Kimse çıkmadı karşılarına. Alıp sazı sinesine, gezdirirken mızrabını tellerine, getirmedi sözü binasına. Türküler notalarda, notalar radyo arşivinin kutularında kaldı. Notalar dile gelmedi. Bu sorular gün yüzü görmedi:
“Aşıp aşıp hangi dağdan gelirsin?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Bizim elden sen ne haber bilirsin?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Bizim elin ırmakları akar mı?
Yaz olunca menevşeler kokar mı?
Sevdiceğim seyrangaha çıkar mı?
Eğlen turnam eğlen haber sorayım.
Göçmen kuşlar, sıcak ülkelere doğru kanat açtılar. Son kalanlar da bölük bölük gitmekteler. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyen ozanlar, cep telefonlarını, interneti görseler ne yaparlardı? Özlem olmazsa, gurbet olmazsa, aşk mı olur, sılânın bir anlamı mı olur? Halkımız yüzyıllar boyu turnalar üzerine efsaneleri boşuna mı söyledi, deyimler, benzetmeler üretti, türkü üzerine türkü yaktı, semah döndü?
Halk hikâyelerimizde, şiirimizde, türkülerimizde, kar ve dağlar ne kadar kavuşmanın, eski deyimle vuslatın önündeki engellerin sembolüyse, turnalar da, manevî iletişim aracı olmuş, umudun, tesellinin, moralin sembolü olarak hayatımızın içinde yer almıştı.
Halk ozanlarımız onlarla sılâya selâm göndermiş, haber sormuş, onlarla dertleşmişti. Çok eskilere gitmeye gerek yok 19 uncu yüzyıl halk ozanlarımızdan Ruhsatî, şöyle seslenmişti:
Telli turnam gelişiniz nereden,
Yâr köyüne uğradı mı yolunuz?
Bir haber isterim gül yüzlü yarden,
Kerem eyle lâl olmasın diliniz.
İnin şu yaylaya da edelim sohbet,
İçerimde yara açıldı kat kat
Semâya ser çekti ah ile firkat,
Hele biraz dertleşelim geliniz.
Yaz bahar mı sevdiğimizin illeri,
Düzeldi mi aşk ilinin çölleri,
Yüreğimde hayal oldu hâlleri,
Yaktı beni yeşiliniz alınız.
Kesilmeli feryadımız ünümüz,
Ol tarafa düz mü ola yolunuz?
Firkatimle yaşardı mı diliniz,
Aşık Ruhsatî kurbanınız kulunuz.
Turna, leylek büyüklüğünde, uzun boylu, uzun bacaklı bir kuş. Gerdanı, kursak bölgesi, uçma tüyleri, gövdesi siyah, sırtı ve karnı kül rengi. Alnı siyah, tepesi kırmızı tüylerle örtülü. Yurdumuzda görülenler, kışı Kuzey Afrika’da geçirirler. Şiirimizde, türkülerimizde bizimle birlikte olan telli turnanın gözlerinin yanında, aşağıya doğru sarkan bir tüy demeti bulunur.
Halk şiirimizde yer alan başka kuşlar da var. Kekliği, bülbülü, ördeği, kazı, leyleği, şahini, kartalı daha bir çok kuşu sayabiliriz. Ama haber getirme, haber götürme konularında ilk akla turnalar geliyor.
Bektaşîlere göre, turnalar sesini Hazreti Ali’den almış. Pir Sultan bir semaisinde: “Hazreti Şah’ın avazı, / Turna derler bir kuştadır. / Asası Nil deryasında / Hırkası bir derviştedir.” diyor. Yine halk oyunlarımızdan olan semahlarda turna motifi ile karşılaşıyoruz.
....
Halk şiiri geleneği içerisinde yetişmiş çağımız ozanları da turnalardan haber sormayı ihmal etmemiş. Bunlardan Aşık Veli Erdem, Bağdat ellerine giden turnalarla söyleşiyor. Onların karlı dağları aştığını, hem yaz, hem güz geçerek derdini deştiğini söylüyor ve sürmeli yârinden haber soruyor. Yemin verdirdikten sonra, korkusunu dile getiriyor:
Yârimi öldürmüş eli kan m’ola?
