Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

Telefon Kahramanı(!)..


16 Haziran 2003 Haydarpaşa Numune Hastanesi yoluyla Kadıköy istikametine yürüyorum. Sabah 9.30 civarı...Önümden kırmızı forma ve şort giymiş olan bir çocuk annesiyle geçiyor...İki ya da üç dakika sonra bir tane ve peşinden bir tane daha...Acaba bazı anneler çocuklarının kısa yoldan, T.Özal’ın malum tabiriyle erkenden köşe dönmesini mi istiyorlar ya da o çocukları futbolcu yaparak, ekonomik geleceklerini mi garanti altına almak istiyorlar? Kendi kendime bu tahminleri yapıyorum.

Benim yürüdüğüm Kadıköy yönüne doğru giden yolun, tersi istikametinde hareket eden bu çocuklar, acaba az önce önünden geçtiğim Selimiye Sipor Kulubüne mi gidiyorlardı? Orada bir futbolcu seçmesi mi vardı? Bunları kendi kendime beynimde yorumlayarak yoluma devam ediyorum. Fakat bildiğim bir gerçek var!..O gerçek de, bu ülkedeki bir sürü futbolcunun çok büyük paralar kazandığı ve bu durumu benim kadar iyi bilen anneler de, çocuklarını o yöne doğru yönlendiriyorlardı. Ayrıca onlara, forma giymiş çocuklarıyla nereye gittiklerini sormaya da pek ihtiyaç duymuyorum. Zaten ‘perşembenin gelişi, çarşambadan belli olur’ diyenleri de çok iyi biliyorum, tanıyorum. İşte formalı çocukların hesabı, o hesap! Kısa yoldan köşe dönme hesabı! Ümit dünyası hesabı! Bu ülkede seksen sonrasının parlatılan ve kamuoyuna yansıtılan hesabı da bu hesap değil miydi? Ne olursa olsun köşe ol dediler, öyle alıştırdılar! Fakat, oku adam ol demediler! Sadece köşe ol dediler...Yaklaşık on dakika dakika sonra Kadıköydeki Karaköy iskelesinin önünden geçiyorum. Sol taraftaki binanın önünde çok ufak bir kalabalık var... Yine çoğunlukla anneler olmak üzere, yanlarında çocukları bulunmakta. Bu çocuklar da her halde müzikle ilgili... Sanıyorum ki konservatuardaki seçmeler için burada toplanmışlar... Bu anneler de işlerini biliyorlar ya da bildiğini sanıyorlar...Fakat milyonlarca başka anneler, daha bu bilinçte değil. Olsalar sanki, onlar adına bir çözüm olacak mı ki?Buradaki uyanık insanlar da çocuklarını müzisyen yapmak için çabalıyorlar... Zaten ülkenin bir diğer zenginleşme kapısı da müzik değil mi? İşte buradaki kadınlar da, bu gerçeği görerek buraya gelmişler...Fakat bu çocuklar, futbolcu adayı çocuklardan beş-altı yaş daha küçük gibi görünüyorlar. En azından ben öyle algıladım...Zavallı ülkem ve değerleri... Bu değerleri sulandıran ve yozlaştıranlar, kim olursa olsunlar, kahrolsunlar!.. 10.02 de Kadıköydeki Beşiktaş iskelesindeki 10.15 kalkışlı şehir hatlarının Rumelikavağı ismindeki yolcu gemisine bindim. Kıç altı kamarasının giriş istikameti yönü itibariyle, sol tarafındaki arkadan üçüncü sıraya oturdum. Oturduğum sıranın ucuna Karadenizliye benzeyen birisi oturdu. Gazete okumaya başladı. Az sonra o şahısla arama esmerce elli beş yaşlarında başka bir şahıs yerleşti. Bu sırada tam karşıma da yaklaşık seksen yaşlarında bir kadıncağız da yerleşti. Kadıncağız yerleşir yerleşmez bir şeyler aramağa başladı. Ceplerini karıştırdı, çantasını karıştırdı...Araştırmaları her halde fayda verdi ki, sonunda bir kancalı iğne buldu. Demek