At kişnemeleri, top gürlemeleri, asker sesleri arasında verilen candan, akan kandan yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet doğuyordu. Afyon kalesi akşam grubunun içinde kaybolurken, o mahşer gününü yaşayan serhadler, şehitler, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk için yüreklerimiz dile geldi.
-Emanetiniz, emanetimizdir..
Söyleyebilecek başka ne olabilirdi ki? Aklın durduğu, dilin lâl olduğu Afyon kalesi eteklerindeki bu tarihi şehirde, hissederseniz tarihin o sayfasında yaşananları... Bizler gibi sizlerin de sadece yüreği konuşur.
Yediveren gülü misâli, antik çağlardan beri üzerine kat kat şehirlerin kurulduğu, gülünün her yaprağına bir tarihin yazıldığı, en şanlı tarihinin Kocatepe Meydan Muharebesi adı ile Türk’ün yeniden doğuşu olduğu, tüm hatıraları, anıtları, müzeleri, evleri, ören yerleri, kaleleri, surları, hanları, hamamları, kervansaray, camileri, şehitlikleri bağrında saklayan kutsal şehrimiz Afyon’dayız. Bazı şehirler vardır ki değil iki üç gazete sayfasına ansiklopedilere sığmaz. İstanbul gibi, Afyon gibi.....Dilimin döndüğünce, kaymağının damakta bıraktığı lezzet misâli sizlere Afyon’u anlatmaya çalışacağım.
3300 yıllık kalenin surları, taşları, yolları, mahzenleri, kuleleri, cephanelikleri dile gelse de konuşsa. Binlerce yılda kimler gelip kimler geçmedi ki ? MÖ 1350 de Hitit kralı II. Murşili tarafından yaptırılan kalenin o zamanlar adı Hapanova (Yüksek Tepe Şehri) idi. Frigyalılar devrinde en parlak dönmelerini yaşayan Hapanova MS 4. yüzyılda Bizanslıların eline geçti. 1071 Malazgirt savaşından sonra Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ile bölge Selçukluların eline geçti. Buraya yerleşen Türkler yanardağ kökenli koyu renkli kayaların üstüne inşa edilmiş kaleye Karahisar adını verdiler. Anadolu Selçuklularının devlet hazinelerini saklamak amacı ile kullandıkları kaleyi I. Alaeddin Keykubad onartırken, şehri de onartmayı ihmal etmedi. Alaeddin Keykubad’ın hazinelerini saklayıp, koruduğu kaleye bu devirde Karahisar-ı Devle denildi. Kale muhafızlığının, Selçuklu vezirlerinden Sahip Atâ Fahreddin Ali ve oğullarına verilmesi ile adı Karahisar-ı Sahip oldu. 1329 yılında Osmanlı egemenliğine giren şehir 1402 Ankara savaşından sonra Germiyanoğullarına bağlandı. 1429 yılında ise kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçti. Osmanlılar zamanında ekonomik ve toplumsal hayata damgasını vuran afyon bitkisinin en iyisinin bu çevrede yetişmesi ile adı Afyonkarahisar oldu. Adından anlaşılacağı gibi artık kalesi ile değil öncelikli olarak yetiştirdiği kaliteli afyon bitkisi ile tanınacaktır. Kale ise 220 metre yüksekliğindeki sarp kayalar üzerine inşa edilmiştir. Kaleye kayaların oyulması ile yapılmış merdivenlerden çıkılır. Askeri amaçlı olarak yaptırılan kalenin içinde halkın oturması için bölümler yoktur. İç ve dış olmak üzere iki bölümden oluşan kalenin iç kısmı Kız Kalesi veya Kız kulesi diye bilinir. İç kısımda Alaeddin Keykubad’ın yaptırdığı cami ve saray, erzak ambarları, cephanelikler, su sarnıçları, halkın değerli eşyalarını sakladığı mahzenler mevcuttur. Muhafız koğuşları da ayrıca bu kısımda bulunmaktadır. Osmanlılar döneminde II. Selimin de onarım yaptırdığı kalenin eteğindeki şehir Anadolu eyaletine bağlı bir sancak olarak yönetildi. 1917 yılında bağımsız sancak ilân edilen Afyon Kurtuluş savaşı sırasında 2 yıldan fazla işgâl altında kaldı. 1897 yılında demiryolu ile ulaşıma açılan şehir, ticaret ve konaklama merkezi iken Kurtuluş Savaşı ile arka arkaya işgâllere maruz kaldı. 16 Nisan 1919 Fransızlar, 21 Mayıs 1919 İtalyanlar, 17 Mart 1920 de 1. Yunan işgâlini, 13 Temmuz 1921 de ise 2. Yunan işgâlini yaşadı. Bunun üzerine Kuruluş Savaşımızın en önemli parçası olan Büyük Taarruz Afyon Cephesinde başladı. Kurtuluş Savaşımızın her cephesinde kahramanca savaşan Afyon halkı Büyük Taarruzda da üstüne düşenden çok fazlasını yaptı. Yunan ordusu bozguna uğratıldı. Şehir 27 Ağustos 1922 de kurtarıldı. Yunanlılar şehirden çıkarken ve ordumuzun önünde kaçarken geçtikleri yerleri yakıp, yıktılar, yağmaladılar. Bu talandan en büyük acıyı yaşayanlardan biri yine Afyon şehri oldu.
