Gezi

 

Banu Erkmen  

Şanlıurfa


Harran’ın incisi ŞANLIURFA URFA GECELERİ Gök toprağa eğilir, yaklaşır; Sarardı onu şefkatli bir anne gibi Karanlık, Ilık, Yıldızları iri irii... Ve uzakta çöl, ezelî bir sır! Ilık karanlık şarkı söylerdi, Ay ışığı öperdi susamış toprağı. Kemanlar inler; Neyler dua eder Ve güzel sesler avuturdu her derdi. Güzeldi, bir güzel masal kadar Urfa’da yaz geceleri... Urfa’da saz Geceleri O gecelere hasretim var; Hasretim var! ************************* Halide Nusret ZORLUTUNA

Zamanın çok ama çok ötelerine, insanoğlunun bildik ve söylediklerinin çok daha öncesine, aslında zamanın ilk başladığı yere bu ay yolculuğumuz. Tarihin izini sürer, köklerimizi ararken Kudüs kadar kutsal kent, peygamberler şehri Şanlıurfa’dayız. Bir GAP turu vesilesi ile yolculuğa çıkarken , ilk gözümün önüne gelen peygamber makamları, türbeleri, camileri, şadırvanları, kuşları, çarşıları, türkü ve şarkıları ile Şanlıurfa oluyor.
Gaziantep, Kahramanmaraş gibi işgal kuvvetlerine karşı kendi mücadelesini verip, ”Şanlı” unvanını alması kolay olmadı Urfa’nın. Esir olur muydu Urfalı, kula kulluk eder miydi Urfalı, ölümden öte köy var mıydı ki Urfalı için? Urfalı’lar peygamberler diyarında yaşamış, sabrın ve inancın sembolü peygamberlerin yıkandığı sularda yıkanmış, havasını solumuş, aynı tarladan ekmeğini yemişken işgalcilere esir olmazdı elbette. Urfalı
vatanı için öldü ama, tarihe şanı geçti, şanı yazıldı ve Şanlıurfa oldu.
Nuh tufanından sonra yeryüzündeki yedi yerleşim bölgesinden ilki olan Urfa, tüm dünyada peygamberler şehri olarak bilinir. Yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen bulgular tarihin bu ilk dönemlerinde Urfa’nın akarsularla çevrili yemyeşil ormanlarla kaplı bir bölgede kurulduğunu gösteriyor. Efsaneler ve hikayeler diyarı da olan Urfa’da söylencelere biraz dikkatle kulak verirseniz bunun doğruluğunun arkeolojik kazılarla sadece ispat edilmiş olduğunu göreceksiniz.
Hz. Adem’in çiftçilik yaptığı, Hz. Nuh’un gemisinin karaya vurduğu dağın bu bölgede olması, Hz. İbrahim’in doğduğu ve ateşe atıldığı yerlerin burada bulunması, Hz. Lût, Hz. İshak, Hz. Yakup, Hz. Eyyub, Hz. Elyesa, Hz. Şu’ayb, Hz. Musa, ve Hz. İsa’nın bu bölgede yaşaması nedeniyle peygamberler şehri unvanı alan Şanlıurfa halen bu peygamberlere ait işaret ve makamları korumaktadır. Gerek milattan önce, gerekse milattan sonra kurulan bütün medeniyetlerin ve yaşanmış tarihlerinde izini taşıyan kentin binlerce yıldır ayakta kalmasını sağlayan neden bölgede yaşayan peygamberlerin ve evliyaların kutsallığıdır. Milattan önce, Ebla, Akkad, Sümer, Babil, Hurri-Mitanniler, Arâmiler, Assur, Keldâni, Med, Pers, Makedonya Krallığı, İskender, Seleukos Krallığı, Parth Krallığı, milattan sonra, Edessa Krallığı, Roma, Bizans, Sâsâni Krallığı dönemlerini geçiren kent, Halife Hz. Ömer zamanında 639 yılında komutan İyad bin Ganem tarafından fethedilir. Fetih ile bölge ve kent halkı islâmiyeti kabul eder, sıra ile bölgede Emeviler ve Abbasiler hüküm sürerler. Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah tarafından 1087 yılında Türk’ler tarafından ele geçirilene kadar kent Nûmeyrîler, Mervâniler, Bizans,ve Ermeni Philaretos dönemlerini yaşar. Büyük Selçuklu Devleti hakimiyetinden sonra Zengiler, Artuklular, İlhanlılar, Memlüklüler, Dögerler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadıroğulları, ve Safevilerin hakimiyetlerini yaşayan kent, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı İmparatorluk topraklarına katılır. 406 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Urfa 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin vilayeti olur. Mondros Mütarekesi ile Urfa 7 Mart 1919 da İngilizler tarafından, 31 Ekim 1919 da ise Fransızlar tarafından işgal edilir. İngilizler ayrılmadan önce bölgede yaşayan Ermeni ve Kürtleri, Türkler aleyhine kışkırtarak bölgeyi Fransızlara teslim ederler. Maddi imkansızlıklar, silah ve cephane yokluğuna rağmen çevre aşiretlerin yardımı ile milis kuvvetleri oluşturan Urfa halkı ölümüne çetin bir mücadele vererek, şehri düşman işgalinden 11 Nisan 1920 de kurtarırlar. Tarih boyunca bütün bu uygarlıklar Urfa’dan gelip geçerken zaman dilimlerinin birinde bir veba salgını başlar. Salgın öylesine hızla yayılır ve halkı kırar geçirir ki, her mahalleden bir veya iki ev hanesini dolduracak insan kalır. Kalan halk boşalan hanelerin anahtarlarını toplar, hükümete teslim eder. Zamanın hükümeti Kerkük’ten gelen halkı bu boş evlere yerleştirir. Kerkük ve Urfa şehirlerinin kültür, örf ve adetlerinin, şarkı ve türkülerinin özellikle hoyratlarının birbirine dayı-yeğen diyecek kadar benzemesinin nedeni bundandır.
Gezimize Halil-ür Rahman Camii, Halil-ür Rahman Gölü (Balıklı Göl), Aynzeliha Gölü, Rızvaniye Camii, Ulu Camii, İbrahim Peygamberin doğduğu mağara, Eyüp Peygamber Makamı ve Kuyusu ile Urfa Kalesi ve şehir surlarından sıra ile başlıyoruz. Bu gezi yazımızda kubbe büyüklüğü, minare yüksekliği gibi mimari bilgiler yerine hikayelerini anlatmak umarım benim kadar sizleri de memnun eder. Halil-ür Rahman Gölü deyince aklınıza devasa bir göl gelmesin. Halk arasında Balıklı Göl de denen 30x150 m2’lik havuzun biraz ötesinde de 30x50 m2’ lik Aynzeliha Gölü denen havuz bulunmakta. Nemrut, hükümdar olarak hüküm sürdüğü devirde zulmü ile halkına dehşet ve korkudan başka bir şey vermez. Gördüğü bir rüyayı kahinlerine yorumlatan Nemrut’a kahinleri “ O yıl doğacak bir erkek çocuğun kendisini öldüreceğini” söyler. Nemrut o yıl doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesi emrini verir. Hz. İbrahim’in annesi Sara Hatun bir mağaraya saklanır ve oğlunu orada doğurur.Yaprak ve dallardan bir beşik yaparak oğlunu oraya bırakır ve geri döner. Hz. İbrahim’i dişi bir ceylan bulur. Onu emzirir, yedi yaşına kadar büyütür. Çocuğu bir gün askerler bulur ve Nemrut’un huzuruna çıkarırlar. Hiç çocuğu olmayan Nemrut bu erkek çocuğunu bir anda çok sever, yanına alıp evlatlığı Zeliha ile onu büyütüp yetiştirmeye başlar. Zamanla insanların kendi yaptıkları putlara tapmalarının yanlış olduğuna inanan Hz. İbrahim, inançlarını halkada anlatmaya başlar. Halk korkusundan sesini çıkarmaz. Bir gün gizlice putları kıran Hz. İbrahim baltasını en büyük putun omzuna