Milli Sıtrateji

 

Dr. Alptürk Ünlü  

Yeni ve Gizli SEVR -5-


Düz çizgi ile kurulan yapıştırma devlet “Düz Çizgi Devleti” olarak Anglo-Saksonların İngiliz kanadınca ortaya çıkarılmış olan Irak, aynı zamanda yapısal özelliği itibariyle de “Yapıştırma Devlettir”. Düz çizgi devleti olan Irak’ın, İran sınırı Osmanlı-Safevi döneminde çizilmiştir. Irak’ın Batı ve güney batı sınırı ise, tam anlamıyla düz çizgi devleti oluşturma anlayışına dönüktür. Kuzey sınırı, yani Türkiye sınırı da, İngilizlerin ayak oyunları sonucunda, 1926’da kesinleşmiştir.

Evet sınırları böyle çizilen Irak, aynı zamanda Arap, Kürt ve Türklerden oluşan bir yapıştırma devlettir. Bu yapıştırma devlet içersinde, daha küçük nüfusa sahip olan Asuriler, Keldaniler, Yahudiler gibi vs. halklar da vardır. Bu yapıştırma devletin ömrünü doldurduğunu kendi mantığında gören Anglo-Saksonların ABD kanadı, kolları sıvadı ve buraya yönelik sıtratejilerini, çeşitli taktik boyutlarında, yürürlüğe koymaya başladı. Bu işin teorisyen beyinleri ise, malum olduğu üzere, Yahudi-Siyonist anlayışından beslenmektedir. Yani Anglo-Sakson-Yahudi ittifakı, ilk aşamada tüm güçleriyle, medya-basın ve beşinci kolların yaygarasıyla, harekete geçmişlerse de, dünyanın pek çok kesimlerindeki insanlar tarafından, taraftar bulmakta güçlük çekmektedirler. Bakalım Anglo-Sakson-Yahudi ittifakını yönlendirenler, farklı ülkelerdeki iktidarları ve muhalefetlerini nasıl ikna edecekler ya da daha doğrusu kandıracaklar veya kandıramayacaklar göreceğiz. Belki bazılarına, Irak’ta iş potansiyeli da yaratırlar, inşaat sektörü gibi...Acaba Irak petrollerini, nasıl hegemonyaları altına alacaklar? Doğrudan mı ya da kuracakları kukla devletlerle mi? Irak üzerindeki Rus, Fıransız ve diğer ülkelerin petrol nüfuzlarını nasıl ayarlayacaklar, yaşayarak göreceğiz? Anglo-Sakson-Yahudi ittifakının Irak ile ilgili senaryosu şu şekildedir. Irak kısa vadede üçe bölünecek, bu bölünme bu aşamada gizli ya da açık federasyon şeklinde belirlenecektir. Bu federasyonun kuzey parçası Kürt devleti şekline sokulacak. Bu Kürt devletinin orta ve uzun vadede sınırları, İskenderun-Mersin Adana hattına, Kuzeyi ise Ermenistan’a komşu olacak şekilde geliştirilmeğe, yani yayılmaya çalışılacaktır. Bu arada, Türkiye’de Kürt insanı olarak kendini niteleyenlerin bilhassa, İçel, Adana ve Hatay’a göç ettirilmesini kimin pilanladığı ya da pilanlattırdığı iyice incelenmelidir. Bu bölgedeki Kürt nüfusunun yaygınlaşmasını, yapılan legal ya da illegal eylemler ve seçimlerdeki Kürtçü partilerin oylarının incelenmesiyle de kolayca açığa çıkarılabilir.

Turgut Özal’ın Ektirdiği Tohum!..

