Kaderin, daha doğrusu kadersizliğin çizdiği yolda böyle kişilerin devletin yüksek makamlarına getirildiğini hatta bakanlık yaptıklarını görmüşsünüzdür. Kendilerini değişmez otorite sayarak, saplantılarını başkalarına zorla kabul ettirmek isteyen, karşı çıkanları da alışılagelmiş suçlamalarla bertaraf etmeye çalışan bu kişilere basında ve ekranlarda sıkça rastlamışsınızdır. En belirgin karakter çizgileri, hataları ortaya çıktığında hemen birtakım dokunulmazlıklara sığınmalarıdır.
Böyle bir kişinin TRT’deki bir konuşmasında “kültür” ve “medeniyet” kavramlarını birbirlerinden ayırt edemediğini görmek ve özellikle “batı kültürünü” bir bütün olarak almamız gerektiğini, çok bilirlik edasıyla telkin etmeye çalıştığını duymak bizleri son derece üzmüştü.
Bazı sosyal kurumların mahiyet farklarını görmemezlikten gelmek bir devlet adamı için hoş görülmez, hele iddialı ilim adamları için hiç affedilmez.
Maalesef, sorunların derinine inebilecek zihin açıklığına ulaşamayanlar basit bir mantık ile, bazı yazarların yalan-yanlış yorumlarını benimsemeyi aydın olmanın icabı sayar.
Bunların tipik ortak yönleri başkalarına söz geçirmek için önce ortaya bir takım “tabu” lar çıkarmaları, sonra akıllarınca bu dokunulmaz kişilere yamadıkları görüşleri değişmez kabul etmeleridir. Şu ilim(!) zihniyetine bakın!
İyice bilinmelidir ki bu insanları otorite olarak kabul eden toplumlarda sosyal çalkantılar – yanlış teşhisler yüzünden- devam edip gidecek, birçok nitelikli elaman ziyan olacaktır.
İlim ve fikir değeri bakımından üzerinde ısrarla durduğumuz Ziya Gökalp birçok içtimai meseleyi yıllarca önce aydınlanabilmiştir. Neden? Çünkü ilim yoluyla toplumsal yapının araştırılması gerektiğini biliyordu. Ucuz formüllerle iltifat etmiyordu.
Bazı batılı sosyologlardan, özellikle Durkheim’dan metot konusunda yararlanan Gökalp, bir milletin bünyesi incelenmeden ona sosyal bir şekil vermeye çalışman, dolayısıyla iktisadi bir sistem dayatmanın yanlış sonuçlar verebileceğini düşünüyordu.
Genç yaşta kaybettiğimiz, değerli bilgin kardeşimiz Prof. Dr. Mehmet Eröz ne demişti?
“Ne fertleri, birtakım doymak bilmez, içtimai terbiyeden yoksun, vurguncu şahıslara ezdiren kapitalist sistem ne de ferdin insanlığı, kişiliğini öldüren ve onu bir zalimler çetesine kul-köle eden kömünist sistem. Her ikisi de İslam ahlakına ve Türk töresine aykırıdır.
Bu düşünceden hareketle ortaya bir doktrin koyan, çıkış yolu arayan bir kürsü sahibine rastlayamıyoruz. Çünkü herkes kolay şöhret ve hazır çözüm peşinde.
Ne diyorduk? Adam çıkıyor, yabancı kültürü (şimdi haklı olarak üstün görünüyor ya) hazır elbise gibi sırtımıza almamızı istiyor. Hem de karşıt görüşte olanları küçümseyerek... Öyle ya, madem ki o büyük makamlar işgal etmiş, uzun unvanları var; elbette o bili, yalnız o bilir.
Öte yandan Ziya Gökalp medeniyetle kültür arasındaki farkları nasıl belirtmiş, görelim:
1- Medeniyet milletlerarası olduğu halde hars (kültür) millidir.
2- Medeniyet bir toplumdan başka bir topluma geçebilir fakat kültür geçemez.
3- Bir millet medeniyetini değiştirebilir ancak kültürünü değiştiremez.
4- Medeniyet usul ve akıl aracıyla elde edilir, kültür ise ilham ve sezgi ile yeşerir.
5- Medeniyet iktisadi, hukuki, dini ve ahlaki fikirlerin mecmuudur. Kültür ise bedii (estetik) ve yine ahlaki, dini duyguların toplamıdır.
6- Kültürü biçimlendiren duygular içten ve yürekten geldikleri için görülmeleri, incelenmeleri pek güçtür. Medeniyet ise hariçte (dışta) tebellür etmiş (belirmiş) mefhumlardan (kavramlardan) , kaidelerden (kurallardan) kısaca bir çok kurumlardan meydana gelmiş olup objektif bir gözle bakılma imkanına sahip olduğundan daha kolay tetkik edilebilir.
Bundan dolayı bir milletin harsına (kültürüne) dair bir tarih kolayca yazılamaz. Fakat bir medeniyet hakkında tarih yazılabilir.
Böylece görüyoruz ki bu konuyu iyi bilen bir sosyolog kültür ve medeniyet arasındaki ince fakat önemli farkları kolayca belirtebiliyor.
Demek oluyor ki kültür, bir topluluğu millet yapan değerlerin toplamıdır. Millet olmak için ortak bir kültüre sahip olmak gerekir.
Kültür emperyalizmine karşı donanımlı olmak için de bilgili ve erdemli olarak yetişmek gerekir.
Ne denilmiş? “Hars dini, ahlakı ve bedii duyguların toplamıdır.” Bütün duygular bizi birleştiriyor; ortak duygularımız.
Ahlaki değerler önündeki saygımız, dini hükümlere olan inancımız ve sanat eserleri karşısındaki heyecanımızın ortak bir yönü var.
Bağımlı aydınların uzun süredir yönetimde bulunması yüzünden karamsarlığa düşen ulusumuzun bir gün silkinerek kendine döneceğine ve kültürüne sahip çıkıp çağdaş medeniyet düzeyine tekrar ulaşacağına inanıyoruz.
.
.
.
|