Aykırı Bakış

 

Dr. Yusuf Gedikli  

Tarih katliamına ne zaman son vereceğiz?


7 mayıs 2003 çarşamba günü öğle üzeri tıramvayla Topkapıdan geçerken gözüm eski Trakya garajındaki İlyaszade camisine (camiine değil) ilişti ve gözlerime inanamadım. Dozerler caminin minaresi hariç her tarafını yıkmışlardı. Hemen kalemimi, kâğıdımı çıkarıp olayı kaydettim. Moralim bozuldu, canım sıkıldı; sinirlendim. Gazeteye gelip hadiseyi arkadaşlara anlattım. Onlar da üzüldü. Zira benzerlerini daha evvel çok yaşamıştık. Elden de bir şey gelmezdi artık. Olan olmuştu.

Halbuki caminin (camiin değil) etrafının temizleneceğini, Allahın varlığına şehadet eden minaresiyle Anadolu garajındaki cami gibi öksüz (cemaatsiz) bırakılacağını sanıyordum.
Ertesi sabah gazeteye gelirken minarenin yıkılmadığını gördüm. Belediyedeki bir arkadaşı aradım. Basın danışmanlığının telefonunu verdi. Onlar da halkla ilişkilere havale etti. Halkla ilişkiler de büyük şehir yapı işlerine gönderdi.
Yapı işleri müdürlüğü cami lafını duyunca “müdür yardımcısına bağlıyorum” diyerek tam üç kere telefonumu kapattı. Dördüncüde sinirli sinirli “herhalde telefona para ödüyoruz, görüştürmeyecekseniz açıkça söyleyin” deyince, bir isim ve telefon verdiler; “öğleden sonra arayın” dediler. Kısaca 7. telefonumdaki durum bu idi.
Bir müddet sonra halkla ilişkilerden aradılar (İsimlerini tarihe geçsin diye yazmak lazımdı ama kalsın). Dedikleri ve her zaman uyguladıkları numara şuydu: “Cami yıkılacak, sonra aslına uygun şekilde tekrar yapılacak.”
Cevabım şu oldu: “Bu sözlere, bu gerekçeye kargalar bile güler. Cami aslına uygun yapılacaksa niye yıkılıyor? Var olması isteniyorsa neden aslına uygun şekilde tamir edilmiyor?”
Akşam dönerken minarenin yerinde de yeller esiyordu. Etrafa gecekonduvari kulübeler diken büyük şehir belediyesi, caminin varlığından rahatsız olmuştu.
Ülkemizde tarihî eserlerin büyük bir çoğunluğu “aslına uygun yapılacak” gerekçesiyle yıktırılmıştır. Her neyse sonunda bir camimiz daha yok edildi. Mesele cami değil elbette. Başka bir eser de olsa aynı tepkiyi gösterirdik. Ama caminin yıkılması Ak parti belediyesine de hayli yakıştı doğrusu...
Bir eserin çok eski olup olmaması mühim değildir. Zira bir salise önceki zaman, tarihtir.

TÜRKİYEYİ TÜRK-İSLAM ESERLERİNDEN ARINDIRMA PİLANI
Aslında eski eserlerimize böyle davranılması Türkiyeyi Türk-İslam eserlerinden ve kimliğinden tecrit etme amacına yönelik pilanın bir safhasıdır. Vaktiyle İzmir Amerikan Kolejinden mezun olan Adnan Menderes (1899-1961) de Türkiyeyi “küçük Amerika, İstanbulu modern bir dünya şehri yapacağım” diyerek İstanbuldaki tarihî eserlerin kâhir ekseriyetini yerle bir edip yerlerine cadde ve apartman yaptırmıştı. Eski şehri muhafaza edip sur haricinde yeni bir şehir kurmayı akıl edememişti. Veya etmişti de... Neyse... Böylece İstanbulu Nurullah Atacın ve Şevket Süreyya Aydemirin şikâyet ettikleri “cami baskısından” kurtarmıştı. Bizans eserlerine ise şefkat gösterilmiş, üzerlerine titrenmişti. Hâlâ da titrenmiyor mu? Mesela Sultanahmette yer altında iki taşı kalmış Magnaura sarayı bugünlerde onarılıp yeniden inşa edilmiyor mu?
Sözü fazla uzatmadan 2002 yılı ocağında Ecyad kalesini yıkan Suudi Arabistanla ilgili yazdığımız bir yazıyı sunmak istiyoruz (Makale yazılı basında değil, www.ulkucu.org sitesinde yayınlanmıştı).

