Tutanak

 

Hüseyin Özbek  

Çevre Emperyalizmi


Çevrecilik okurlarımızın en azından söylem olarak pek de yabancısı olmadıkları bir kavram.Yaşadığımız çevreden tutun da, suya, toprağa, havaya, doğaya, atmosfere kadar yayılan geniş bir anlam yelpazesine sahip ‘’çevre ve çevrecilik’’. İnsan başta olmak üzere, tüm canlıların üzerinde yaşadığı yeryüzünü gelecek kuşaklar açısından da yaşanabilir bir halde bırakılması, korunması her şeyden önce insan olmanın bir gereğidir. İnsanlar, toplumlar, devletler bu bilinçle davrandıkları sürece sorun yok demektir.

Yine yukarıda sayılan doğal çevrenin yanında insanlığın,çeşitli ulusların başlangıçtan günümüze ürettikleri, yarattıkları kültürel değerler, sanat eserleri de ortak kültür mirası olarak korunması, sahip çıkılması gereken değerlerdir.
Tüm bu saydıklarımıza, yani doğal ve kültürel değerlere sahip çıkma, koruma bilinciyle hareket etme ve bu doğrultudaki etkinlikler bahsettiğimiz ÇEVRECİLİK sözcüğü ile tanımlanabilmektedir.

Bedelini milyon fazlasıyla ödediğimiz bu toprakların sonsuza kadar sahipleri biz Türkler de başlangıçtan günümüze kadar bu toprakların kültürel mirasının bekçileriyiz. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminden günümüze kalanlar, coğrafyanın vatanlaştırılması sürecinin ve Türkün bu topraklardaki serüveninin somut tanıklarıdırlar.Bu nedenle, ata yadigarı bu eşsiz ürünlerin titizlikle korunması borcumuzdur. Ama, bu coğrafyadaki daha önceki dönemlerin kalıntıları da korumamız gereken, artık bizim olan kültürel miras olarak değerlendirilmelidir.
Geçmiş dönemlerin yadigarı, bir yönüyle insanlığın ortak kültür mirası olarak kabullenilmesi gereken eserlerin yanında, doğal çevrenin, havanın, suyun, her türlü canlının hayatını sürdürebilmesi bilinciyle davranmak her Türk yurttaşının duyarlı olması gereken konulardır.
Bu bilinçle harekete geçmek için dış güçlerin, emperyal merkezlerin “Maskeli Çevrecilik” yönlendirmesinde etkilenmeye ihtiyaç duyulmamalıdır. Emperyalist metropol devletlerin “Derin devlet laboratuarında üretilen” BATI PATENTLİ ÇEVRECİLİK oltasına da gelinmemelidir.Türk ve Türkiye eksenli bir çevre bilinci esas alınmalıdır.Uluslararası dayanışma, ortak değerlerin, milliyet farkı gözetilmeksizin tüm insanlık tarafından savunulması başka bir şeydir ve doğrudur. Fakat çevre soslu, göz alıcı, aldatıcı ambalajlı emperyalist yönlendirmelere karşı da duyarlı olunmalıdır.
Nükleer denemelerle, zehirli atıklarıyla, asit akıttıkları nehirleriyle (Tuna Nehri ilginç bir örnektir) atmosferi, denizleri, doğayı kirletenlerin, kedi pisliğini örter gibi geri kalmış ülkelere çevrecilik dersi vermeleri iki yüzlülükten başka bir şey değildir.
Emperyalist merkezlerin çevre oltasına ilk gelenler de, Sovyet sisteminin çöküşüyle hayalleri yıkılan, ulus devletine karşı da bitmez bir kinle dolu bir kısım solcu eskisinin yanında feministinden nihilistine, eşcinselinden anarşistine kadar gökkuşağını andırır bir güruhtur. Türkiye Cumhuriyeti’nin yeminli düşmanı etnik defolu döküntülerden, mordan yeşiline kadar bir alay toplumla barışık olmayan ulusun ortalama değer yargılarının dışındaki süprüntüleri de buna eklemek lazım.Şüphesiz ki; iyi niyetli, gerçekten çevresel ve kültürel bir duyarlılıkla hareket eden kişi ve kuruluşlar bu tanımın dışındadır.
Emperyalistlerin sömürdükleri, geri bıraktıkları, doğal kaynaklarını yağmaladıkları, sefaletlerinden sorumlu oldukları ülkelerin, halkların kurtarıcısı, yol göstericisi pozuna bürünmeleri küreselleşme çağında daha da artmışa benziyor. Geri kalmış ülkelerin sanayileşme, kalkınma, akar sularından enerji üretme ve sulu tarımda yararlanma girişimlerini çevre yaygarasıyla, yönlendirdikleri sömürge aydını yerli devşirmelerle engelleme girişimlerini ibretle seyrediyoruz.
Türkiye’nin nükleer enerjiye yönelmesini dünya çapında kampanyalarla engelleyenlerin, ABD, AB ülkeleri başta olmak üzere niçin elektrik enerjilerinin ortalama %30 larını nükleer enerji santrallerinden elde ettiklerini açıklamaları gerekmez mi? Termik santrallere karşı çıkanların yine ABD nin şu anda elde ettiği enerjinin %51 ni kömürle çalışan santrallerinden elde ettiğini bilmemeleri mümkün mü?
Dicle nehri üzerine kurulacak Ilusu barajına karşı çevre soslu uluslar arası kampanyaların ardındaki gerçeği anlamak için İngiliz parlamentosundaki konuşma metinlerini öncelikle bu çevreci soytarılara okutmak gerek. Okuduklarında asıl amacın çevre, Hasankeyf falan olmadığını açıkça göreceklerdir. Mezopotamya bölgesindeki en az yüz yıllık İngiliz faaliyetlerini, Kürtçü kışkırtmaların ardındaki gerçeğin petrol coğrafyasına sahip olmak olduğunu anlayacaklardır.
2000’li yılların İngiliz politikası 1900’lü yılların politikasından pek farklı değil anlaşılan... 27 Ağustos 1919 tarihli elçilik müsteşarı HOHLER gizli raporunda “Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya ya verdiğimiz önemdendir. Yoksa Kürtlerin ve Ermenilerin durumu bizi hiç ilgilendirmez.” diyordu.

Ne diyelim: Garp cephesinde bu yüzyılda da değişen bir şey yok...

Okurlarımız için not: Çevre Emperyalizmi ve Ilusu Barajı Örneği-Özden Bilen
ASAM YAYINLARI


www.ufukotesi.com - 11 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.