ki aradığı oydu. Aramayı kesti ve çantasındaki gazetesini çıkardı. Bu sırada geminin makineleri harekete geçti. Fakat geminin halatı o anda iskele babasına bağlıydı. Gemi iskeleden hareketlenmiş gibiyse de, halat alınmadığı için, geminin sancak tarafı birkaç kere iskeleye sertçe vurdu. Nihayet iskele memuru, son birkaç kişiyi daha gemiye bindirdi. Sonunda yolcu geliş kapısını da kapadı. Geminin halatını da iskele babasından aldı ve çımacıya uzattıktan sonra, geminin kaldırılması işaretini verdi. Bu sırada gemiye, son binen guruptan olan üç kadın, tam benim karşımda bulunan, kancalı iğneyi arayıp duran kadının sağ yanındaki boşluğu doldurdular. Yeni gelen altmış yaş civarındaki üç kadın, böyle bir şekilde gemiye ilk defa bindiklerini ve böyle iskeleye vuran gemi görmediklerini aralarında söylüyorlardı. Fakat bu söyleyiş yandakilerin duyacağı bir tondaydı. Kadınların Türkçeyi konuşmalarından azınlık mensubu olduklarını anladım. Evet bunlar eski tabirle, İstanbulun madamlarındandı. Az sonra aralarında yoğun muhabbete geçtiler. Bir tanesi entari giysisi içersinde, diğer ikisi pantolon ve tişört benzeri bir giysi içindeydiler. Kadınlardan ikisi saçlarını kahverengiye, ortada oturanı da sarıya boyatmıştı. Boyatma olduğu her halinden belliydi. Bu sırada, tam karşımdaki seksenlik ve elleriyle ayakları yaşlılıktan liğme liğme olmuş olan kadın da, Cumhuriyet gazetesini açarak tam anlamıyla gazetenin içersine gömülmüş ve sanki yeni bir maden bulmuşçasına derinlere dalmış gidiyordu. Belki bu kadıncağız, seksen sene boyunca aradığı madeni şimdi keşfetmenin yalnızlığı içinde kendisini avutuyordu. Ya da hayatı boyunca hiçbir şeyi anlamadan bir oyana bir buyana savrulup durmanın yorgunluğunda, bir limana yaslanmış olan döküntü bir gemi gibi, iskeleye son kutsal dokunuşlarını yaparcasına mutlu olup duruyordu. Bu kadıncağızın ellerini, kollarını görünce, yaşıtları olan Süleyman Demirel’i, Bülent Ecevit’i ve de Necmettin Erbakan’ı düşündüm. Liğme liğme olmuş vücutlar, hayalime geldi. Hele Erbakan ile Demirel’in yağlı ve de yağların birbiri üstüne katlanan vücutları hayalimde canlanıp, o sıcak havadaki ter ortamını da düşününce, yokluktan ve yoksulluktan sürünen canlılar adına her şeyden ama her şeyden tiksindim ve insanlığın duyarsızlık boyutundan utandım. Bu arada karşıdaki üç madamda kendi aralarında bizlerin duyacağı şekilde konuşuyorlardı. Belki de konuşmalarını bizim duyduğumuzu bilmiyorlardı. Entarili olan bayanın elinde S(ı)tar gazetesi vardı. Bu gazeteyi alma sebebini söylüyordu. Efendim ‘Viken’in resmini aradım, bulamadım’ diyordu...Anladım ki bu madamlar, Rum ya da Yahudi değildiler. Çünkü bu üç azınlığa mensup kadınlar, İstanbullu için madamdı. Bu kadınlar davranış ve tutumlarındaki verdikleri bilgiye göre, Ermeni azınlığa mensup insanlardı...Viken kimdi ki arıyorlardı? Sonra düşündüm aklıma ve de aklıma da geldi. Bu Viken, Cem Uzan’ın sahip olduğu kanallarda parlatılan, yakışıklılık ölçülerine vurulunca bundan nasibini hiç mi hiç almamış olan bir gençti. Gerçi bu genç şekli ve şimaliyle, Ermeni ırkının özelliklerini de veren bir insan tipiydi. Birkaç