Ak gerdan üstüne çifte ben m’ola?
Doğru söylen benim yârim sağ m’ola?
Turnalar ne haber yârdan ne haber?”
Kuşkusuz ki turnalar, ne haber getirir, ne haber götürür. Günümüz teknolojisiyle buna gerek de yoktur. Ama gurbeti içinde yaşatanlar, turnalı türküleri, kendilerini duygu seline kaptırarak dinler ve söylerler. Yozgat’ın Deremumlu köyünde İbrahim Bakır’dan Nida Tüfekçi’nin derlediği türküyü dinlerken çoğu zaman ağlamışımdır: “Bir çift durna gördüm durur dallarda / Seversen Mevlâ’yı kalma yollarda” Bilirim ki, o turnalar, tanıdığım, içerisinde yaşadığım köyleri kasabaları geçecek, burnumda tüten yerleri görecektir.
Kimi halk ozanı, turnalara alkış tutarak dileklerde bulunmuş, kimi dileği yerine getirilmezse kargış tutacağını peşin peşin söylemiş, kimisi de turnaların yerine kendisini koymuş. Gevherî’nin amacı biraz farklı:
“Garip turna bizi senden sorana,
Şimdi bir yavruya kuldur diyesin.
Aşkın zincirini takmış boynuna,
Devr içinde Mecnun oldur diyesin. ....”
Bu şiirde 17. yüzyıl halk ozanlarından Gevherî içinde bulunduğu ortamı anlatmakta. Turnalara gece gündüz ağlamakta olduğunu, gülmeyi unuttuğunu, eski dostlarından kimsenin onu aramadığını söylemekte. Turnalarla en çok dertleşen halk ozanlarının başında Pir Sultan Abdal gelmekte:
“İşte geldin garip garip ötersin
Yenile mi geldin ay telli turnam?
Ötüp de derdime dert katarsın,
Dertlerim yeğindir ay telli turnam ”
Pir Sultan, bir başka şiirinde Kutsal topraklara doğru gitmekte olan turnalara gıbta ile bakar ve “Eğlenin turnalar bile gidelim” der. Bir başka koşmasında ise, sonbaharda dönmekte olan turnaların ötüşünün derdine dert kattığını söyler.
“Turnam gelir gona galka” diye başlıyor bir Eskişehir türküsü. Turnalar yalnız halk ozanlarının teselli kaynağı, halk şiirinin konularından biri olarak kalmamış, türkülerimize girerek obadan obaya, mezradan mazraya, köyden köye, kasabadan kasabaya, ilden ile bütün halkımızın manevî sırdaşı, moral kaynağı olmuş.
Halk müziği repertuarında, ülkemizin hemen her köşesinden derlenmiş turnalı türküleri bulmak mümkün. Malatya yöresinden Aşık Hasan’ın türküsü şöyle:
“Dün mu buradaydın, bugün mü geldin?
Ötme garip garip sinemi deldin.
Eşimden ayrıldım ben burda kaldım,
Yabancılar vurmuş telli turnamı.
.... ”
Turnayı vurmak kolay değildir. Onun için, çok güzel bir şeyi ele geçirebilenlere, ya da bir çok kişinin elde etmek istediği bir şeyi elde edenlere “Turnayı gözünden vurdu” derler.
Yüzyıllarca ülkemize kan damarları gibi hizmet etmiş yollarımız, halk edebiyatımıza turna türküleriyle girmiş. Obasından, köyünden henüz ayrılmamış olanlar, bu türkülerle çevreyi tanımışlar, çevrenin adlarını öğrenmişler. Bugün de şimdi olmayan bir takım kervan yollarını bu türkülerden öğreniyoruz. Örneğin, İç Anadolu bölgesinde yaşayan Afşarlar arasında derlenmiş ve üç bölümden oluşan bir turna türküsünün yalnız bir bölümünde turnaların Yozgat’tan kalkarak Sivas’ın Gemerek ve Şarkışla ilçelerine bağlı köylerden geçip Uzunyayla ve Pırarbaşı’nı aşarak Elbistan üzerinden Amik Ovası’na ulaşmaları anlatılıyor.
Yıllar ötesinin okur yazar olamayan toplumuna, bundan güzel coğrafya dersi olur mu?
|