Tarih Bilinci

 

Rasim Giresunlu  

İki Yüzlülük Bir Onur Mu, Bir Sorun Mu?


Pek çok insan için; erdem, şeref, onur, gurur ve namus çok önemliyse de; ne yazık ki, bir kısım insanlar için, erdemsizlik, şerefsizlik, onursuzluk ve de namussuzluk, hiç mi hiç sorun teşkil etmez. Bu olumsuz değerler, sadece günümüze has bir durum da değildir. Dünkü süreçte, Ebu Leheb, Ebu Cehil ve Ebu Sufyan denilen adamlar, acaba ne kadar erdemli insanlardı? Damat Ferit ne kadar namusluydu? Ali Kemal ne kadar şerefliydi? Padişah Vahidettin İngiliz gemisine binip de, Malta adasına doğru, canının tatlı olması nedeniyle ülkesinden kaçıp giderken, onurluluk adına kaç kiloluk beden ve bu bedende yürek ya da beyin taşıyordu?

Zaten işgalci İngilizler eliyle, bu dediklerimizi taşımanın mümkünü söz konusu olabilir miydi? Onu da siz ölçüp, biçin? Bazıları bu konuda, malum zatı muhteremlere, tüm bu gerçekleri gördükleri ve bildikleri halde, ne toz kondurur ne de duman üfletir. Dokunmayın o da onlar için bir ihtiyaç, o da onların tarihsel ve demogojik hayalleri değil mi? Türklüğü hadım etmeye çalışan İngilizlerin kucaklarında gezen, Rıza Tevfikleri, Mustafa Sabrileri, Sait Mollaları ve de Damat Feritleri besleyenlere, benim Türklük anlayışımda yer olmadığı gibi, aynı şekilde iki yüzlülük yapmaya ve bu bağlamda, bu tipleri övmeye, övenlere de alkış tutmaya yer yoktur! Katı bir düşünce ya da anlayış mı bu? Hayır, sadece Rıza Tevfik'in yediği naneleri bilseniz, (Bunları da yazacağız) sizler de bir Türk olarak, ondan ve onun gibilerinden vebalıymış gibi, uzaklaşırsınız ya da onu bulunduğunuz mekandan def edersiniz. Bu filozof bozuntusu, Atatürk tarafından bu ülkeden koyulmuştur. Fakat ne yazık ki, Türk Milletinin Sevr'de kaderiyle oynayan bu adam, İnönü döneminde tekrar bu ülkeye gelip, bu ülkenin havasını, suyunu kirletme becerisini göstermiştir. İnönü'nün Atatürk muhaliflerine göz yumması, Atatürk'e yakın olarak bilinenleri, devre dışı bırakması, kimin, kime karşı yapmış olduğu iki yüzlülük, olarak değerlendirilebilir? Atatürk'e velinimetim diyen bir insanın, Atatürk öldükten sonraki davranış ve tavrı neyle izah edilebilir? Elbette tek yüzlülükle izah edilemez. Aynı şekilde, İnönü'yü Atatürk'le aynı kefeye koyan ya da koymaya çalışanlar, İnönü'nün Atatürk hakkındaki bu ve buna benzer faaliyetlerini niçin göz-ardı ederler? Onlar, bu davranış ve tavır almayla kendileri de, iki yüzlülüğe düşmüyorlar mı? Tüm bunlar Niçin ve ne adına?..Erdem, şeref ve namus, kiloya vurulabilir mi? Metreyle ölçülebilir mi? Bu değerlerin ağırlık, uzunluk ya da hacim boyutunda, birimi var mıdır? Bu- kısım insan için, acı ama gerçekten vardır. Nedir o birim diye sormak isterseniz? Bunu da size, açık olarak söyleyebilirim. Evet o birim "Para"dır. Bu alanda ve bu konuda, paranın kazanılmasında ve elde edilmesindeki usul ve yollar nasıldır, derseniz? Size, önce durun derim, sonra da tarihi iyice bir inceleyin ve de okuyun, okuduğunuzu da iyi hazmedin, hazmettiklerinizi hatim etmeyin, ona gerek yoktur, sadece düşünün ve sonra da analiz edip, yazıya uygulayın. O zaman göreceksiniz ve gördüğünüz gerçekler karşısında da, şu kıstaslara varacaksınız: rüşvet, kayırma, aldatma, yalan ve de hıyanet!..Evet arkadaşlar, gördüğünüz gibi, onursuzluk, erdemsizlik, şerefsizlik ve namussuzluk yolu için: rüşvet, kayırma, aldatma, yalan ve hıyanet gibi