Irak’taki Anglo-Sakon-Yahudi ittifakının Kürt politikası o kadar bariz ve o kadar açıktır ki, bunu görüp değerlendirmeyen veya değerlendiremeyenler sorumlu ve vebal altındadırlar. 1991 yılından bu yana, tarihimize geçen TBMM Hükümetleriyle, mecliste bulunanlar ve özellikle T.Özal denen şahısla onun yağcı ve de çıkarcı şakşakçıları, bu konudaki sorumlu olan insanlardır. Bu millet ise Özal’a ne yaptı? İstanbul’daki Aksaray’ın göbeğinde mezar anıtı... Efendim, vasiyetiymiş bilmem nesiymiş? Mılli-devlet yapısına karşı yaptıklarından sonra, hak ediyor muydu orada yatmaya? Bunu menfi yönde değerlendirmek için, sadece Türkiye’ye Çekiç Gücü çağırması bile yeterde artar. Ayrıca iktidar yıllarında milli devlet aleyhinde yaptırdığı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetler üst üste konulursa, Türkiye’nin milli devlet bünyesinin ekonomik-kültürel ve politik anlamdaki dejenere edilmesinin hususu, bilinçli herhangi bir Türk milliyetçisini, düşünce boyutunda, çok feci rahatsız edebilir!.. Evet Özal’ın davetiyle başımıza örülen bu çorap sonucunda gelen Amerikalılar, Kuzey Irak’taki Kürtler için 36ncı Paralel güzergahında bir güvenlik kuşağı kuruyor, başta Özal olmak üzere, herkes bunu alkışlayıp göz yumuyordu. Bu sayede Kuzey Irak’taki Kürtler adına hedeflenen 36ncı paralel kozasında, Kürt Devleti’nin bir tırtılın evrimi gibi oluşması için Anglo-Sakson-Yahudi İttifakı tarafından, maddi ve manevi destekler bölgeye oluk gibi akıtılıyordu. Aynı zamanda bu hakim güçler, bölgedeki Kürtlerden yaklaşık olarak beş bin kişiden oluşan bir gurubu, yetiştirmek ve Kuzey Irak’ta muhtemel Kürt Devletinde görevlendirmek adına, Guam adasına gönderiyordu. Tüm bu gelişmeleri, Türkiye’de düşünen herkes, (dost-düşman) biliyor ve görüyordu. Bunlara rağmen Çekiç Gücün ömrü, sürekli olarak TBMM’nde onaylanıyordu. Evet bu işin öncüsü T. Özal’dı. O, bu belirlenen 36ncı paralel hususunda Türkiye adına olumsuzluk olduğunu bildiği halde, hiç sesini çıkarmıyordu. İşin en ilginç yanı, bu 36ncı paralel, ismi gibi coğrafi anlamı kapsamıyor, Kuzey Iraktaki Kürt kozasının palazlanması için, Kürtlerin şimdilerde yoğun yaşadığı, Süleymaniye vb. şehirlerin emniyetini kapsıyordu. Oysa, Türkmenlerin yaşadığı Musul gibi şehirler, 36ncı paralelin kuzeyinde olmasına rağmen, nedense malum ve zalim ittifak tarafından, güvenlik şemsiyesine alınmıyordu. Türkiye adına bu kadar açık hıyanet ve aymazlık olabilir miydi? Ne yazık ki oldu...Hep beraber yaşadık ve yaşarken gördük; halen de görmeye devam ediyoruz. Perşembenin gelişi Çarşambadan belli olmaz mıydı? Bunları Özal ve diğer ilgililer, bu milletin kesesinden beslenenler, işkembesini, bağırsağını utanmadan, sıkılmadan doyuranlar oluştururken, diğer milli güçler konuya nasıl oluyor da, bu kadar ilgisiz ve duyarsız olabiliyorlardı? Böyle bir tavır, davranış ve anlayış nasıl gelişebiliyordu? Fakat son yıllarda, milletin geleceğini ipotek altına alıp, kendi keselerinden harcıyormuş gibi utanmazca ulufe dağıtanlar eliyle, köşe döndürmeler, sözde çağ atlatma palavraları ile uyutulmalar yaşanmadı mı? Aynı zamanda bu olumsuz yaklaşımlar, nasıl da milletin gözünün içine bakılarak, yeni bulunmuş bir maden cevheri gibi kamuoyuna sunulmadı mı? Sadece şu anlayış bile, bizim Musul ve Kerkük konusunda nasıl intihar ettirildiğimizin ve aynı zamanda Kürt devleti oluşumuna çanak tutulduğunun ibret vesikası değil midir? Nedir diye