Ulu Camiyi gezmeye başlamadan önce kahramanlıkları ile haklı olarak övünen, efsanelerini halen kuşaktan kuşağa anlatan Afyon’dan dinlediğimiz bir efsaneye göre, Ulu Caminin karşısındaki mezarında yatan Ahmet Tahran, Battal Gazi ile çok yakın arkadaştır. Battal Gazi ve Ahmet Tahran kaleyi ele geçirmek için kuşatırlar. Kalenin dışarı ile tüm bağlantısını keserler. Kale komutanı kalenin düşmesinden korkar, Bizans İmparatorundan yardım ister. Yüz bin kişilik bir ordu kale komutanına yardım için yola çıkar ama komutanın kızı bir görüşte Battal Gazi’ye aşık olmuştur. Durumun vahametinden endişe eden kız bir gün çimler üzerinde uyumakta olan Battal Gazi’ye bağırır, çağırır ama sesini bir türlü duyuramaz. Bunun üzerine başına gelecek bir felâketten korumak için Battal Gazi’ye bir mektup yazar, mektubu taşa sarıp üzerine atar. Battal Gazi’ye taş vurunca yerinden kıpırdar ama yatmaya devam eder. Kız babasına koşar, Türklerin komutanının çayırda uyumakta olduğunu söyler ve o’nu öldürmek için zehirli bir hançer ister. Battal Gazi’nin yanına gelen kız o’nu ölmüş bulur. Attığı taş kulağına gelmiş, ölümüne neden olmuştur. Kederinden kahrolan kız zehirli hançeri yüreğine saplar ve hayatına son verir. Bizans ordusu kale eteklerine geldiğinde başlayan amansız savaşta Ahmet Tahran ve askerleri şehit olurlar. Yenilgiden sonra korkunç bir fırtına başlar. Rüzgâr Battal Gazi’nin cesedini Eskişehir civarlarına atar. Battal Gazi’nin cesedini bulamayan Bizanslılar o’nun öldüğünü anlayamazlar, yıllarca onun korkusu ile yaşarlar.
Ahmet Tarhan’ın karşısında yattığı Ulu Cami, Selçuklu dönemi ağaç direkli camilerin en eskisidir. 1273 yılında Afyon sancakbeyi Nusreddin Hasan Bey tarafından yapılmıştır. Ahşap kirişli düz örtü sistemi ile yapılan camii 40 tane ahşap ayakla kıble duvarına dik olarak uzanan 9 sahna bölünmüştür. Batıda ve kuzeyde olmak üzere iki girişi bulunan caminin, kuzeyindeki kapısı batı duvarına doğru kaydırıldığından, kıble duvarının ortasındaki mihrabın giriş ekseni üzerinde olmadığını görürüz. Minaresi şerefesine kadar yeşil sırlı tuğla ile baklava motifleriyle bezelidir. Minarenin yanındaki çeşme Osmanlı yapısı olup, 1341 yılında Karamanoğulları döneminde onarım görmüştür. Afyon’da Tanrının bir armağanı olan şifâlı su her yerde çeşme, hamam, kaplıca, kaynak, maden suyu, maden sodası olarak karşımıza çıkmakta. Çavuş Dede söylencesine olduğu gibi sanki, “Burada bir su olacak” diye bağırıp, ellerinizle toprağı kazsanız, pırıl pırıl memba suları çıkacak sanırsınız. (Hikâyede Çavuş Dede kılıcı ile kayayı yarar.)Tarihin en eski dönemlerinden beri insana hayat veren şifâlı sular, bugünde bir çok hastalıklara deva olmaktadır. Mide rahatsızlıklarından, boğaz hastalıklarına, astımdan, romatizmaya, kadın hastalıklarından nevraljiye ve daha bir çok hastalıklara şifâ olan sular, kaplıcalar hamamlar birbirinden güzel yapılmış tesisleri ile yerli ve yabancı misafirlerine hizmet vermektedir. Uyuz hastalığı için bile hamamı ve kaplıcası olan Afyon şehrinin gerek termal tesislerinden olsun, gerek konaklama tesislerinden olsun her bütçeye uygunu kolayca bulunmakta.
