Düşün/ce

 

Olcay Yazıcı  

Millî kimlik olmadan nasıl “marka” olunur?


Bilmem farkında mısınız, ülkenin askerî-siyasî ve ekonomik çalkantıları sürerken; yurt dışında “Türkiye’yi markalaştırmak” maksadıyla, yangından mal, ya da millî kimlikten imtiyaz koparır (veya ağyara küresel yaltaklık eder gibi) acele ve acemice hazırlanmış taslak bir metin, kültür şuuru ve medeniyet idraki gelişmiş çevrelerce şiddetle eleştirildi.

Ülkemizi uluslararası platformlarda tanıtma ve marka oluşturma iddiasıyla bir araya gelen bazı kişi ve sivil toplum kuruluşları, millî duyarlıklı tenkitler neticesinde, “yanlış anlaşıldık, tabii ki bizler de Türklükten, İslâmlıktan/medeniyetimizin muhtevasından iftihar duyan kişileriz!” şeklinde açıklamalar oldu. Yedi Renk ajanstan Bilal Arıoğlu’nun tesbit ettiği, millî kimlik ve medeniyet perspektifimize ters düşen tanımlamalar üzerine, (sanki söz konusu metnin oryantalist bakış açısını kabul etmiş gibi gösterilen) Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği MÜSİAD, tenkidî bir cevap hazırlayıp, Türkiye Tanıtım Konseyi İcra Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu ile Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Nabi Avcı’ya gönderdi. Tashih edilmediği sürece, böyle bir metnin altına imza atamayacağını açık bir dille ifade etti.
Ne var ki, herhangi bir kasıt olmadan, sadece gazetecilik insiyakiyle erken davranan Ufuk Ötesi’nin yazı işleri, “Tanıtım Tezgâhı” başlıklı manşetinde, MÜSİAD’ı da söz konusu projeyi destekleyen kuruluşlar arasında zikretti. Çünkü, gönderilen tanıtım metni ile MÜSİAD’ın tenkidî cevabı ellerine ulaştığında, gazete baskıya verilmiş ve bu yüzden gerekli düzeltme yapılamamıştı.

Bu vesileyle şunu belirtmek lâzım ki, yerli bir sivil inisiyatif olan ve Anadolu sermayesini temsil eden Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), fikrî orijini ve medeniyet duruşu ile, kamuoyunda ya yeterince tanınmıyor veya yanlış tanınıyor. Çünkü MÜSİAD, Türkiye’nin toplumsal/kültürel/siyasî arakesitini bünyesinde barındırmakla birlikte, aynı zamanda yerli bir bakış açısı ve medeniyet perspektifi olan, mânevî olduğu kadar, millî hassasiyetleri de gözeten, kültürel kimliğinden utanmayan, üst kimlik olarak “Türk milleti” demekten çekinmeyen bir anlayışa sahiptir. Her ne kadar aşağıda takdim edeceğimiz metin profesyonel kadro tarafından kaleme alınmış olsa da, Başkan ve üyeler tarafından da kabul görmüştür. Bu da, söz konusu müessesenin sağlıklı bir “medeniyet duruşu/misyonu” taşıdığını gösterir.
YAYINIMIZ SES GETİRDİ
Türkiye’yi markalaştırma projesi/maksadıyla yola çıkanlar, -eğer bilinçli bir imaj kaydırma ve gerçekleri çarpıtma niyeti taşımıyorsa-milletlere şeref/özgünlük ve buna bağlı olarak itibar kazandıran değerler konusunda yeterli idrake/en azından ulusal hassasiyete sahip değil demektir. Bir başka önemli husus da, Türkiye’de ciddi bir “fikrî metin üretme ve o metni yazıya aktarma” problemi/redaksiyon yetersizliği var. Hiç kimse ne dediğini ve bunu nasıl kaleme alması gerektiğini bilmiyor. İyimser bir yorumla, marka meraklılarının düştüğü hatalar biraz da bu fikrî yetersizlikten, yani üslupsuzluktan kaynaklanıyor. Neresinden bakarsanız bakınız, ortada bir fecaat/bir yanlış okuma/bir yanlış tasavvur var ve mutlaka tashih edilmeli. “Kaş yaparken, göz çıkarmak!” deyimi tam da bu tanıtım organizatörlerine denk düşüyor.

Birbirinden habersiz, eş zamanlı olarak MÜSİAD’ın, metinde adı geçen bir kuruluş olarak karşı çıktığı, Ufuk Ötesi’nin ise olayı kamuoyuna yansıttığı hadise, bazı gazetelerle birlikte Yeni Çağ’da çıkan haberlerle gelişerek, Ulusal kanala, Meltem TV’ye kadar uzandı.