yaklaşımlar, akraba, daha da açık bir ifadeyle, kardeş çocukları olarak görülmektedir. Yukarıdaki olumsuz değerler, günümüzde ne yazık ki, aynı zamanda; makam, unvan ve şöhret kapılarını da açabilen yollardır. Bunlar da, sürekli isyan ettiğimiz o bozuk düzenin, kendisine has toprak, parke ya da asfalt yollarıdır!..Yukarıda saydığımız olumsuzlukların, dünü-bugünü olmaz, bilin ki yarını da olmayacak!.. Aynı şekilde, bu tür olumsuzlukların zamanın ötesinde, mekanı da belirsizdir. Rüşvet anlamında para vermek: sarayda da olur, sokakta da, bahçede de olur, dükkanda da; falancanın kızını, anasını, karısını, kocasını ya da babasını, namussuzluk anlamında ayartmak: iş yerinde de olur, otelde de, ormanda da olur evinde de... Tüm bunlar, olabilir...Fakat bunu yapanlar ya da uygulayanlar da, namus ve şeref kalabilir mi? Gerçi onlara göre o değerler, olsa da olur, olmasa da...Bugün her yerde, her şekilde, iki yüzlülük almış başını gidiyor. Lodos rüzgarına yakalanan yapraklar gibi, pek çok insan da, bilerek ya da bilmeyerek bu rüzgarın önünde savruluyor. O rüzgarın basıncı altında törpüleniyor. O insanlar, hayatın güncelliğinde, seçmekten seçilmeğe, üretimden tüketime bilerek ya da bilmeyerek olumsuz gidişata da alet oluyorlar. Bazıları farkında olarak, bilinçli bir şekilde direniyor, bazıları ise tam anlamıyla, ilgisiz, duyarsız ve de olaylar karşısında sözde habersiz. Bir kısmı da pisliğin tam içinde yürüyor, koşuyor, konuşuyor... Fakat ne yazık ki, kendi duymasa da biz hissediyoruz... Evet o gibilerin, üstü-başı tam anlamıyla lağım kokuyor...Bu lağımın kimyasında hidrojen sülfür yok, bu lağımın kimyasından ziyade, edebiyatı esastır. Bu edebiyat ise, o bildiğimiz Divan Edebiyatı, Milli Edebiyat ya da Halk Edebiyatı değil...Bu edebiyat, palavra edebiyatıdır ve onun türevleri olan, yalan-dolan edebiyatı, belki de edebiyatsızlığı ya da edepsizliğidir.

ÇIKARBAZLAR!..
İşte bu çeşit insanların, alet ve oyuncak oldukları gurupların başında, kimler geliyor? Politikacılar! ..Yakın tarih bunların dinozorlarıyla ve onların kalıntılarıyla dolu...Bu şahıslardan bir kısmının talan ettikleri kaynakların haddi hesabı yoktur...Zenginleşmelerinin envanterini çıkarabiliyorlar. Fakat nasıl zengin olduklarının hesabını veremiyorlar, vermek de istemiyorlar. Kimisi bu birikimlerin aileden geldiğini söylüyor. Peki ailesi nasıl zengin olmuş? Bu sefer de onun hesabını veremiyor. Kimisi parasını çalıştırmış, işletmiş...Bu nasıl işletmedir ve çalıştırmadır ki, bire yüzbin, bire milyon verebilmiş, acaba at yansı mı oynamış, Milli Piyangodan en büyük ikramiyeyi mi bulmuş? Bunları oynasa dahi, o kadar parası ve serveti yine olmaz ve de olamaz!.. Kimisi yalnız Allah'a hesap verebileceğini söylüyor. Oysa onu zaten öldükten sonra yapacak. Milletten niçin korkuyor? Milletten neleri saklıyorlar, bunları yürekli bir insan gibi açıklasınlar? Milletten çalıp, çırpmanın hesabı olmalı... Hesap işletilmezse eğer, bu ülkenin ve de bu milletin çıkışı hiç olabilir mi? Elbette olmaz. Bu ülkede politikacılar ve onların iki-yüzlü ve takiyeci tavırları için, en iyi ifade bir atasözünde kendisini buluyor: "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de"... Gerçektende bu adamların pek çoğu, bu anlayış ve yapıyı sürekli uygulamadılar mı? Bu nedenle güvenilmez insan damgasını yemediler mi? Bu güvenilmezliğe rağmen, seçim sistemleri