ECYAD, ECDAD, 2. BEYAZIT HAMAMI, İĞNE-ÇUVALDIZ VEYA BAĞCIYI DÖVMEK
2002 ocağının ilk yarısına damgasını vuran olaylardan biri de Mekkedeki Ecyad kalesinin Suudi rejimi tarafından yıktırılması oldu.
Evvela şunu tesbit edelim: Suudilerin yaptığı asla ve kat’a kabul edilemez bir davranıştır, bir vahşettir. İlave olarak bir otel yapmak uğruna mekânları tarihten soyutlamak son derece lüzumsuz, tehlikeli, estetikten, zevkten, şahsiyetten, ruhtan yoksun bir davranıştır. Bu sebepten Suudi rejiminin yaptığı hatayı bir an önce tamir etmesini ve bir daha her hangi bir eseri yıkmamasını temenni ve tavsiye ederiz. Ayrıca bu tür hadiseler halklar arasındaki dostluğa ve barışa hizmet etmemektedir. Bu da az önemli bir husus değildir. Zira Müslümanlığın emri açıktır.
Lakin bu sefer daha önceki benzer hadiselere göre çok şiddetli bir tepkinin gösterildiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Türk kamu oyu şimdiye kadar yurt dışında yıktırılan ve yurt içinde yıkıma mahkûm edilen eserler karşısında neden suskundu ve hâlâ neden suskundur da, Ecyad hadisesi karşısında ecdadına böyle sahip çıkmıştır? İşte meselenin can alıcı noktası burasıdır.
Bunun bir kısmının tabii bir tepki, tabii bir infial olduğu aşikârdır. Fakat bazı medya organlarının, özellikle çok tirajlı bir gazetenin meselenin üzerinde ısrarla durması bazı soru işaretlerine yol açmaktadır.
Belki komplo teorisi denilecek ama biz fikrimizi söyleyelim. Suudi Arabistan KKTC’yi tanımaya hazırlanan 6 KİK üyesinden biridir. Çok tirajlı gazete de elbette bunu biliyor? O zaman ne yapmalı? Bu vesileyle Türkte Arap düşmanlığını, Arapta Türk düşmanlığını hortlatmalı ki tepki olarak Suudiler KKTC’yi tanımasın. Nasıl, fena taktik değil hani? (Gerçi hiç bir Türk hükümetinin KKTC’yi tanıtma politikası olmadı).
Bu sebeplerden birisi ve başlıcası. Başka sebepler de var?
Malum ya biz Avrupanın karşısında kompleks içindeyiz. Kendimizi küçük görünce ne yapacağız? Bu hissimizi başka bir topluma yansıtarak telafi edeceğiz. Bu toplum kim olabilir? Tabii ki Yunanlılar, Ermeniler, Bulgarlar vs. değil. Çünkü onlar bize kök söktürüyor. Yani güçlüler. Aynı zamanda Hıristiyanlar. O halde geriye kim kalıyor? Araplar! Onlar hem Müslüman, hem zayıf! O zaman vur abalıya, rahatla.
Bir de koskocaman diyanet işleri başkanının umreyi iptali düşünmesine, başka çevrelerin haccın iptalini gündeme getirmelerine ne demeli? Millet ... turizmi için Taylanda, Cannes’a, Sohoya gidince bir şey yok. Hacca gidince ülkenin parasını harcıyor… Ne zihniyet ve mantık ama…
Yahu Bulgaristanda değiştirilen isimler için Türk vatandaşlarının Bulgaristana gitmesini yasaklamayı niye düşünmediniz de umreyi veya haccı yasaklamayı düşünüyorsunuz? Ermeni hadiseleri yüzünden Fransaya gidişi yasaklamayı niye düşünmediniz de umrenin, haccın yasaklanmasını düşünüyorsunuz? Pes doğrusu! Ancak bu kadar olur!

MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
Bu madalyonun bir yüzüydü. Bir de öbür yüzüne bakalım.
22 aralık 1972’de Yunanlıların İskeçede yıktıkları Tabakhane camisi için niçin hiç kimse sesini çıkarmadı?( İsmet Miroğlu, “Batı Trakyada Türk eserlerine yapılan saldırılar”, Türk Kültürü, ocak 1976, 141. s.). Yine İskeçeye bağlı Koyunköy camisinin onarımı minarenin yüksek olduğu gerekçesiyle durdurulduğunda neredeydik? (Yesevi, mart-nisan 1997, 39-40. sayı, 21. s.). Yunanistandaki binlerce, Atinadaki onlarca camiye ne oldu da Yunanistan olimpiyatlar için şehrin 30 kilometre dışında cami inşa etmek mecburiyetinde kaldı (Olimpiyatlar için cami, daha doğrusu bütün dinler için mabet zorunludur). Bulgaristanda, Makedonyada yıkılan eserler nerede? Onlara ne gibi tepki gösterildi? Irakta yıkılan Fuzulinin mezarı için tepkiler neredeydi? (O zaman KKTC’nin tanınması meselesi ortada yoktu). Mostar köprüsünün Hırvatlarca yıkımına kim, ne kadar ses çıkardı?
Cevap yerine yine “işte, ama, kem küm, falan filan” demekten başka yapacağımız bir şey yok.
Şimdi de kendi içimize bakalım. Çeşmelerimiz, hanlarımız, hamamlarımız, saraylarımız, kervansaraylarımız, camilerimiz, medreselerimiz, mezarlıklarımız, türbelerimiz, sivil mimarimiz ne alemde? Beyazıdın ortasındaki Patrona Halil veya 2. Beyazıt hamamının harap hali gelip geçen turiste ne anlatıyor? Altında Bizans taşları var diye mi restore edilmiyor? Depremde çatlayan Cezayirli Hasan Paşa camisinin halini gören var mı? Niçin kimse bir şey demiyor? Yani atalarımızın dediği gibi çuvaldızı başkasına batıralım ama iğneyi de kendimize batıralım. Sanki sütten çıkma kaşığız.

SONUÇ
Bizim fikrimizce Türk kamu oyunca gösterilen şiddetli tepki gelecek için faydalı olmuştur. Zira eserlerimize böyle sahip çıkarsak bundan sonra her hangi bir ülke onu yıkmaya cesaret ve teşebbüs edemez.
Suudi Arabistana ve diğer Arap devletlerine tavsiyemiz, Arap düşmanlığını hortlatacak bu tür davranışlara bir daha meydan vermemeleridir (Arap olmayan devletlere çok tepki gösterilmeyeceği için böyle yazdık). Çünkü çok tirajlı Türk basını Yunanlıya ve Ermeniye sevdalıdır ama Araplara örtülü bir ırkçılıkla, antipatiyle bakar. Bu da kimseye bir fayda getirmez.
Ancak şu da bir hakikattir ki, gösterilen tepki üzüm yemeye değil, bağcıyı dövmeye yöneliktir. Müslümanlar arasında bir dostluk olmasın da ne olursa olsun... Yani Ruma, Ermeniye, Yahudiye dostça bak; ama Arap düşmanlığını körükle... Liberal-batıcı-komprador-solcu-hümanist-gulobalist aydınlara da çok yakışıyor hani... Basınımız, devletimiz 1945’ten beri böyle yaptığı için Kıbrıs meselesinde BM’de lehimize bir parmak kaldırtamadık ve meseleyi 28 senedir çözemedik.
Bunları da unutmayalım (16 ocak 2002).
Not: Türkiye Dışişleri Bakanlığı kalenin tekrar inşa edileceğini açıkladı (NTV, 23 ocak 2002, 20 haberleri). Umarız bu söz gerçekleşir (Ecyadla ilgili yazımız burada bitiyor).

