Gezi

 

Banu Erkmen  

Günbatımında Ayvalık


Geçen ay, ışığı, yeşili, şakır şakır dalga sesleri ile ruhumuzu aydınlatan Ayvalıktaydık. Güneşinin sıcaklığında içimizi ısıttık, daracık sokaklarında gezerken tarihi ile nefes aldık. Akşam gün batımını seyrettik. Denizin üstünde kıpkırmızı kaybolurken güneş, gökyüzünde renklerin cümbüşünü seyrettik. Öyle bir an geldi ki; gökyüzündeki renklerle deniz aynı renk oldu, bizi içine doğru çekti, o an oracığa diz çöküp güneşe haykırabilirdik sevgiyle.

Bir keresinde de sabah saat beş civarlarında güneşin doğuşunu görmüştüm. Muhteşem ışık patlamaları halinde doğarken güneş sanki üzerime nurlar yağıyordu. Bu sefer yeryüzü ile gökyüzü sanki birleşmiş arka arkaya patlayan ışık huzmelerinden adeta sersemlemiştim. Saymadım kaç kere oldu Ayvalık’a gideli ama her gidişimde aynı şey oldu. Biz gezginler özellikle sevdiğimiz yerlere gidişlerimizi uğursuzluk getirmesin diye saymayız. En kısa zamanda tekrar gidebilmek için de gördüğümüz her çeşmesinden de su içeriz. Kaldığımız otelin terasında gün batımı eşliğinde yemeklerimiz yer, bir taraftan dönen balıkçıları seyrederken gündüz gezerken anlatamadıklarımızı da bir taraftan anlatıyoruz.
Toprak ve deniz üstündeki ve de gökyüzündeki bu renk cümbüşünden daha muhteşemini gelen balıkçılar denizin altında görüyorlar. Ağların balıklarla dolu olması onları ne kadar çok mutlu ediyorsa, sünger ve mercan avcılığı sırasında deniz altında gördükleri de bir o kadar daha mutlu ediyor. Bizlerin gördüğü dünyadan başka, farklı bir dünyayı izleyip gelen insanların yüzündeki o mahmur mutlulukla teknelerini sahile yanaştırıyorlar. Gözlerinin içlerine sinmiş bir çizgi halindeki gülümseme, onların bizlerden çok farklı olduğunun işaretini verir. Onlar Ege sularının altındaki güzelliklerden geliyorlar. Envai renkli sualtı canlılarının, kırmızı, sarı, turuncu, pembe mercanların, süngerlerin arasında dolaşan binbir çeşit balığın yaşadığı cenneti görmek, onlara dokunabilmek içimizden kaçımıza kısmet oldu ki?

ANTİK ÇAĞDAN GÜNÜMÜZE
Antik çağda adı Kydonia adıyla bilinen Ayvalık, MÖ 330 yılından günümüze kadar önemli bir yerleşim birimi oldu. Zeytin ve çam ağaçları ile kaplı Ayvalık tarihte de, günümüzde de kent halkına denizin nimetlerinden ve zeytinin bereketinden sunmaya devam ediyor. Yazları sayfiyecilerin kalabalıklaştırdığı Ayvalık bu mevsimde oldukça tenha. İşimiz ise tatil yapmak değil sindirerek, yaşayarak gezmek olduğu için daracık ıssız sokaklarının, eski evlerinin, mimari yapılarının, adalarının tadını keyifle çıkarıyoruz.
Antik çağda ve Osmanlıların egemenliğine geçene kadar Ayvalık ağırlıklı olarak korsanların yaşadığı bir kent merkezi idi. Osmanlılar zamanında sükunete kavuşmasına rağmen gene de arada bir korsan saldırılarına maruz kaldı. Birinci dünya savaşına kadar huzurla yaşayan Ayvalık 28 Mayıs 1919’da Yunan askerlerince Alibey (Cunda) adasından başlayarak işgal edildi. Bir anda Ayvalık Yunan bayrakları ile donandı. Yerli rumlar hemen yunanlıların yanında yer aldı. İşgal 39 ay 16 gün sürdü. Türklere yapmadıkları eziyet kalmadı. Ayvalık’ın hemen önünde Cunda adası diye bilinen adaya adı verilen Ali Bey bu mücadelede düşmana ilk kurşunu sıkan oldu. Mübadele sırasında Rumlar Yunanistan’a hatta hemen Ayvalığın karşısındaki midilli adasına yerleştiler, Girit ve Midilli ile Makedonya çevresinde yaşayan Türkler ise Ayvalığa geldiler. Geçen turlarımdan birinde görmüştüm, Midilli’de yaşayan mübadele rumları Ayvalıklılar derneği diye bir dernek kurmuşlar, Ayvalık’a ziyarete gelmişlerdi. Bizler evlerin mimari özelliklerini ve ahşap işçiliklerini anlatırken onlar ise sokakları dolaşıyorlar, ellerinde planlar evlere bakıyorlardı. Ağırlıklı olarak taş işçiliğinden yapılan evlerin hemen hepsi yazın serin, kışın ise sıcak olması pencereleri panjurlu olarak yapılmış. Çatıların kenarları veya evlerin kapılarında ahşap işçiliğine çok önem verilmiş. Eğer kapı demirden yapılmış ise bu sefer demircilik sanatının kapı örneklerinin en güzelleri ile beldede bol miktarda karşılaşıyoruz. Sokakların daracık oluşu da evlerin ısı derecelerinin ayarlanmasında ayrıca bir etkendir ama söylencelere göre de korsanların evden eve atlayarak kolayca kaçabilmesi için böyle inşa edilmişlerdir.