sorarsanız? Şudur derim: Mesut Barzani ve Celal Talabani gibi tabansız adamlara verilen diplomatik kırmızı pasaportlar!!! Kim veriyordu ya da verdiriyordu bu pasaportları? Elbette Özal ve onun yolunu takip eden yandaşları...Bu yanlışların sahiplerinden bu ülkede hesap niye sorulamıyor? Bunu Genelkurmay mı engelliyor, yoksa derin devlet dedikleri güçler mi? Acaba derin devlet diye sayıklayanlar, sayıklatanlar ve gördüğümüz olumsuzlukları yaşatanlar, başka bir ülkenin derin devletinin mensupları olmasın sakın?!!Gerçek derinlik ya da uçurum orada bulunmasın? Bu uçurumun başında Pentagondan-CİA’ya, İMF’den Dünya Bankasına değin birilerinin bulunduğu göz ardı edilmesin... Bu ülkede derin devletçiler kim? Onlar gerçekte var olsalar, denilen devlet derinliğine sahip insanlar bulunsa, yukarıdaki anlayışa sahip olanları ve yalakalarını ve de bu konuya göz yumanları affederler miydi hiç? Kanımca bu ülkede bir bürokrat devlet anlayışı var...Bu da, günü kurtarma ve de paracıkları yan cebime koy yapısıyla varlığını sürdürmektedir. Fakat kesinkes bürokrat devletçilerden başkası, bir de uçurum devletçileri vardır ki, tavır ve davranışları bunları çağrıştırır. Bakın ülkemize, Bağdat’a Amerikan askerinin girişini eleştirenlerden kaçta kaçı, Musul’a ve Kerkük’e Kürtlerin girişini ve şehirlerin yağmalanışını eleştirdi? Yine bu savaş için kan dökülmesin diyenlerden kaçta kaçı, Kürt şovenizminin doruk noktası olan PKK cinayetlerini lanetleyebildi? Yalnız Özal ile birlikte, iyece kabuk değiştirilerek, yozlaştırılan Türk devlet yapısı ve geleneğinden olumsuzluk payını, her halde istihbarat birimleri de almıştır. Milli istihbarat demek, sadece bu ülkede yaşayan vatandaşların ucuz amaç ve çıkarlar uğruna değerlendirilmesi demek değildir. Bunun bir de CİA gibi geniş bir boyut ve anlayışa sahip olması gereken, bir bakış ve eylem açısı olmalıydı. Yüreğimiz yaralı, birileri istihbarat ağlarını sadece ülke içi siyasi anlayışa göre değil, aynı zaman da yararlı Türk kuşağına göre de yapılandırmalıdır. Ne adına, Türkiyenin geleceği için... Bu konuda Pentagon örnek alınabilir. Ve de alınmalıdır. Düşmanı ancak kendi silahı ile vurabilirsiniz. Yoksa Musul-Kerkük hususunu düşünmeyenler, yarınki süreçlerde, dünkü günlerden de kötü bir biçimde, Amid, Botan, Dersim gibi bölücüler tarafından adlandırılan yer ve bölgelerde vahim tablolar göreceklerdir. Beklersek ve de ömrümüz yeter de yaşarsak, bu süreci tekrar yeni bir film gibi önümüze getirip, gözümüzün önüne, daha doğrusu yaşantımıza sokacaklardır. Bizden söylemesi...Tüm bunlara ses çıkarmayan ve de milliyetçi olduğunu söyleyen insanları da düşünüyorum ve diyorum ki, bu şahıslar gerçekten “Milliyet” gazetesi okuyarak mı, “Milliyetçi” oldular? Bakınız Azerbaycan’ın beşte biri gitti, hiçbir doğru dürüst politika üretilmiyor ses seda yok; Musul-Kerkük gitti gidecek yine ses seda yok; Kıbrıs gidiyor, ses yok varsa da her halde çok cılız ki, duyan yok, sadece bu konularda Çölaşan tarafından Liboş olarak görülen bir şahsın dahi sesi ve gücü, herkesten çok çıkıyor. Belki de adamın kalıbı büyükte ondan...Gerçi şahıstan çıkan ses de malum sahibinin sesi, sürekli gayri-milli, anti ulus-devletçi... Fakat çoğunun Türk olduğu söylenen bu ülkede, yeterince Türk kalmadı mı? Türklere ne oldu? Acaba Özal ve onun gibilerin çizdiği Misyon ve Vizyon ekonomisinin teslimiyetçi dişlileri arasına atılıp perişan mı edildiler?

Türkiye’de Devletden beslenen birisi!..
8 nisan 2003 akşamı NTV Kanalında Baskın Oran adlı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi kadrosundan maaş alarak, öğretim üyesi unvanını beraberinde taşıyan bir şahıs, uluslar arası ilişkiler alanında fikir yürütmeye çalışıyordu... Türkiye Cumhuriyeti’nin bu günü ve yarınları adına incir çekirdeğini doldurmayan laflar ediyordu... Muhterem, konuşurken nihayet ağzındaki malum baklayı çıkardı. Nedir o bakla, diye sorarsanız? Efendim ülkemizin çevresinde Arap, devleti, Azeri devleti kurulmuş da, ülkemizdeki Araplar ve Azeriler de varmış, ve bu insanların çevremizde kurulan bu devletlere yönelik bir talebi olmamış mantığıyla işi geçiştirmeye çalışıyor. Bu mantıkla giderek, aklınca demagoji yapıyor!..Bu bağlamda demek istiyor ki, Kürt Devleti de Kuzey Irak’ta kurulursa, bundan farklı olmayacak...Öğretim üyesi olarak Ankara Üniversitesi SBF kadrosundan maaş alan bu şahsı çok iyi tanıyoruz; fakat Türk Milleti onu daha tanıyamadı... Bu şahıs aynı zamanda Ermenilerin çıkardığı Agos gazetesinde de, köşe yazarı değil midir? Orada da neler yazdığını biliyoruz. Bu şahıs demokrat bir adam gibi hareket ederek, aynı zamanda ülkemizde bir avuç Ermeni’nin olduğunu ve de Doğu sınırımızda bir Ermenistan Devleti ortaya çıktığını ve bu Ermenistan Devleti’nin sürekli olarak Türkiye’den toprak talep ettiğini ve ülkemizdeki Ermenilerin bu talep ve soykırım palavrasına karşı, yoğun bir kampanya başlatmadığını, niçin söyleyemiyor, evet niçin? Birisinden mi korkuyor? Türk Milletinden çeşitli şekillerde alınarak, devletin kesesine akıtılan parayla beslenen ve olayları aklınca kendi görüşüne göre tasnif eden bu adam, Suriye Devletinin Hatay, İskenderun ve Çukurova’daki topraklarımız üzerinde gözü olduğunu, niye söylemiyor? Yine bu şahıs, Suriye Devleti’nin PKK’yı yıllarca beslediğini, sağır sultanın dahi duyduğu bir olayı bilmiyor mu? Eğer Türkiye’deki Arapların devlet talebi yoksa, bunun en önemli sebebi, yaşadıkları bu ülkenin sosyo-ekonomik ve de sosyo-politik kaynak ve değerlerinden en az bir Türk kadar faydalanma boyutunun yüksekliğindendir. Bırakınız Türkiye’deki Arap kökenlileri, ya Suriye deki Arapların hali nicedir? Oradakiler Esat familyasının diktatörlülüğü altında yaşamaktan memnun mudurlar? Halep’teki Türklerin halini ise hiç sormak istemiyorum. Acaba Baskın Efendi, Halepli ya da Ermenistanlı, Karabağlı Türkler hakkında ki düşüncelerini niye belirtmiyor? