Genel mânâda, insan ilişkilerindeki ahlâkî endişenin kayboluşunu, sevgi eksikliğini, hoşgörüsüzlüğü ve hassasiyet kaybını ifade eden bu ‘sosyal kanser’ kavramı, zihnimizde nasıl doğdu, ona kısaca işaret edelim: Üzerinize sağlık, Zonguldak maden ocağından emekli, 73 yaşındaki kayınpederim amansız bir hastalıktan (akciğer kanseri) mustarip. Zonguldak SSK’dan, İstanbul Süreyya Paşa SSK’ya, oradan da Okmeydanı SSK hastanesi Onkoloji Bölümüne sevk edildi. Burada kemoterapi (ilâçla kanser tedavisi) görmesi gerekiyordu. Orada muhatap olduğumuz bayan doktor, sanki güzel vasıflarını bir kenara bırakmış, insana hürmet fikrini evinde unutmuş gibi; çok masum sorularımıza şiddetli tepki gösterip, onur kırıcı hakaretlerde bulundu; ‘iyi günler hanımefendi’ hitabımıza cevap vermedi, ‘çıkın dışarı!’ diye bizi azarladı. ‘Söyleyin bakalım, ne dedim ben?’ diye, haylaz talebesini imtihan eden mağrur öğretmen edasına büründü. Olay, bir şekilde hastaya yansıtılır endişesiyle, sabır gösterip, kendisine herhangi bir karşılık vermedik.
Fakat öte yandan, bu nasıl insanlık?, diye de, öfkeyle, kızgınlıkla sormadan edemedik tabii ki. İnsan, tutuklama kampındakilere bile böyle davranmaz. Bu şirret üslubu, her şeyden önce kendine yakıştırmaz. Eğer kişi, bu küstahlığı, bu haddi aşmayı, bu terbiyesizliği normal görüyorsa; ortada gerçekten teşhis edilmesi gereken ‘sosyal bir hastalık’ var demektir. Doktorluk gibi mukaddes bir görevi üstlenen ve çoluk çocuğunu, ssk mensuplarının ödediği paralarla besleyen bu insanların, hastaların onurunu kırıcı hâl ve davranışta bulunmaya hakkı olabilir mi? Asla!..Hele de, doktor mesleğinin ahlâkıyla bağdaşmayacak şekilde, hastanın yüzüne karşı, kendisinin kanser olduğunu ve ilâç tedavisi göreceğini, kızgın bir ses tonuyla, bağırarak söylemesi, hangi vicdan ölçülerine sığar?
Ne acıdır ki, hastanelerde insanlar her gün bu türden kötü muamelelerle karşılaşıyor ve hakarete uğruyor. Elbette, sosyal mânâda bu bir hastalık belirtisidir. Hastalar normal kansere, duyguları körelmiş doktorlar ise ‘sosyal kansere’ yakalanmış. Normal hastaların, az da olsa ilâç tedavisiyle iyileşme ihtimali var. Sosyal kanser olan doktorların ise, psikoterapi veya ahlâk-terapi görseler bile iyileşme ümitleri pek yok. Evet beyler, toplum ‘sosyal kanserden’, ‘sosyal çöküşe’ doğru gidiyor. Bu üzücü gidişat, yaratılanların ‘en şereflisi olan’ insana yakışmıyor. Artık, kanaat önderleri mi olur, toplum mühendisleri mi olur, bu hastalığa bir çözüm ve çare bulmalı. Savaşı insanla kaybettik, insanla kazanabiliriz ancak!
İnsana yakışmayan bu sefil davranış, fena halde sarstı beni. Dış yapısıyla modern ve çağdaş olma iddiasındaki vitrin adamı, ruhen çökmüş, çürümüş de hiç kimse kokuyu almıyor. Yazık!...Uzun süre tesirinden kurtulamadım hadisenin. Tabii ki, birden bire ortaya çıkmış bir ‘vicdan körelmesi/insanlık kaybı’ değil bu; uzun zamandan beri sürüp gelen sosyal bozulma sürecinin kaçınılmaz bir neticesi.
Arkadaşların uyarmasıyla, bu üzüntü veren hadiseyi internet üzerinden Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’na ilettim. Doğrusu pek ümitli değildim ama, kısa bir süre sonra elektronik postama bakanlıktan cevap geldi...
İşte, yazdığım şikâyet dilekçesi ve Bakanlıktan gelen cevabî yazı:
Original Message -From: Olcay Yazıcı To: mb@basesgioglu.org Sent: Tuesday, May 06, 2003 5:32 PM Subject: Yazar Olcay Yazıcı'nın SSK Okmeydanı Hastanesi ile ilgili şikâyeti.