tanıdık ve bizim hanım, Türkiyedeki azınlık mensupları konusundaki duyarlı yönümüzü bildikleri için, Cem Uzan’ın kanalında BBG denilen yayında, Ermeni asıllı Viken ile Musevi asıllı Beni isimli yarışmacılar olduğunu söylemişlerdi. Birkaç kere merak edip özet olarak verdikleri yayınlarda izlediğim kadarıyla, sadece fizyolojik olarak değil, düşünce olarak da, tam bir bilinçli Ermeni örneğini veren Viken denilen yarışmacıyı hatırladım...Evet bu Ermeni kadınlar, ne kadar da kendilerini ilgilendiren bir şahsa karşı, soylarının vermiş olduğu genetik akrabalılığın duyarlılığının en bilinçli şekilde gereğini yapıyorlardı. Onlar adına tam anlamıyla, bilinçli bir yaklaşımdı bu...Ya bizimkiler! Duyarsız, ilgisiz ve de böyle ortamlar yaratıp para kazananlar! Bu kazanımda her türlü olumsuzluğa oyuncak olanlar! Olumlu değerleri ayaklar altına alanlar ya da yozlaştıranlar!.. Bu sırada o kadınlar konuştukça, Cumhuriyet gazetesini adeta yer gibi, okumaya çalışan ihtiyar kadın da, onlara doğru sağından göz ucuyla bakmaya başladı. Fakat Madamlar kendi dünyasında konuşup duruyorlardı...İhtiyar kadının artık gazete okuyamadığı ya da okuduğunu anlayamadığı anlaşılıyor ki, onlara sürekli bakmaya devam ediyordu. Bu ihtiyar kadının ne Viken, ne de madamların kendi aralarında konuştuğu BBG konusunda da bilgili olmadığı da anlaşılıyordu. Onun derdi, Ermeni kadınlarının konuşmalarının kendi dikkatini dağıtmasıydı...Kadınlardan ortadaki olanı, Cem Uzan’ın gazetesinin sayfaları içersinde Viken’in resmini bulunca, sanki Kolomb’un Amerikayı bulması gibi mutlu oldu. Bu sırada gazeteyi bu amaçla satın aldığını söyleyen entarili olanı, bulan kadını sözle kutladı. Oradaki diğer yarışmacıların bir kaçını da aralarında kısaca değerlendirdiler. Fakat zafer onlarındı ki, bir tanesi diğerlerine yarışma gecesi yarışmayı, geç saatlere kadar yarışma yerinden canlı olarak takip ettiğini ballandıra ballandır anlatıyordu. Zaferi kazanmış askerler edasıyla, üçü de çok mutlu görünüyorlardı. Bu Türkiyede neyin zaferiydi? Kimin zaferiydi? Cem Uzan’ın bu işteki kazancı ve rolü ne kadardı? Solumdaki şahıs, gözlerini kapamış, onun solundaki Karadenizli tipindeki bir başkası da, o da okuduğu gazetesinin sayfalarını çevirmekte ya da göz gezdirmekle meşgulken, tam karşımdaki seksenlik ihtiyar kadın, elindeki Cumhuriyet gazetesini okuyup anlama çabası sürecinde, gözü bir ara gazeteye dalmakta ya da gözlük altından sağındaki Ermeni kadınlara göz ucuyla bakıp durmaktaydı. Bu kadın, kendisini gürültüyle rahatsız eden bu üç kadına da, kibarlık gereği olsa gerek, bir şey de diyemiyordu. Fakat iki de bir sağına doğru bakıp duruyordu. Belki de onlardan birisiyle göz-göze gelmek istiyordu. Ermeni madamlar, birbirleriyle hızlı hızlı konuşmaktan, onun yüzüne bakma gereğini duymuyorlardı. Onun yanında bulunan entarili Ermeni kadın da, arkasını yaşlı kadına hafifçe dönmüş şekilde arkadaşlarıyla meşgul oluyordu...Ermeni kadınlar da artık Viken konusunu tamamlamış olacaklar ki, başka konulara dalmaya başladılar. Bir ar,a bana göre en solda olan bayan, kendisine en son aldığı ayakkabı hususunda da, yanındaki