Aynada Görünen

 

Hüseyin Aynalı  

Truva Atı’nın fendine dikkat..!


Haziran ayının son günlerinde Ankara’da idim. Seviyorum Ankara’nın havasını, suyunu. İstanbul’a göre çok daha rahat Ankara’nın insanı. Bu rahatlık ve huzur insanların bütün beden diline aksediyor. Böyle huzurlu, rahat, sakin insanların arasında dolaşmak, doğrusu beni hayli mutlu ediyor. Ankara’dan bakınca İstanbul, çocukluğumda izlediğim kovboy filmlerinin Texas’ını hatırlatıyor.

Bu rahat şehrin sokaklarında dolaşırken ayaklarıma adım başı paket takıldı. Üzerlerinde kocaman yazılarla “UYUM PAKETİ” yazıyordu. Birinden kaçıyorum diğeri karşıma çıkıyor. Peşi peşine yedi paket. Haydi hayırlısı, sabah ola hayrola. Desek mi acaba ?
Bazı uzmanlarca ulus devlete alternatif olduğu zaman zaman ifade edilen AB ile Türkiye’nin ilişkileri 1959 dan bu yana 44 yılı bulan bir geçmişe sahiptir. Türkiye’nin AB yolculuğu 31 Temmuz 1959 tarihinde o zamanki adıyla AET ye başvuruyla başlamış, 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye-AET Ortaklık Anlaşması, 1970 yılında Katma Protokol imzalanmış, 1995 yılında da Türkiye’nin AB fonlarından yararlanması sağlamadan Gümrük Birliği gerçekleştirilmiştir. Geçtiğimiz sekiz yılda Gümrük Birliği’nin bilançosunun kimin lehine işlediğini söylemeye sanırım gerek yok. Zira; istatistik verileri ile realite ortada.
Geldiğimiz noktada bu gün, mevcut hükümet ve TBMM AB’nin yapılmasını istediği değişiklikleri 2004 yılına yetiştirebilmek için peşi peşine paket çıkarmakta.. Sanırsınız ki mevcut hükümet paket hükümeti. Bu paketlerin sayısının nerede duracağı da kimsenin malumu değil.
Yüzyıllardır doğuya karşı kendilerini bir üstünlük psikolojisi içinde gören AB ve ABD, bu günkü konjonktürde Orta Asya ve Orta Doğu’nun kaynaklarından yeterli yararlanmayı sağlayabilmek için, Türkiye’den bir köprü olarak istifadeye ihtiyaçları olduğunun bilincindedirler. Türkiye, AB ve ABD’nin Türk Cumhuriyetleri ile kuracakları ilişkilerin başarısı, sürekliliği ve istikrarı için büyük önem arz etmektedir. Ayrıca Orta Asya, Orta Doğu ve 70 milyonluk genç ve dinamik nüfusuyla Türkiye’nin kendisi ABD ve AB için vazgeçilemeyecek bir pazardır.
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne yayılan halklar içinde aynı dili konuşan tek halk, takribi 300 milyonluk nüfusuyla Türk halkıdır. Bu nedenle AB’nin karşısında sadece 70 milyonluk Türkiye değil, 300 milyonluk Türk milleti vardır.
.
Türkiye demokratik-laik yapısıyla Türk Cumhuriyetleri için bir model olabilecektir. Türkiye’nin bütün bu artılarına rağmen kendisinden en can alıcı noktalarda taviz üstüne taviz istenmesi, aksi durumda AB’ye alınmayacağının ima edilmesi ve alınmaması, bu birliğin bir Hristiyan Kulübü olduğu, Müslüman ülke olan Türkiye’nin bu nedenle birliğe alınmayacağı ve alınmadığı düşüncesini ulusal belleklere silinmemecesine yerleştirecektir.
Ancak gerek AB gerekse ABD, Türkiye’nin “güç merkezi” olmaktan kaynaklanan bu önemini ve bu gerçekleri kavramamış gözükmeyi ve görmezden gelmeyi “dış politik tercih” olarak benimsemiş gözüküyorlar.
Peki halk olarak biz ve yöneticilerimiz, AB ve ABD’nin menfaatleri gereği görmezden gelmeyi tercih ettiği bu önemimizin ve gerçeklerin, dolayısıyla sahip olduğumuz dış politik kartların yeterince bilincinde miyiz? Bu güne kadar yaşadıklarımız incelendiğinde, ulusca beynimizin sağ yarısını yeterince kullanamadığımız, bu nedenle sahip olduğumuz kartlardan maksimum düzeyde istifade edemediğimiz görünüyor.
Hani Türk Sanat Musikisinde bir eser vardır. “Şarkılardan fal tuttum, İkimize kaç kere. Sana neş’e mutluluk, Bana hep hasret düştü” diye. Dileriz bizimkisi de o hesap olmaz da önümüzdeki 50 yılda paketlerden fal tutmak zorunda kalmayız. Zira ulusal hislerimiz ulusal mantığımızın önünde gidiyor hep. Savaşlar kaleme döndü kılıca inat... Truva Atı’nın fendine dikkat..!


www.ufukotesi.com - 08 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.