“Pek Muhterem Bakanım,
Bendeniz şair ve yazar Olcay Yazıcı. Zonguldak SSK'dan İstanbul Süreyya Paşa Hastanesi Onkoloji Bölümüne, oradan da İstanbul Okmeydanı SSK Hastanesi Nükleer Onkoloji Bölümüne sevk edilen ve Akciğer Kanseri olan kayınpederim Ahmet İnan'ın, Kemoterapi öncesi hastahane işlemleri için muhatap olduğumuz SSK Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Bölümü doktorlarından Dr. F.Ö. (Dilekçede ismin açılımı var) isimli bayan tarafından insan onuru ile bağdaşmayan hakaretlere maruz bırakıldık. Hastamıza bir şekilde yansıtılır endişesiyle kendisine sözlü cevap vermediğimiz bu bayan doktor, herkesi hor görmekte, ağır hakaretlerde bulunmakta, azarlamakta ve aşağılar bir tavır takınmakta; onları rencide etmektedir. Üstelik, kızgın bir şekilde hastamızın yüzüne karşı, kendisinin akciğer kanseri olduğunu ve ilaç tedavisi göreceğini bağırarak söyledi. Olay 5 Mayıs 2003 Pazartesi cereyan etti. Ben toplumda saygın bir yeri olan kişiyim. Velev ki sıradan bir vatandaş olmuş olayım. Devletin memuru olan ve kutsal bir görevde iştigal eden bu bayana zâti âlinizin bir şekilde ihtar çekmesini veya çektirmesini saygılarımla arz ediyorum.
Olcay YAZICI”
BAKANLIK ÖZÜR DİLEDİ
“Sayın Yazıcı,
Öncelikle Okmeydanı Hastanemizde Dr. F. Ö.’ün siz ve hastanıza göstermiş olduğu gayri ahlâki davranış için özür dileriz.
Konu hakkında bizzat tahkikat yapıp, gecen hafta Okmeydanı hastanesine gittim. 2 hafta önce atanan Başhekimimiz Sayın Prof. Dr. Servet KARAHAN beyle konuyu konuştuk. Kendisi Onkoloji bölümü ile bizzat ilgileneceğini ve Dr. F.Ö.’ya (Özel bir husumetimiz olmadığı için, bayan doktorun adını burada zikretmiyoruz. Dilekçede gerçek isim belirtilmiştir.) uyarıda bulunacağını söyledi.
Umarım ne siz, ne de başkaları bu tür hoş olmayan davranışlarla karşılaşmazlar...
Sizlerden tekrar özür diler, hastanıza acil şifalar temenni ederim.
Saygılarımla,
Saadettin ÇAY
Bakan Danışmanı.
İNSANLIK DERSİ
Doğrusu, Bakanlığın işi ciddiye alması ve hakareti yapan doktor adına özür dilemesi, insanlık açısından sevindirici bir olaydı. Üstelik (oyun ve eğlence yönüyle) pek ısınamadığım iletişim teknolojisine, bu vesileyle sempati duymaya başladım. İhtarın derecesi ne olursa olsun, elde edilen sonuç apaçık bir başarıydı. Hani, internetin ‘açık toplum ve demokrasi açısından’ insanlara yeni imkânlar sunduğu söylenirdi ya; bunun ne demek olduğunu yeni anladım.
Bedenleri dıştan sağlam gibi görünse de, ruhları ‘sosyal kansere’ yakalananların, mutlaka bir ‘insanlık dersine’ ihtiyaçları var. Bakan Danışmanı Sayın Saadettin Çay’a telefonla nazik cevabından ötürü teşekkür ettim. O, saygılı bir üslupla tekrar ‘sizden ve hastanızdan özür dileriz’ diyerek, konu ile ilgili şunları söyledi:
“Bakan beyle bu mevzuları konuşuyoruz. Diyoruz ki, zaten hastalara yeterince sağlık hizmeti veremiyoruz. Bir de onların azarlanması, hakarete uğraması, asık suratla karşılanmaları hoş bir davranış değil! Fakat neylersin ki, bu işin rüşvet gibi, yolsuzluk gibi somut belgesi yok ki, o kişiden hesap sorabilesiniz. Bu yüzden sizin gibi uyarıda bulunan vatandaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Belki hep birlikte bu işin üstesinden gelebiliriz.”
Ben de kendisine, özetle şunları söyledim: “Saadettin Bey, hadise sadece bu münferit şikayetten ve sadece söz konusu bayan doktorun gayri ahlakî tavrından ibaret değil. Hastane koridorlarında, her gün böyle onlarca hadise yaşanıyor. İyileri tenzih ederiz ama, hastanelerde birçok doktor, hastalara ve yakınlarına ikinci sınıf insan, azarlanmaya müstahak cahil yaratıklar gözüyle bakıyor. Çoğunun yüzünde sevecenlikten/meymenetten eser yok. Robot mekanikliği içindeler. Bir şey sorduğunuzda yüzünüze bakmıyor, cevap vermeyi yüksünüyor ya da çok tabii haklarıymışçasına sizi azarlıyorlar.