asar. Nemrut Hz. İbrahim’e bunu kimin yaptığını sorar. O da ‘Büyük put yaptı. Bakın baltasıda omzunda’’der. Nemrut öfke ile ‘Bir taş parçası bunu yapamaz sen yaptın’’ diye bağırınca Hz. İbrahim ‘’ İşte bende bunu anlatmak istedim. Madem bir taş parçası bunu yapamaz. O zaman neden kendi elinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz. Adaklar adıyorsunuz. Gerçek olan Allah’tır’’ der. Çok öfkelenen Nemrut Hz. İbrahim’in yakılması emreder, büyük bir ateş için dağ gibi odun yığdırır. Nemrut kalesinin üstüne iki büyük sütün (Halk arasında bunlara mancınık denir) yaptırır.Zeliha bu arada çok sevdiği Hz. İbrahim’i bağışlaması için babasına yalvarır. Ama Nemrut yumuşamaz. Her şey hazır olduğunda ateş yakılır, iki sütün arasına gerilen halattan Hz. İbrahim ateşe fırlatılır. Hz. İbrahim bir gül bahçesine düşer. Odun yığınlarının olduğu yer göl olur, yanan odunlarda üstü kara lekeli balıklar olur. Hemen yanı başında Zeliha’nın gözyaşlarından küçük bir göl oluşur. Büyük göle Halil-ür Rahman Gölü, Zeliha’nın gözyaşlarından oluşan göle ise Aynzeliha gölü denir. Halen günümüzde göl ve balıkların kutsal olduğuna bunlara dokunanların öleceğine veya başına büyük bir belâ geleceğine inanılır. Gölün kenarına yapılan camii Eyyübiler devrinde Melik Eşref Muzafferdin Musa’nın zamanında 1211 yılında yaptırılmıştır. Gölün bir diğer kenarındaki Rızvaniye Camii 1716 yılında Rakka valisi Rızvan Ahmet Paşa tarafından yapılmıştır. Mihrap duvarı boyunca sıralanmış üç kubbesi, cami avlusunun üç tarafının medrese odaları ile çevrili olması ve yine üç gözlü son cemaat yerinin 3 kubbe ile örtülü olması, yarım kubbelerle genişletilen doğu ve batı kubbelerinin mekana kattığı zenginlik görülmeye değer. Mevlid-i Halil Camii Balıklı Gölün yüz metre kadar doğusunda yer almakta olup, Hz. İbrahim’in doğduğu mağara bu camii avlusu içinde bulunmaktadır.Mağaranın içinde bulunan suyun şifalı olduğuna birçok hastalıkları iyileştirdiğine inanılmaktadır. Hz. İbrahim’in Makamı olarak bilinen mağarayı ziyarete gelenlere, zamanla Osmanlı döneminde inşa edilen camii küçük gelmeye başlayınca, yanına inşa edilen çifte minareli caminin(Dergah Cami) yapım tarihi 1986 dır. Hazır şehir merkezinde iken , Urfa Kalesi ve Şehir surlarını ziyaret etmeden önce Ulu Camii ve Eyyüb Peygamber Makamı ve Kuyusuna gidiyoruz. Yıldız semtindeki , Ulu Camii Urfa’daki camilerin en eskisidir. Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemekle beraber, Zengiler zamanında yapıldığına dair bir kanı vardır. Caminin, ilk olarak yerinde bir sinagog olduğu, daha sonra yerine St. Stephan Kilisesi (Kızıl Kilise)adında bir kilisenin yapıldığı, caminin bu kilise üzerine inşa edildiği bilinmektedir. Kilisenin bugün minare olarak kullanılan sekizgen çan kulesi, kilise avlusuna ait duvarlar bazı sütün ve sütün başlıkları halen mevcuttur. Yıldız Meydanından Eyyüb Peygamber semtine geçiyoruz. Eyyüb Peygamberin yedi yıl hastalık çektiği mağara ve suyunda yıkanarak şifa bulduğu kuyu burada bulunmakta. Hz. Eyyüb yedi oğlu ve üç kızı ile varlıklı bir yaşam sürerken, çalışkanlığı, dürüstlüğü, iyi yürekliliği ile