Bu durum, pastadan pay alma gayretinden başka pek bir mukaddesi olmayan “para-manyak” liberal kafaların cirit attığı günümüzde, kıymetlerine sahip büyük bir kitlenin var olduğunu göstermesi açısından sevindirici/ümit verici bir gelişme.
MÜSİAD VE MENİYET PERSPEKTİFİ
İşte, MÜSİAD’ın, medeniyet perspektifinden tenkitlerini ihtiva eden ve tanıtım icra üyelerine gönderilen eleştiri/karşı çıkış metni:

“Sayın Erkut Yücaoğlu
Türkiye Tanıtım Konseyi
İcra Heyeti Başkanı

Tarafınızca Derneğimize gönderilen, ‘Türkiye Markası Projesi Klinik Toplantıları Bütünleştirilmiş Sonuçları’ üzerinde yapılan incelemelerimiz neticesinde, Türkiye Markası Projesinin ortaya koymuş olduğu yaklaşımın, bizim hiçbir şekilde kabul etmemiz mümkün olmayan oryantalist bir bakış açısı taşıdığı kanaatine varılmıştır.
Hepinizin malumu olduğu üzere, hiçbir kişi ve kurum kendi gerçeğinden utanarak ve onu saptırarak uluslararası bir marka haline gelemez. Bu metnin üretilmesi aşamasında varolan psikolojik zeminin, ‘Türkiye gerçeğini nasıl marka olarak sunarız’dan daha çok, ‘Türkiye’yi markalaştırmak için gerçekleri nasıl saptırabiliriz” yaklaşımı olduğu açıkça görülmektedir.
Türkiye jakobenik özellikler taşıyan toplum mühendisliği yaklaşımına uzun dönemdir tanıklık eden bir ülkedir. Uzun süreli çalışmalara rağmen, bu çabanın, siyasal, sosyal ve ekonomik iflasına açıkça tanık olunduğu böyle bir dönemde, markalaşma çalışmalarında da hala bu yaklaşım doğrultusunda hareket edilmesi anlamsız ve yanlıştır.
Bu bu toprakların/medeniyetimizin en önemli iki ana unsuru olan Müslümanlık ve Türklüğü “negatif çağrışımları olan kavramlar” diye tanımlayıp, diğer semavî dinler olan Musevilik ve Hıristiyanlığın bu toprakların önemli unsuru olduğunun vurgulanmaya çalışılması, bizde bu metni üreten insanların kimler olduğu sorusunun doğmasına yol açmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han’a değinildiği bölümde, “Fatih aslında bağnaz kesimlere ters düşecek bir kişiliktir. Fatih’in temelde yapmayı hedeflediği, nüfusunun yalnızca % 60’ının Müslüman olduğu Müslüman bir Doğu Roma kurmaktı” denilirken tarihin, kültürün ve kişiliklerin anakronik bir okumasının yapılması yanında, kültürümüzün sanki nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair yönlendirmelerde bulunan bir yaklaşımın, “biz”i başkalarına tanıtması ve bu tanıtmadan ‘marka üretmesi’ mümkün değildir.
ÇARPIK BİZANS GÖZLÜĞÜ
Bu kapsamda ele alınması gereken diğer bir örnek de, Osmanlı’nın ‘işgalci’ diye tanımlandığı bölümdür. Mutfağımız bölümünde, Osmanlı için “işgal ettiği her ülkenin mutfağından bir şeyler almıştır” diyerek, Osmanlı’yı işgalci konumunda gören bu anlayış, dinler arasındaki harmoniye işaret ederken, “Süleymaniye ile Ayasofya”nın yan yana durduğunu belirtmek suretiyle, yıllarca cami olarak hizmet etmiş bir mekânı bir kalemde Hıristiyanların ibadetgâhına çevirmektedir.
Zaaflar bölümünde haklı olarak ‘ülkemize gelen turistlere kendimizi ve kültürümüzü yeterince tanıtamıyoruz’ denilirken, sanki bunun birinci elden kanıtı olarak dilinden, soyundan, tarihinden, dinine kadar her alanda anakronist bir yaklaşım sergilenmesi açıklanmaya muhtaçtır. İstanbul denilince, değer olarak aklına sadece “rakı ve balık” üşüşenlerin, varolan markalarımız olarak sadece ideolojik mülahazalardan âri olamayan “Nazım Hikmet ve Aziz Nesin”i hatırlayanların; Yunus Emre anılırken en büyük dil ustasının edebiyat boyutunu vurgulayamayanların, kültürümüzü yeterince tanıtması mümkün değildir.
Haklı olarak, Osmanlı’daki hoşgörü ortamına işaret edilirken, sürekli Hıristiyan ve Musevi azınlıkların Türkiye’deki sanat, kültür ve din değerlerine vurgu yapılarak öne çıkartılması; Müslüman ve Türk unsurların ikincil bir vurguya mazhar görülmesi anlaşılır gibi değildir.
Yukarda kısa bir analizini yaptığımız, tamamı okunduğunda bu gibi olumsuzlukların çok fazlaca bulunduğu görülecek olan bu metnin, kimliliğini, yerliliğini ve medeniyetini önemseyen, sahip olduğumuz kimlik ve medeniyetin bırakın kendisinden utanılmayı, dünyada tekrar denge unsuru haline getirilmesini savunan MÜSİAD’ca kabul edilmesi asla mümkün değildir. Bu nedenlerle, yukarda eleştirisini yaptığımız yaklaşım tarzı değiştirilmezse, oluşumunuza destek vermemiz ve içerisinde bulunmamız mümkün değildir.
Bilgi ve gereğini arz/rica ederim.
Saygılarımla,
Ali Bayramoğlu
Genel Başkan
3 Ekim 2003”


www.ufukotesi.com - 11 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.