Sanki onlar işgal güçlerinin atadığı vali, siz ise ülkesi kuşatılmış zavallı çocuklarsınız. Oysa bu insanlar evlerine giderken, bir markete uğrayıp, çocukları için çikolata falan alıyordur. Bu sırada, acaba içlerinden, ‘ey güzel çocuğum, sana bu çikolatayı, bugün yakınlarını azarladığım ve yüzüne karşı kanser olduğunu pervasızca söylediğim bir hastanın, yıllar önce ödediği para sayesinde aldım. Fakat ben, kötü bir insan değilim(!) Bak işte seni seviyorum, yüzüne gülümsüyorum!’ diye bir duygu geçirmekte midirler? Gel de, ‘Kendi çocuğunu sevmek hayvanî bir duygudur!’ diyen Kafka’yı hatırlama şimdi?”
‘İNCİNSEN DE, İNCİTME!’
Evet insan olan, Yunus Emre’nin dediği gibi, ‘yaratılanı yaradandan ötürü’ sever. Ama bu ahlâk, bu âlî düşünce ancak, geleneğin terbiyesiyle yetişmekle, insanın ahsen-i takvim olarak (en güzel surette) yaratılışındaki hikmeti kavramakla mümkündür; Hipokrat yeminiyle, tıp etiğiyle falan değil. (Bu arada, Süreyya Paşa hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümünde görevli, Dr. Nejat Altıntaş gibi, hasta-doktor ilişkisinde insanî özü muhafaza eden sağlıklı doktorların var olduğunu da kaydedelim.)
Şunu belirtelim ki, uyarı etkisini gösterdi ve adı geçen doktor hanıma tekrar gidildiğinde, kendisinde kısmî bir yumuşama/insanlığını hatırlama emaresi görüldü. Zaten maksat da buydu...
Doktorlarla ilgili dikkat çekici diğer bir husus da şu: Hastanede konuşmamayı, surat asmayı marifet sanan bir kısım doktorların; muayene hanesine gidilip, kendisine 80-100 milyonluk ‘randevu ücreti’ verildiğinde, ne hikmetse, hafızasına yeni kavuşmuş biri gibi, birden bire dilleri çözülüyor; bülbül gibi şakımaya başlıyorlar. Kendilerinin ve hasta yakınlarının insan olduğunu, ancak o zaman hatırlıyorlar. Sadece ‘paraya duyarlı bir idrak’, erdemli insanlar için utanç verici bir statüdür.
Şikâyet dilekçesi yazma konusunda beni teşvik eden, genç gazeteci arkadaşımız Baki Günay’a, Bakanlığın elektronik adresini tedarik etme konusunda yardımcı olan, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı Sağlık A.Ş. Birim Müdürü Hüseyin Emiroğlu beye ve insanî bir hassasiyetle meseleye eğilen, Bakan Danışmanı Sayın Saadettin Çay beyefendiye kalbî teşekkürlerimi sunuyorum.
Elbette, doktorların da, psikolojik olarak yıprandığı söylenebilir. Fakat, muhatabı insan olan kişi, -eğer sahih kimlik ve faziletli bir kalp taşıyorsa-en sıkıntılı ânında bile-insanlığı elden bırakmaz. Yıllar önce, insanımızdaki bu duyarsızlaşma tehlikesini sezerek, “İnsan ve Kâinat” dergisinde, “Gizli Robotlaşma!” başlığıyla meseleye dikkat çekmiştim. Zamanla, geleneksel insanlık kriterlerini ve klasik erdemlerini büsbütün kaybeden kişiler, ‘kâlp kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan beterdir!’ veya ‘incinsen de incitme’ ölçülerinin/umdelerinin dışına çıkarak; acımasız bir hâl aldı. Bu durum, çok daha dramatik, çok daha ürkütücü, çok daha düşündürücü: Çünkü, biraz mecazî, biraz abartılı söylenmiş de olsa, ortadaki ahlâkî yozlaşma, veciz ifadesiyle tam bir ‘sosyal-kanser’ belirtisi...
O yüzden, fizikî kanserden değil, çok daha tehlikeli olan ‘insanlık kaybından’, ‘fazilet yoksunluğundan’, cemiyeti uçuruma sürükleyen ‘acımasız bencillikten’, yayılıcı özellikler gösteren ‘sosyal kanserden’, içinden çıkılmaz bir anafora kapılan ‘cinnet toplumundan’ korkulmalı ve vakit geçirilmeden önleyici tedbirler alınmalıdır. Unutulmamalı ki, ‘bir insanı inciten, bütün insanlığı incitmiş; bir insanı yücelten, bütün insanlığı yüceltmiş gibidir!’
|