ECYAD KALESİNDEN SONRAKİ DURUM
İmdi 2002 ocağından sonra meydana gelen, şiddetli ve haklı tepki gösterdiğimiz Suudi Arabistandaki Ecyad kalesinin yıkılmasından sonraki bir kaç hadiseye göz atalım (Ecyad hadisesinde karşı çıktığımız husus şudur: Bir eser yıkılıyorsa, kim nerede, ne zaman yıkarsa yıksın, hepsine Suudi Arabistana olduğu gibi tepki gösterelim. Aksini yapınca -ki öyle oluyor- samimi olmadığımız, maksadımızın üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu ortaya çıkıyor. Aşağıdaki örnekler bunu isbatlamıyor mu?).

1. 175 yıllık tarihî Beykoz Merkez camisi yeniden yapılma bahanesiyle yıkıldı. (Milliyet, 4 haziran 2002, 2. s.).

2. “Yunanın yapamadığını yaptılar. 8 asırlık Selçuklu camisi yıkıldı.” (Büyük Kurultay, 23-29 haziran 2002, 16. s.).

3. Makedonyada 14. asırdan kalma Yenicamide Makedonlar tarafından mayo ve çamaşır defilesi yapıldı. Olay, Müslüman halkta infial meydana getirdi (Milliyet, 26 aralık 2002, son s.).

Tabii ki Türkiyede kimsenin gıkı çıkmadı. Suudi Arabistanın üzerine gidenler bu hususta tek kelime bile yazmadılar. Çünkü öyle bir emir almamışlardı yahut geniş mezhepli oldukları için hadiseyi içlerine sindirdiler.

4. 7 mayıs 2003 çarşamba günü Topkapıdaki eski Trakya garajındaki İlyaszade camisi yıkıldı. 8 mayıs günü de minaresi yıkıldı.

5. Rodosta Türk mimarisi yok oluyor (Cumhuriyet, 15 mayıs 2003, 14. s.).

Mesele Yunanistan olunca tabii akan sular durur. Nerede Yunanistandaki binlerce tarihî eserimiz?

BİRAZ DA TARİHE UZANALIM
İmdi de basından iktibas ettiğimiz mevzu ile ilgili üç haberi verelim ki durum daha iyi anlaşılsın.

1. “İstanbulda bir kilise yıkıldı

Tophane ile Karaköy Palas arasında açılmasına başlanan yeni yol münasebetiyle yol güzergâhına isabet eden binaların yıkılması ikmal edilmek üzeredir. Ancak yeni yolda istimlake tabi tutulan Hristos kilisesinin yıkılmasına henüz başlanabilmiştir.
Kilise üzerinde hak iddia eden ve yıkılmaması için direten Fener patrikhanesinin bu kilise ile hiç bir alakası olmadığı dün anlaşılmış bulunmaktadır. Yapılan tedkikler neticesinde kilisenin esasen Türk ortodokslarına ait olduğu ve senelerce evvel patrikhane tarafından haksız yere gasbedildiği tesbit edilmiştir.
Diğer taraftan Fener patrikhanesinin kilisenin yıkılmasına muhalefet etmesi, gerek halk ve gerekse hükümet tarafından iyi karşılanmamıştır. Zira şehrin güzelleşmesi ve trafiğin rahatlaması için 46 [kırk altı] adet cami yıktırılmış bulunmaktadır.” (İslam [mecmuası], mayıs 1958, 2. cilt, 17. sayı, 29. s.).

2. 1985’te Bulgar dışişleri bakan yardımcısı İvan Ganev, bir Türk gazetecisine verdiği demeçte bakınız ne hümanist ve bilimsel laflar ediyor?
“Hâlâ daha değişecek isimler var. Bazı yamaçların isimleri değişecek. Yine Türklerden kalan bazı yer adlarının değiştirilmesi yapılacak. Osmanlı devrini hatırlatan her dağın, bayırın, köyün adı değiştirilecek.” (Özgen Acar, Milliyet, 21 ekim 1985).