nedeniyle, vazgeçilmez olduklarını da biliyorlar... Ne olursa olsunlar, iki yüzlülük ve takiyecilikten vazgeçmek zorundadırlar. Çok partili hayatın başlamasıyla birlikte, iki yüzlülük iyice artmadı mı? Giderek de yükselen bir ivme çizmiyor mu? İsmet İnönü, bu ülkeye Amerikalıları sokan lider değil midir? İlk defa onun döneminde Liranın sırtı, dolar karşısında 1948'de yere gelmedi mi? Amerikalıların baskısı ile Mason Locaları büyük uykudan uyandırılmadı mı? Bunlara denge olsun diye İlahayat Fakültesi ve İmam Hatip Okulları açılmadı mı? Bunların oluşumunda demokrat Amerikanın (!) yüzdedeki pay oram ne kadardır? Ya Bayar-Menderes ikilisinin demir ve deniz yollarını önemsemeyip, her şeyi karayollarına döndürmeleri doğru muydu? Toplum karşısında tutarlı bir eylem miydi? Bu faaliyetler daha çok halkın mı, yoksa petrol ve otomotiv şirketlerinin mi lehineydi? Ayrıca son kırk yıla damgasını vuran Demirci ile Ecevit, ne vaatler verdiler ve neler yapabildiler? Ya diğerleri, başbakanlık yapanlardan Erbakan, Yılmaz, Çiller ve nihayet Erdoğan'ın gelir kaynaklan ve zenginlikleri nerelere dayanmaktadır? Ya Özal ve ailesi... Dünyada bir dikili ağacı olmayan çoluğu-çocuğu ve nesli... Bunlar ibretle incelenmeli... Bunların faaliyetlerinin her iki yüzü, iyice değerlendirilmelidir. Yani, verdikleri sözler, yapmadıkları işler, ayrıca zenginliklerinin kaynaklan nedir? Bu zenginliklerin doğruluk ve eğrilik yüzleri ne kadardır? Yine o malum yüzün, iki tarafı da, tam anlamıyla öğrenilmeli ve de incelenmelidir. Evet, politikacıları tarihin tanıklığında, bir savcı gibi suçlayanlara katılırken, patronlar, ticaret ve sanayinin holding sahipleri, sanki onlardan farklı mıdır? Bana göre, hiç farklı değillerdir. Çünkü onları iyi tanıyorum, kirli yüzlerini, sahte tebessüm ve konuşmalarını da iyi biliyorum. Siz de onları iyi inceleyin, hafızanıza kazıyın. Sanayileşmiş ülkelerin esas alındığı bir ortamda, kaliteyi değil de, kalitesizliği esas alan ve bu
sayede yaşayan bu adamlar, iki-yüzlü değilse nedir? Binmişler Türk milletinin sırtına, hem kırbaçlıyorlar, hem de hakaret ediyorlar, edenlere de çanak tutuyorlar. Bu malum zümre karşısında, ne yazık ki yıllarca en duyarsız kesim olarak, milliyetçi olduğunu iddia edenler kalmadı mı? Onların kaçta kaçı, Koç'a, Sabancı'ya, Eczacıbaşı'na ve diğerlerine, doğrudan, millilik bayrağını açtı ya da açabildi? Bu durum dahi, iki yüzlük konusunda tartışılması gereken bir noktadır. İç piyasadan asalakça geçinen, bu sermaye sahiplerinin beslenme kaynaklan ile uğraşmayanların amacı ve hedefi ne olabilir? İki yüzlü iş dünyasını görmezden gelmenin mantığı, yine tek yüzlülükle açıklanabilir mı? Peki bunda amaç ya da kasıt var mıdır? Aynı zamanda, bunları göz önüne getirmeyenlerin kazançları, olmuş mudur? Cepleri, parayla dolmuş mudur? Bu paralarla onların yedi sülalelerine kadar yakınları, ihya edilmişler midir? Politikacının ve kapitalistin böyle olduğu bir ortamda, genel anlamda "Medya" adı verilen kuruluş ve gurupların davranışları, bunlardan farklı olabilir mi? Yani "Üzüm üzüme bakarak kararır" mantığı, söz konusu olmaz, diyebilir misiniz? Az ve öz olarak şunu söyleyebiliriz. O malum bataklıkta, ne çiçeği çıkarsa, bu medyada da o çıkar. Başka birisinin çıkması, işin doğasının özüne aykırı olduğu gibi, şu anki yaşanılan hayatın kaynaklarının, heba ve talan edilmesi gerçeğinin, özüne de ters