de Allah’ın sevgisini kazanmıştır. Günün birinde şeytan yüce Allah’a kullarının yolunu şaşırdığını söyler. Allah’ta ‘Ya Eyyüb kulum ?’’der. Şeytan “Elinden malını al da gör” der. Cenab-ı Hak Hz. Eyyüb’ün elinden mallarını bir günde alır. Hz. Eyyüb iman etmeye devam eder. Çocukları ölür, gene iman etmeye devam eder. Çok hastalanır, vücudunda kocaman çıbanlar çıkar, çok acı çeker. Yedi yıl boyunca acılarla kıvranır, kül içinde oturup bir çömlek parçası ile yaralarını kaşır dururmuş. Yaralarına üşüşen solucanlar yere düştükçe, alır yarasının üstüne kor, “Senin de benim bedenim de kısmetin varmış” dermiş. Onun hala iman ettiğini görenler, “Sana bu acıları veren Tanrı’ya halâ iman edecek misin?” diye sorduklarında “ Allah verdiği gibi alır, verirken iman edip alınca isyan etmek gerekir mi?” dermiş. Yüce Allah yedi yıl sonunda Hz. Eyyüb’ün imanında en ufak bir şüphe görmez ve onu geçirdiği imtihandan azat eder. Hz. Eyyüb sağlına tekrar kavuşur, bütün malları ve 7 oğlu ile 3 kızı Yüce Allah tarafından kendisine geri verilir. Hz. Eyyüb’ün şifa bulduğu söylenen su binlerce yıl olduğu gibi bugün de hastalara içirilmekte, çile çektiği mağara bizim gibi binlerce insan tarafından ziyaret edilmekte. Urfa Kalesi ve şehir surları yoluna çıkınca da anlatmaya devam ediyorum. Hz. İsa zamanında Urfa’da hüküm süren hükümdar hıristiyanlığı yayması için Hz. İsa’yı Urfa’ya davet eder. Hz. İsa gelemez ama şehri kutsadığına dair bir mektup ve yüzünü sildiği bir mendili gelen heyete verir. Hz. İsa’nın resmi yüzünü silerken mucizevi bir şekilde mendile çıkar. Heyet yolda mendili çaldırır. Çalan hırsız geceleyin cebinden ışıklar çıktığını görünce korkar onu en yakın kuyuya atar. (Bugün Eyyüb Peygamber Makamı diye anılan yerdeki kuyu). Kuyudan geceleyin şıklar saçılmaya başlayınca heyet kolayca mendili bulur ve hükümdarlarına götürür. Zamanla Müslümanların eline geçen mendil, Bizanslılarla yapılan bir savaş sonucu yapılan esir antlaşmasında Müslüman esirler karşılığında Rumlara verilir. Mendilin düştüğü kuyu hem müslümanlar hem de hıristiyanlarca kutsal sayılır. Urfa Kalesi üzerindeki mancınıklar bir rivayete göre;güya o zaman mendil ve kuyu hatırasına binaen dikilmiş, birinin altına bitmeyen su hazinesi, diğerine altın hazinesi yerleştirilmiş. Hangisi yıkılırsa Şanlıurfa onun altındaki altına veya suya gark olacakmış. Kalenin doğu, batı ve güney tarafı kayadan oyma derin savunma hendekleri ile çevrili olup, kuzey tarafı sarp kayalıktır. Kale üzerinde Osmanlı dönemi dahil olmak üzere çok sayıda yapı kalıntıları mevcuttur. Sütün veya halk dilindeki adı ile mancınıklara gelince; Abbasiler devrinde eski kale ve surların üzerine kale yeniden inşa edildiğinde bu sütunların üzerlerindeki kitabeden orada mevcut olduğunu, Edessa Kralı II. Manu zamanında (240-242) yapıldığını anlıyoruz. Bu kadar eski, böylesine kutsal bir şehirde tarihi eserlerin azlığı sorusuna cevabımız ise çok basit. Cevabı sorunuzun içinde. “Kutsallığı, Hac yolu üzerinde oluşu ile her uygarlığın, her milletin yakıp yıkarak sahip olduğu, sonrada yeniden kendisinin inşa ettiği bir kenttir Şanlıurfa.”