3. “CAMİLERİN YARISI KAYIP“
Fatih ve Eminönü ilçelerinde 283 cami var, 281 cami yok.
Tarih katliamı din iman tanımıyor. Müslüman İstanbulun tarihî merkezi Fatih ve Eminönünde toplam 283 cami ibadete açık, 281 cami ise yok edilmiş. Bunların 118’inin yeri bile belli değil. Sadece adı biliniyor. Camilerden 69’u yol ve meydan yapmak için yıkılmış, 50’si doğal afet ve yangınlarda yok olmuş, 20’si ilgisizlik ve bakımsızlığa direnememiş.
Fatih ve Eminönü müftülüklerinin yaptığı araştırmalara göre cami kıyımı 20. yüzyılda başladı, ama asıl 1950’lerde yaşandı. Özellikle Demokrat Parti dönemindeki şehirdeki yol ve meydan yapımı çalışmaları Mimar Sinanın eserleri de dahil, bir çok tarihî cami ve mescidin yıkılmasına neden oldu. 1970’lerde de ikinci bir kıyım dalgası yaşandı.

Tarihî yarımadanın camileri

Camiler Fatih Eminönü

Yok olan 81 37
Harap olan 12 12
Yanan 33 17
Yıktırılan 33 36
Diğer 10 10

Topla 169 112
İbadete açık 184 99

…Eminönü ve Fatih ilçelerinde yok olan cami ve mescidleri inceleyen ilçe müftülüklerinin yayınladığı ‘Eminönü Camileri’ ve ‘Fatih Camileri’ adlı iki kitap, iç karartıcı tabloyu bütün çıplaklığıyla göz önüne seriyor.
…Yıkım tarihleri incelendiğinde, karşımıza en çok 1956-1957 yılları arası çıkıyor. Sadece bir yılı kapsayan bu dönemde sorumsuzca yıkılan cami sayısı 54. Yani Demokrat Partinin yol genişletme, meydan ve bulvar yapımı atağına tarihî mirasın yüzde 10’u feda edilmiş.
…Eminönünde 12, Fatihte de 12 cami ve mescid harabe halinde duruyor.
Bir müftülük yetkilisi, en çok yıkık bir şekilde duran camiler için bir şey yapamamanın sıkıntısını çektiklerini belirterek şunları söylüyor:
‘Yok olan cami sayısı çok fazla. Bunların bir çoğu ise sorumsuzluğa kurban verilmiş durumda. Bütün çalışmalarımız en azından tarihi belgelemek ihtiyacına hizmet ediyor. Ortaya çıkan bu iki kitap kaybolan eserlerin kayıtlı hale getirilmesi çabasını güdüyor. Özellikle yıkık vaziyette duran camiler, halkı huzursuz ediyor. Bunlar bir an önce aslına uygun olarak restore edilip şehre ve topluma kazandırılabilir.” (Hürriyet-İstanbul, 18 mayıs 1999, salı, 1 ve 4. s. Haberi Sevinç Yavuz yazmış, fotoğraflar Sebati Karakurt tarafından çekilmiştir).

UMUMİ SONUÇ
Sonuç ortada değil mi? 1938-1970 arasında uygulanan ve zayıflayarak da olsa halen devam eden kültür politikalarından, yani Türk-İslam eserlerini ve kimliğini yok etmek pilan ve eyleminden başka ne beklenirdi ki? Normali budur, başka türlü olsaydı anormal olurdu. Onun için bu satırların yazarı bu tür olaylara hiç şaşırmıyor...
Şairin dediği gibi “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.”
Demek ki bizlerin çok ama çok çalışması lazım...
AÇIKLAMA: Cengiz Aytmatovun doğduğu Şeker köyü eskiden Bişkek vilayetine bağlı iken sonradan yapılan idari taksimatta Talas vilayetinin Karabuğra kazasına bağlanmıştır. Bizi aydınlatan Kırgızistanlı okuyucumuz sayın Gülnar Mukuştigin hanıma teşekkür ederiz.


www.ufukotesi.com - 07 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.