arkadaşlarına bilgi vermeye başladı. Nereden aldığını soran diğer iki arkadaşına, ‘yabancıdan almadığını, bir yakınından aldığını ve ona o sabah siftah olarak 32 milyon’ verdiğini de belirtti...Bu insanlar kendi aralarında ne kadar güzel dayanışma örneği veriyorlardı...Tam anlamıyla imece usulü çalışıyorlardı. İmrenmemek elde değil ki!.. Bunun bilincine varmış olmanın mutluluğunu Viken örneği ile de pekiştiriyorlardı. Yanımdaki diğer üç insanı düşündüm. Bunlar bu anlamdaki milli dayanışmanın ve de imece bilgisizliğinin kara cahilleriydi. Gerçi onlara sorsanız, elbette çok şey hakkında bilgi sahibi olduklarını iddia edebilirlerdi. Belki de söyledikleri bir ölçüde doğru da olabilirdi. Bu doğruluk ya işleri konusunda ya da bireysel faaliyetleri açısından söz konusu olabilirdi. Fakat, milli dayanışma hususunda, şu üç Ermeni madamının ellerine su bile dökemezlerdi. Bu üç şahsın bilgileri olsa olsa kendi çevrelerine dönük lokal bilgilerdir. Oysa bilinmesi gereken en önemli şeylerden birisinin milli bilinç olduğu hususunu bilmiyorlardı. Çünkü yüzlerindeki ilgisizlik ve duyarsızlık bunu ifade ediyordu. Sadece Milli Takım demek, Milli Nizam demek, Milli Selamet demek, Milli Görüş demek, Milli Eğitim demek ya da Milli Savunma demekle bu iş olmamaktaydı. Eğer sadece Türkiyede başında Milli kelimesini taşıyan eğitim, bizim anladığımız anlamda milli olmuş olsaydı; o milli olan eğitimden aşağıdaki kişiler çıkar mıydı? Aşağıda isimlerini yazdığımız ve gayri milli anlayışlarına kökten sarılmış olanlar, bildiğimiz o malum milli eğitimin sıralarında bulunmamışlar mıdır? O milli eğitimde görev yapan öğretmenlerden karne ya da diploma almamışlar mıdır? Abdullah Öcalan, Dursun Karataş, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya, Cemalettin Kaplan, Hüseyin Velioğlu, Salih Mirzabeyoğlu, Müslüm Gündüz gibiler hangi okullardan çıkmıştır ki, Türk milli düşüncesinin ne kadar uzağına ya da yakınına düşmüşlerdir?İyice inceleyiniz...Tüm bunları aklımdan geçirirken; bu arada Rumelikavağı ismini taşıyan şehir hatları gemisi, iskeleye doğru yanaşmaya başladı. Geminin kıç-altı dışında, baş-altı, baş-üstü ve kıç-üstü kısımlarında da çok sayıda yolcu vardı. Acaba yolcularda, benim anladığım ya da algıladığım anlamda milli bilinç, hangi düzeydeydi? Sanırım onların büyük çoğunluğu, ilgisizliğin bilgisizliğinde yüzer-gezer mayınlar gibiydiler. Beşiktaş yolcu iskelesine yanaşılırken, yolcular yavaş yavaş oturdukları yerlerden kalkmaya başladılar. Ermeni kadınlarla, benim en solumda olan ve gazete okuyan şahısta, hemen aceleyle yerinden kalktı ve iniş konumunda önde yer kapmak için ilerlediler. Onlara artık ulaşamazdım. Ulaşmaya da gerek yoktu. Fakat bu Kadıköy-Beşiktaş yolculuğundan aldığım ibretten dolayı, söylemem gereken birkaç şey vardı. Solumdaki esmerce olan ve gözü kapalı yolculuk eden şahsa döndüm ve kasıtlı olarak: ‘ Günaydın, iyi uyudunuz, hep böyle uyur musunuz?’ dedim. Adam şaşırdı ve öylesine boş boş bakıp kalktı gitti. Karşımda da ayağa kalkmış olan, seksenlik ihtiyar kadına da: ‘Anladığım kadarıyla ömrünüzce çok okumuşsunuz, halende yanınızdaki gürültüye rağmen, bir şeyler okumaya çalışıyordunuz. Ne güzel! Tahmin ediyorum ki, ömrünüz bu konuda dolu dolu geçmiş ve bu gazete de sizi çok gerekli konu ve haberlerle bilgilendirmiş olmalı.’ Kadın söylediklerimi kendi doğruluk düzleminde olumlu kabul ederek, kendisinden duyduğu gururla gözlerime baktı ve gülümsedi...Gitmeden son olarak ona: ‘Gazetenizde Viken’in zaferiyle ilgili olarak, ne tür bilgiler var acaba?’dediğimde, şaşırmış olmanın ya da konuyu bilmemenin telaşıyla, yüzüme doğru bu kez, acizlik içindeki bir insan pozisyonuna düşmüş gibi, bakmaya başladı...Yüzündeki tüm kırışıklıklar, az önceki duyduğu gururdaki gibi değil de, sadece bilgisizliğin bir telaşı ya da utancıyla, darmadağın olmuş bir insanın hüznü şeklinde belirmişti. Bu yeni durum kadının tüm yüzünü kaplamıştı...Kadın Viken’i acaba, Vikinglerin bir mensubu mu sanmıştı? Viken o kocaman burnuyla, ağzına sığmayan ve konuşurken tükürük saçan diliyle ve de çökük çenesiyle, bir Viking insanına ne kadar benzeyebilirdi? O Viking olursa, Vikingler ne olurdu? Daha fazla uzatmadan bu çok okuyan, fakat okuduğu hep sabit noktada kalmış olan kadından izin isteyerek, iskeleye doğru hareket ettim. O yaşlı kadının arkamdan baka kaldığını görerek, yoluma devam ettim. Ben bu yaştan sonra, o kadına ne anlatabilirdim ki?..O kadını ve onun gibi zavallıları, yıllarca yönlendirenler, ona ve onun gibilere, istedikleri her şeyi doğruymuşçasına anlatmışlardı...O şeytanlar, demiri tavında döven demirciler gibi, onu ve onun gibileri yıllarca infazcı ve sabit yönlü gazete haberleriyle, yönlendirmişler ve o biçarelerin beyinlerinin en iç noktalarına vura vura bir uyuşturup hedef saptırma süreci yaşatmışlardır. Bu uyuşturmalar ile hedef saptırmalar, millilik adına tüm geleceklerini, sözde başka başka kutsal(!) değer ve palavralar adına ellerinden almış ya da çalmışlardır...Tüm bunlar bir hiç uğruna mı yapılmıştır? Elbette hayır! Onu ve onun gibileri uyutanlar, uyuşturanlar ve de yönlendirenler, kendi doğruları ve çıkarları adına, bu olumsuzlukları yapmışlardır...Bu zavallı kadın da, yılların vermiş olduğu bu uyuşmanın etkisiyle, doğrulara beyinsel teslimiyetin gözlüğü ile baktığı için, ne Viken adlı Şark kurnazı Ermeni gencini, ne de etnik ve de fanatik olan burnun dibindeki Vikencileri görebilirdi!..Tahmin ediyorum ki, bu yaşlı kadın, hayatı boyunca bir ‘Körebe Oyunu’ oynamış ya da ona onu oynatmışlardı. Böyle kör ebe kursundan geçirilenlerden, sağlıklı ebe olmaları beklenebilir miydi? Artık ben onunla başkaları gibi ‘Kör Ebe’ oynamam, fakat ‘Kurtarmaç Oyunu’da oynayamam... Onun gibi çok bildiğine inanan ya da inandırılan, fakat milli bilinç konusunda gözünün ucunu göremeyen bir insana, ben bu zamandan sonra, aydınlık ufuklar açabilir miyim? Sanmıyorum!.. O yaşlı kadın, uyuşturulma girdabına düşmüş ve de debelenip durmakta... Ne yaptığının da bu anlamda farkında değil! Girdaba düşmemek için oradan hızlıca uzaklaşıyorum ve içimden elveda diyorum. Hayat kısa! Kazanılacak insanlar veya kazanılmayacak insanlar hususunda da, herkesin bir demokratik hakkı olmalı...Bu da benim demokratik seçme hakkım...