Artık çarşıları gezme , yorgunluk çayı içme zamanı geldi. Gümrük Hanı çevresinde toplanan çarşı ve pazarları gezmeden önce yemek yemeliyiz diyor ve Urfa kebaplarının, çiğ köftenin, tane tane dökülmüş tereyağlı pilavların üstüne sıcak sıcak servis yapılan şıllık tatlısının tadına bakmanın zamanıdır şimdi. Sevisi beklerken hem konuşuyor hemde yorgunluk çaylarımızı içiyoruz. Özellikle hanımlar ısrarla “geziye önce çarşılardan başlasaydık” diyorlar. “Tur programı böyle” diye onlara cevap verirken içimden “ Önce çarşı turu olursa, ne kadar harcadığını veya birbirinize aldıklarınızı anlatırken benim tur da anlattığım bunca şeyi acaba kaç kişi dinliyor ki?” diye düşünmeden edemiyorum. Yemeklerimizi yedikten, hanımlarımızca ahçıdan şıllık tatlısının tarifi alındıktan sonra şükür duaları ile çarşıya çıkıyoruz. Halı, kilim, keçe satılan tarihi kapalıçarşı Sipahi Pazarı’nın üç kapısı diğer çarşılara açılmakta. Yerden 50 cm kadar yükseklikte karşılıklı sıralar halinde dizili dükkanlarda esnaf büyük bir ağırbaşlılıkla mallarını bizlere tanıyor, sorularımıza cevap veriyor. Özellikle keçe kilimlerin nasıl zahmetlerle yapıldığını anlatıyorlar. Yünün hallaçlarca atıldıktan sonra kat kat dizilişini, renkli yünlerle nakışların yapılışını, ustaların ayakları ve göğüsleri ile ıslatarak tepmelerini, hatta hamama götürüp sıcakta göğüsleri ile teperek nasıl keçe kilimin kıvamını buldurduklarını, bu çok zahmetli ve sancılı işin bir duvar halısı veya sandalye minderi veya heybe olarak pazara gelene kadar olan aşamalarını hikâye dinler gibi dinliyoruz. Boyahane, Bedesten, Pamukçu Pazarı, Kınacı Pazarı, Hüsniye Çarşılarında Bakırcı esnafını ziyaret edelim derken “Müzenin kapanmasına 2 saat var lütfen elimizi çabuk tutalım” demesem tur otobüsünde alınanlardan oturmaya yer kalmayacak.
Şanlıurfa Müzesi,bölgedeki bütün yaşanmışlıkları sergileyen devasa zenginlikte bir müze. Gerek bölgedeki buluntular, gerek satın alımlarla her geçen gün biraz daha zenginleşen Şanlıurfa müzesinin adı bence Harran Medeniyetler Müzesi’dir. Dünyada kurulan ilk İslam üniversitesi Harran’da değil miydi? Bugün Güneydoğunun ve doğunun en büyük üniversitesi olma yolunda olan Harran Üniversitesi değil mi? Söylenceye göre Urfa kalesindeki sütün ayaklarından birinin altına gizlenen hiç bitmeyen su hazinesi GAP olarak, Atatürk Barajı olarak bölgeye dönmedi mi? Nuh Peygamberden bu yana medeniyetler kat kat Şanlıurfa Müzesi salonlarında sergileniyorsa, hepsi halâ orda varlar ve yaşıyorlar demek değil mi?
Bir başka seferde; Viranşehir ilçesinde Hz. Eyyüb ve eşi Hz. Rahime ile Hz. Elyassa’nın türbeleri, Şuayb şehri harabelerinde Hz. Şuayb’ın makamını ziyaret ederken, Balıklı Göl ve Hz. Eyyüb’ün kuyusunda adaklar adarken, bir sıra gecesinde ama bir dost gönlün düzenlediği gerçek bir sıra gecesinde anlatılan yöre hikâyelerini dinler, Urfa türküleri söylerken belkide siz okuyucularla berber oluruz.
Belli mi olur, hayat tesadüflerle doludur.



www.ufukotesi.com - 06 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.