit Özdağ bile “Amerikalılarla pazarlık” diyor.
Amerikalılarla yapılan pazarlık sonucu kimin askeri ve siyasi hedefi gözetilmiş olur?
Türk askeri Bağdat’ta veya Türkmen bölgesinden başka herhangi bir yerde 50 değil, 100 bin askerle bulunsa Türk milli hedeflerine, siyasi hedeflerine, askeri hedeflerine mi ulaşmış olur, yoksa Amerikan milli çıkarlarının bir hizmetkârı olarak mı görev yapmış olur?
Türk askeri amele taburu olarak değil, Türk askeri olarak; ve Amerika ile pazarlık yaparak onun icazeti ile değil, kendi insiyatifi ile Irak’a girerse ancak o zaman kendi milli hedefleri istikametinde savaşmış olur.
Amerika ile “piyasa pazarlığı” usulü “anlaşmak” ancak Akepe’nin siyasetine hizmet eder.
Şimdiye kadar olan uygulamalardan sonra Akepe’nin siyasetinin; Türkiye’nin mi, yoksa Amerika’nın mı siyaseti ile daha iyi örtüştüğü şüphe götürmeyecek kadar açıktır.
Çok iyi biliyorum, Türk askeri ve “arkasında bütün bir millet” bu coğrafyada Amerika ile başa çıkabilecek kabiliyettedir.
“Emir verildiğinde.”
Korkmayın, emir verin.
Hayatınızda bir kere yalçın dağların doruklarına, kartal yuvalarına sürünerek değil, kartal gibi yüksekten süzülerek konun.
Millet ancak o zaman “hür “olur.
Cumhuriyet sadece alkışla, sadece Onuncu yıl marşını söylemekle; Atatürkçülük de gümrük kapısına Ali Rıza Efendinin adını koyup açılıp açılmayacağını Amerika’ya sormakla olmaz.






www.ufukotesi.com - 11 / 2003  

mumtazbay@superonline.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.