düşmez mi? Evet medyadaki patronların, buralara hangi kademelerden geldiklerini araştırırsanız, düğümü daha da kolay çözebilirsiniz. Alın Aydın Doğan'ı, ne zaman ve hangi koşullarda, bu alanda patronluğu soyunmuştur? İncelediğiniz anda, Gordiyonun o meşhur düğümü de çözülür. O zaman, çıkar ilişkilerini ve her şeyi, çok daha kolay algılayabilirsiniz? Ya diğer medya sahipleri, onların çoğu da, yan kulvarlarda koştukları için, aralarında fark var mıdır? Yoksa "Al birini, vur ötekine mi?" Peki bu sahada gazeteci ve yazar geçinenler, iki yüzlü olma hususunda nasıl bir yapıdadır? Bu sahanın çok meşhurlarından Mehmet Barlas'ın gitmediği gazete, eğilmediği patron kapısı kaldı mı? Cumhuriyet, Milliyet, Güneş, Hürriyet, Sabah, Tercüman, Türkiye, Zaman, Yeni Şafak bilmediklerim de elbette var...Bu şahısın iki yüzlü bir anlayışa sahip olduğu söylenebilir mi? Kesinlikle hayır!..Çünkü sayılan gazetelerle, bu gazetelerin anlayış ve yaklaşımlarını hesap ederseniz, ne yüz kalır, ne de iki yüz? Yüzsüz demek de, bizim terbiyemizle bağdaşmaz. Onun hakkındaki karan, tarih elbette verecektir. Ayrıca bulunmaz Hint kumaşıymışçasına ondan vazgeçemeyen, çok yüzlü patronlar da, bu konuda bir şeyler söylesinler. Patronu böyle olanın, çalışanı da başka nasıl olabilir ki? Ya bunları takip eden, dinleyen ve de kendilerini tutarlı kişiler yerlerine koymaya çalışanlara ne demeli? Onlar da her halde, ya yüzsüzün yüzsüzü veya bilinçsizin bilinçsizi...Görüşlerindeki maskeleri zamana ve mekana göre değiştirenler arasında, fanatik Özalcı Altanlar da vardır. Onlar adına da bu konuda bir adım atılıp, ülke düzeyinde layık olduktan dereceler açıklanıp, kendilerine yakışacak olan numaracı kupaları, aile boyu olacak şekilde ellerine törenle verilmelidir. Çünkü Türkiye'nin gündeminde, sürekli ön sıralarda olmak için, romandan, panellere, açık oturumlara kadar her yerde, aile boyu gayret gösterip, atak yapmaya çalışmıyorlar mı? Hani çocukların ellerine Amerikan kolalarını alıp, ağzı kapalı iken yaptıktan bir hareket vardır; şişeyi sürekli sallamak ve sonra kapağı açıp, köpük ve gazların aniden fışkırmasını izlemek gibi...Acaba, Özal da tüm bu malum ve bilinen döneklere, böyle mi yaptı ? Fakat bu konuda, sahibinin gerçek sesi Özal değildi ki... O olsa, olsa arada bir tıkaçtı, yani kapak vazifesini görüyordu. Eski sosyalist Altanlar, kapitalizmin dümen suyunda giderken, bunlara daha pek çok örnekler verilebilir: Cengiz Çandar, Şahin Alpay, Oral Çalışlar gibi... Çünkü onlar için Demirci'in ünlü sözü: "Dün dündür, bugün bugündür" anlayışı esas olmuştur. Bu durumda da bu şahıslan, tek yüzlü olarak değerlendirip, göstermek mümkün müdür? Siz gösterseniz dahi, onlar kabul etmez. Şu anki durumlarını da, değişme, gelişme veya falan, filanla açıklayabilirler. Fakat bunlardan en ilginci Mehmet Ali Birand isimli olanıdır. Şahıs, Türk mahkemelerinde yüz kızartıcı suçtan mahkum olmuş, fakat nasılsa, ne basından ne de televizyonlardan düşmemekte, üstelik bir de para üstüne para almakta, pek çok yerde de işlediği