Doğanın önünde hiçbir şeyin dayanamadığının ispatı ise Hayrettin Camii. Katao Panaya adındaki öksüzler yurdu olarak kullanılan caminin minaresi Eylül ayındaki fırtınada yıkılmış. Bir diğer zamana direniş gösteren camii ise Saatli Camii restorasyon nedeni ile kapalı. Agios Yannis kilisesi olarak hizmet veren mekan Cumhuriyetin ilanından sonra camiye çevrilmiş. Kulesinin üzerindeki saat nedeniyle adı da Saatli Camii olmuş.
Ayvalığın dantel gibi güzel koylarını, önündeki ufacık adalarını seyretmek için Şeytan sofrasına çıkıyoruz. Eski bir lav birikintisi zamanla taşlaşıp yuvarlak bir zemin oluşturmuş. Dik bir tepeye tırmanarak menzile varıyoruz. Demir kafeslerle çevrilip kocaman bir ayak izi muhafazaya alınmış. Her gidişimde o kadar bakmama rağmen halen ayak izine benzetemedim ama halkımız gelip dilek dahi tutuyorlar. Manzarası ise muhteşem. Elinizle kesip yerleştirmiş gibi duran yan taraftaki kayaların adının Tavşan Kulakları olmasının nedeni ise çok basit. Tıpkı bir tavşanın kulaklarına benziyorlar.
Şeytan sofrasının tam tersinde ise Tımarhane adası bulunur. Adada zamanında bir manastır varmış. Manastırın rahibi delileri tedavi etmesi ile o kadar ünlenmiş ki şanı tüm Anadolu’ya yayılmış. Zincirlere bağlanmış olarak gelen deliler manastırda tedavileri bittikten sonra aklı başında munis insanlar olarak memleketlerine dönerlermiş. Bugün manastırdan geriye kalan bolca terkedilmişlik, birkaç pencere ve biraz taş duvar. Yemyeşil bitki örtüsü ile gezilesi ve görülesi ada hakkında ise yerli halkın söylencesi daha farklı. Rumlar çok içki içerler, sarhoşluk yapıp etrafı talan ederlermiş. Ayvalık halkı da sarhoşu alıp adaya bırakırlar, devamlı esen rüzgarla sarhoş da çabucak ayılırmış.
Alibey Adası (Cunda) ise, tarihi hakkında fazla bir şey bilmediğimiz, ama Piri Reis’in haritalarında adı Yunda olarak görünen, bugün ise ilçe merkezine bir yol ile bağlanması nedeniyle adadan çok yarım adalaşan bir yerleşim merkezi.

KÜÇÜK ŞİRİN ADALAR
Çevresi bir çok küçük ada ile dolu olan Alibey adasının çevresi ve tepelikleri çam ve zeytin ağaçları ile kaplıdır. Kız Adası, Maden Adası, Poyraz Adası, Pınar Adası, Güneş Adası en önemli çevresindeki adalardır. Cumhuriyet öncesinde adı “Kokulu Ada” anlamına gelen rumca Moshinos idi. Buradan da Cundanın rumca olmadığını anlıyoruz. Akşam saatlerinde adanın tepelerine çıkıp çevre adaları ve koyları seyrederek gün batışını izlemek çok ayrı bir zevk veriyor insana. Balık lokantaları ile de meşhur olan adanın, Ege’nin otlarından yapılan yemek ve salatalarından yemeden sakın gelmeyin.




www.ufukotesi.com - 11 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.