Aralarındaki çıkar kavgası...
Viken adlı şahsı, kanalında telefon ve benzeri yöntemler aracılığı ile paraya boğan Cem Uzan, Türk milletinin milyonlarca genci sürünürken acaba neyi düşünmektedir? Cem Uzan adlı şahıs, mali anlamda para kazanmayı iyi bilen bir soydan gelmektedir. Sadece özel sektörün bir üyesi olarak hareket etmiş olsa, eleştirimiz, daha başka boyutta olabilirdi. Fakat Türkiyede açıkça siyasete giren ve bu uğurda milli değerler dahil olmak üzere, Türk milletinin pek çok hassas noktasına el atan bu adam, kanallarında ve gazetelerindeki isimlerde en çok İngilizce isim koyma alışkanlığını sürdürürken, BBG ve benzeri yapımlarla da pek çok birikim ve kaynakları, toplumun yüzde birinin çeyreğini dahi oluşturmayan şahıs ve kişilere aktarırken ve onların yaygaralarını kamuoyuna sabah-akşam dinletilmesine de izin veren ya da imkan sağlayan şahıs olmaktadır. Cem Uzan’ın inandırıcı olmayan ve de hamaset kokan, vıcık cıcık çıkar kokan söylemleri, meydanlara gömülmelidir. Cem Uzan’ın kanalı sayesinde büyük paralar kazanan ve bu nedenle ekranda ıstavroz çıkaran Viken gibilere kucak açanlara geçit verilmemeli, söylemleri dinlenmemelidir. ‘Dağ başını duman almış’ edebiyatıyla hareket eden Cem Uzan’ın inandırıcı olmadığı da, geçmişte yaptıkları örnek olacak şekilde herkese duyurulmalıdır. Bu zamana kadar Uzanlarla uğraşanlar (SHP İstanbul Belediyesi Başkanı Nurettin Sözen Dönemi), Tansu Çiller, Mesut Yılmaz gibiler pek başarıya ulaşamadılar...Onlarla çalışanlar ya da çalışmak isteyenler, ortama pek uyum sağlayamadılar (Uğur Dündar,Ali Kırca), onlarla ortak olanlar baş aşağı düştüler. (Ahmet Özal).Bu gün on beş yıllık süreçte tarihimize Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın ortağı olarak Türkiye’de medya öncüsü olarak sahneye çıkan Cem Uzan, attığı imzalarda nedense Anglo-Sakson kültürünün adamı gibi hareket etmektedir. Koyduğu televizyonun ismi Mecik Baks, televizyon kanalının ismi inter sıtar değil miydi? Gazetesinin adı ne? Ve o gazetenin eklerinin adı nedir? Onların adı Türkçe midir? X harfi Türkçemizde var mıdır? Sabah Akşam dağ başını duman almış diyerek kitleleri etkilemeye çalışan bu adam, Atatürk’ün kabul ettiği harfler arasında X’in olmadığını görmüyor mu? Milliyetçiliği basit şekilde kullanmağa çalışan, sürekli anti Amerikancı kesilen ve İMF karşıtıymış gibi havalara girip, bunları satmaya çalışan adam, önce kendi gazete ve yayınlarındaki Amerikan etkilerinden kurtulsun, sonra millete hava atsın... Amerikan firması Motorola ile olan kavganın parasal düşmanlığında gelişen günü birlik anti-Amerikancılık, güneşi balçıkla sıvamaktan öte bir şey değildir. Kaldı ki Cem Uzan’ın çocuğu nerede doğmuştur? Doğduğu yer ABD olmasın sakın! O çocuk aynı zamanda, ABD vatandaşı mıdır? Günübirlik çıkar zemininde anti-ABD’cı olmakla, kimleri etkileyebilirsiniz? Elbette konuyu bilmeyen saf vatandaşları! Hanımının adı nedir? Alara değil midir? Kayın babasının adı Renç midir? Şimdi hayatta olmayan Renç Efendinin, soyadı Koçibey değil midir? Acaba tarihte Osmanlı devleti içinde yer alan, Türkleri pek seven(!) Koçibey ile