Gedik Ahmet Paşa 1472 yılında Mimar Ayas Ağa’yı İstanbul’dan Afyon’a gönderir. Kendi adına hamam, medrese ve camiden oluşan bir külliye yapmasını ister. Üç yıl süren külliye inşaatı sonuca günümüze kadar varlığını korumuş olan eser ortaya çıkar. 1795 de onarım gören camii sivri kemerli, altı sütunlu, sekizgen kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Halk arasında adı Taş Medrese diye anılan medresesi ise günümüzde Sanat Merkezi olarak işlevini sürdürmektedir. Medrese camii gibi kesme tüf taş kaplı olup, dershane, müderris odası ve sübyan mektebini içine alan bir avlu etrafında 26 kubbeli bir binadır.
Afyon bölgesinin jeolojik yapısını oluşturan tüf kayaları Frigyalılardan beri kullanılmaktadır. Frig, Hitit, Roma dönemi ören yerlerini gezerken yolumuz muhakkak ki İscehisar’a düşecektir. Nevşehir’in nasıl Ürgüp’ü, peri bacaları, kaya evleri varsa; Afyon’un da İscehisar’ı, Seydiler kasabası var. Çok kişi Kapadokya bölgesinin taşıdığı özelliklerin sadece Nevşehir ve yöresinde olduğunu sanır. Halbuki peri bacaları, vadileri, volkanik kayaları, kaya evleri, kaya kiliseleri, kaya mezarları, hepsi Afyon’un İscehisar’ın da var. Sadece Asmalı Konak dizisi yok. Dizisi yok ama Afyon’da konaklar, tarihi Türk evleri hepsi yerli yerinde. Olur da birileri keşfedip dizi malzemesi yapmadan önce benim sizlere naçizane tavsiyem bu bakir hali ile oraları görüp yaşamaktır.
Eminim ki tarihi kültürün halen birinci sırayı koruduğu bu diyarda gezinirken yaralarının iyileşmesi için gezen Kral Midas’ın kızı Suna’ya rastlayacaksınız 2300 yıldır kırmızı damarlı menekşe ve afyon şekerinden inşa edilen hamamların termal sularında yıkanırken, imparatorlar, krallar, sultanlar ve kraliçelerle kendinizi aynı konumda hissedeceğinizden de eminim. Bu arada Sandıklıda ki hamamları da ziyaret etmeyi sakın unutmayın.
Afyon’un düşman işgâliden kurtuluşundan sonra Atatürk ve silah arkadaşlarının karargâh olarak kullandıkları Zafer Müzesini, şehitlikleri ziyaret edip ruhlarını şâd etmeyi, Kocatepe Anıtı önünde bir hatıra resmi çektirmeyi özellikle ihmal etmeyin.
“Ben Afyon’u sadece sucuk ve kaymağı ile tanırdım, anlatılanları ve anlatılamayan yüzlerce eseri görmek için aniden gidersem ne yapacağım” derseniz, kolayı var. Ya İl Turizm Müdürlüğüne yada Belediye’ye uğrayınız. Onlar size bütçenize uygun, rahatça konaklayabileceğiniz program seçeneklerini muhakkak sunacaklardır. Yerli veya yabancı her gelen turistin onlara on turist olarak geri döneceğini bilen yöneticilerin engin deneyimlerinden hiç düşünmeden faydalanın.
bnozdemir@mynet.com
|