Yeşilçam, yıllar yılı Anadolu’daki sinema işletmecilerinin “ısmarlamadığı” filmleri yaptı... Parasal kaynakların sınırlı olduğu o yıllarda, bu bir zorunluktu... Örneğin, Adana’da sinemaları olan bir işletmeci(ya da dağıtımcı), “gider”lerin bir bölümünü yapımcıya önceden ödeyerek, “Şöyle şöyle bir film istiyorum; Ayhan Işık-Belgin Doruk oynayacak; komedyen Sadri Alışık olacak !” diyebiliyordu ve “emri baş üstüne”ydi, çünkü yapımcı biliyordu ki, filmi bitirdiğinde pazarlama zorluğu çekmeyecek... |
Geçmiş yılların bu “Yeşilçam gerçeği”ni bilenler, şimdilerde şunu düşünüyor: Acaba doğudaki aşiretler, dizi yapımcılarına para verip, “Bizden bir şeyler yap; ‘var’lığımızı her fırsatta vurgula !” mı diyor ?..
(Bu bir “şaka”ysa da, -Freud’a göre- her şakanın yüzde 50’si tartışılır.)
* * *
TV dizilerimizin -genelde- teknik açıdan giderek batıdaki örneklerine benzemeye başladığını, kimi “ilkel”liklerden yavaş yavaş arınma yolunda adımlar attığımızı görür gibi olmak sevindiriciyse de; “uçmak” alışkımızın kötü bir meyvesi olan kimi dizilerden de söz etmek gerek. “Bize uymayan”ların başında, okullu-öğrencili diziler geliyor. Pedagoglar, sosyologlar ve psikologlar, bu yapımlardan hiç hoşnut değil !
Bu dizileri yapanlar, kimi kez ülkemizdeki okulu ve öğrenciyi Miami’dekiyle karıştırıyor olmalı... Oysa “saygı” kavramı, -her şeye karşın- hâlâ bizi biz yapan özelliklerden biri. Popüler kültürün hızla gemi azıya aldığı göz önünde bulundurulduğunda, okullarımızın-öğrencilerimizin 20-30 yıl sonra, dizidekilerden daha da “uçuk” olacağı öngörülebilir. Belki bugün de, öğrencileri dizilerdekiyle birebir örtüşen bir-iki okulumuz vardır. Bilemeyiz, görmedik. Öyle bile olsa, bu “free”liği genelleştirmek, TV’nin “eğlendiricilik” yanını öne çıkarıp “kötü örnek” tehlikesini göz ardı etmek olmamalıdır dizi yapanların görevi.
Türkiye’nin İstanbul-Ankara-İzmir’den oluşmadığını; dünya değişiyorsa ve bu doğrultuda birileri bir şeylere alıştırılacaksa; bunun böyle “pat diye” olamayacağını, “törel” değerlerimizin tümüyle yitmediğini, öğrencilerimizin “özel sorun”larını okula taşıma olgusundaki ölçüyü ve daha birçok şeyi bir kez daha gözden geçirmek gerekiyor galiba...
* * *
Ve silahlar... Her boy, her marka, her çapta silahlar... Tabanca, -ne yazık ki- bir çocuk ya da delikanlı için “estetik ve çekici” bir aygıt... Kim istemez böyle bir “güç” demirine sahip olmayı, arada bir eline alıp oynamayı ?.. Gelgelelim TV’nin görevi bu dürtüyü pekiştirmek değildir ! Birçok dizide, kan gövdeyi götürüyor; tabancanın, macera dizilerinden, Yasemin Yalçın’lı güldürü dizilerine bile sıçradığını anımsayalm... Şiddete yeterince açık bir toplumda, futboldaki yengisini bile balkondaki çocukların ölümüyle ödeyen bir toplumda, silahı hemen her dizide çocuklarımızın-gençlerimizin gözüne gözüne sokmak ne denli doğru ?..
Tamam, Batıdaki filmler-diziler de böyle; oralarda da çocuklar-gençler ekrandan etkilenip suça yöneliyor ama, hiç olmazsa “kan davası” gibi, “sevdiği kızın başkasıyla çıkması” gibi nedenlerle “sistematik” bir silaha sarılma yok oralarda... Bir-iki “münferit” olay dışında, bizdeki gibi “Babasının beylik tabancasını alıp...” diye başlayan haber yok yabancı gazetelerde. En azından, “at / avrat / silah” diyen “töre”leri ve “gen”leri yok !
Bol silahlı-öldürmeli dizilerin çocuklarımızı-gençlerimizi etkilemesi bir yana; genç polislerimizi bile etkilediği gerçeğini kabullenmenin zamanı geldi galiba... Polisin, bu tür dizilerin olmadığı günlerdeki “silahlı vukuat”larıyla bugünküler arasındaki bir sayımı, istatistikçilere ve bilim adamlarına bırakıyoruz.
Konu bilim adamlarından açılmışken, bir noktaya daha değinmek gerek. Bu ülkede Özcan Köknel, Arif Verimli ve daha birçok psikiyatri uzmanı var. Çekimlerden önce senaryoyu bir bilim adamından geçirip, bir-iki değişiklik yapmak çok mu zor; yoksa bunu “zor”laştıran, beklenen “reyting”in altında kalmak kaygısı mı?..
“Bizim millet silahı sever. Onların bu zaafından yararlanıp para kazanıyoruz.”
Bu mu ?..
|