bunların bir akrabalıkları var mıdır? Cem Uzan, tarihte Koçi Bey diye birisinin yaşamış olduğunu biliyor mu? Uzanlar Türk tarihine hangi gözle bakmaktadırlar? Biz R.T.Erdoğan’ın Türklüğe bakışını iyi biliyoruz. Ya Uzanlar! Onlar nasıl bakıyorlar? Kanallarına bakıyorsunuz. Pek bir şey bulamıyorsunuz. BBG denilen oyunu elbette onlar bulmadı. Birileri buldu, onlarda kanallarında bunun para keyfini sürdürüyor. Para için her şey olabilir mi? Bakıyorsunuz demokrasiden bahsedilen bir ülkede, yetmiş milyonun binde birini oluşturan (Viken) ya da binde birinin yarısını dahi oluşturmayan (Beni) isimli şahıslar, çeşitli ayak ve para oyunlarıyla kahraman yapılıyor. O yarışmalar içersindeki kişiler, para hırsı yüzünden, birbirine düşman olurken dedikodular, karalamalar diz boyu sürüp gidiyor. Çelişkilerden ve milletin taraf olma saflığından, Uzanların kanalı paraları topluyor. O yarışmanın yöneticisi ya da seçicisi kimdir bilmiyorum? Cem Uzan Efendi bunu çok iyi biliyor...Ama sesini çıkarmıyor. Paraya, kazanca gelince çıtı çıkmıyor. Uzan Efendi! Türk Milletin önüne, kanalının kahramanı Vikenle el-ele ver de, Türk insanının önüne çık, çık da bir görelim...O zaman halk kimi birinci seçiyormuş bir görelim...Vikenimi birinci seçecek, seni mi? Ya da ikiniz birden çıkın ki, bu millet seni iyi tanısın ve de tanısın... Yazarlarınla, elemanlarınla, sırça köşkünde demokrasi oyunu oynayın bakalım...Milliyetçiliğin içine girip de, senin peşine takılan Ahmet Vefik Alp efendiye de ve onu Türk Milliyetçiliği içersinde taşıma becerisi gösterenlere de yazıklar olsun!..Türk Milliyetçiliği, Bilimsel Milliyetçilik anlamında Gaspıralı İsmayil Bey önderliğinde, bir yüzyılı devirmiştir. Fakat bu milliyetçiliğin içine her devirde, elma kutçukları girmişlerdir. Dün Tekinalp böyle biriydi; bugünküleri de bu millet bulsun!... İşte biz, bu değişiklikleri anladığımız anlamda, kurtuluşu da sağladığımız günler gelecektir. R.T. Erdoğan’ın en hayırlı işi, Uzanların üzerine gitmekle sağlayacağı anlaşılmaktadır. Cem Uzan bu yüzden paniğe düşmüştür. Bu paniğin sonucunda, Bursa’da çıkış yolları aramıştır. Fakat Erdoğan, Uzan’ın en güçlü yanı olan Çukurova ve Kepez’i devre dışı bırakmıştır. Aynı zamanda RTÜK ile Uzan’ın kanallarını, BDDT ile bankalarını, Petkim ile de isteklerini kısıtlama sürecine gideceği anlaşılmaktadır...(Düzeltme, Haziran 2003 tarihli Ufuk Ötesi’ndeki köşemizdeki ‘İki Yüzlülük Bir Onur mu, Bir Sorun mu?’ adlı yazımızda ne yazık ki dizgi nedeniyle bazı kelime yanlışları olmuştur. Biz yazılarımızı arkadaşlara disket ortamında vermek istedik, fakat virüs nedeniyle arkadaşlar, başka bir bilgisayardan tekrar çıktı alarak, dizginin yapıldığı bilgisayara aktarmak için, yeniden sekreterler eliyle çalışmamızı yazılıma sokmuşlar ve bu aşamada bazı kelimeler yanlış algılanıp dizilmiştir. Bunlar arasında bilhassa yazının ‘Halkın Bazıları’ adlı bölümündeki on birinci sıradaki “yanlıştan” kelimesi, “yanlışları”; otuz beşinci sıradaki “yalan” kelimesi “yakın” kelimesi şeklinde düzeltilmelidir.


www.ufukotesi.com - 07 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.