suçun aksine, güle-oynaya kabul ve hürmet görmektedir. Bu şahıs hakkında, Türkiye'de sadece, bir-iki gazeteci kalem oynatabilmekte, diğerleri hem ülkemizi, hem de dünyayı kurtarırken, dürüstlük ve doğruluk gibi kavramlardan dem vururken, kendi eğrilerine ve yanlışlarına hiç, ama hiç dokunmamakta ya da dokunamamaktadırlar. Şahsın vaktiyle TRT'de 32. Gün diye bir şeyler hazırlarken çalıştığı, Ali Kırca, Can Dündar, Mithat Bereket gibi arkadaşları vardır. Basından ve televizyonlardan beslenen bu şahıslar da, temiz ve doğru toplum adına, her gün bildiğimiz demogojilerle pek çok konulara girebilmekte, fakat eski çalışma arkadaşları adına çıt edememektedirler. Acaba niçin? Aralarında gizli bir ittifak mı var? Bu korku neden? Bu korkuyu kimler besliyor? Yoksa arkalarında 'Derin Devlet'mi var? Dürüstlük ve insanlık adına kalem oynattığını söyleyenlerin elleri, o nedenle mi bu konulan yazmaya gitmiyor? O zaman biz bu insanlara, tek yüzlü diyebilir miyiz? Takdir sizin... Diyelim ki yaşadığınız süreçte, belgelerde tahrifat yapıp, paralan cebine haksızca indirip, yüz kızartıcı bir suçu, sınıf ya da mahalle arkadaşınız falanca ya da filanca Efendi yapsa ne derdiniz?Tahmin ediyorum, kısaca 'hırsız!'..Arkadaşınızın arkadaşları da, tüm bu gelişmeleri öğrendikleri halde, konuya dokunmayıp, sürekli başka konular çerçevesinde dürüstlük, doğruluk gibi kavramlar üstünde laf-ebeliğine girseler, yine ne derdiniz? 'Hadi oradan palavracılar!..'

HALKIN BAZILARI
Arkadaşlar! Bildiğimiz bir atasözü vardır. Yeri geldi; onu da söyleyeyim: "Kılavuzu karga olanın burnu b.... kurtulmaz" imiş... Şu anki durumumuz tam bu halde değilse, hangi haldedir? Bakınız partiler ve politikacılardan, kapital sahiplerinden, medya patronlarından ve de medya tetikçilerinden örnekler verdik. Tüm bunlar, o malum karganın hikayesine benzemiyor mu? Ya halkımız! Uyutulmuş ve uyumuş halkımız, onlar da bir çoğunluk oluşturup, milli bir ses çıkarıp, hareket edebiliyorlar mı? Kendi yaşadıkları doğrulan esas alırken, başka yanlıştan da, zaman zaman görmezden gelip, doğrulama durumuna düşmüyorlar mı? Bunları yapanlar, çevremizde yok mudur? Manken, şarkıcı, artist geçinen pek çok bayanın, moda tabirle, "çapkın" olma olaylarını normal karşılayanlar, aramızda bulunmuyor mu? O tip bayanları, gazetelerde görüp, televizyonlarda ve de çekim yapılan mekanlarda izleyen sıradan insanlar, acaba hangi gerçekleri baz alırken ve de hangi boyutlarda, olaydan haz almaktadırlar? Çok merak ediyorum. Falanca sanatçı geçinenlerin çapkın olduğunu kabul edip onaylayanlar, bunu benzer şekilde kız kardeşleri yapsa ne derler? Çapkın deyip onay verirler mi? Kendi mahallelerindeki bir kız aynı faaliyette bulunsa, ona ne derler? Kısaca, söyleyeyim: 'O....u' demezler mi? Bu neyin takiyesidir? Anlaşılır gibi değil! Bir başka takiye de eşcinseller için yapılmıyor mu? Falanca öyle olduğunda sanatçı, filanca böyle olduğunda şarkıcı diyerek, bu durumu doğal bir faaliyet gibi kamuoyuna sunanların, aynı özellikteki bir insanı çevrelerinde gördükleri zaman, şöyle bağırdığını tahmin ediyoruz: 'İ..e..r'... Takiyeden kurtulamayanlar, elbette ne öz sorunlarından, ne de toplumun genel sorunlardan kurtulamazlar. Bu yazdıklarımızı kabul edenler olacağı gibi, benimsemeyenler de olabilir. Bu dediklerimizi kabul etmeyenler varsa, yalan süreçteki yapılanları bir bir incelesinler. Eğer bunlar da yetmiyorsa, gidip aynaya baksınlar, hiçbir şey görememişlerse, orada kendi yüzlerinin iki kısmını da açık ve net olarak görebilirler. O zaman da uyanamamışlarsa, kendilerine, aynada gördükleri görüntülerinden dolayı, iki yüzlü de diyebiliriz...


www.ufukotesi.com - 06 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.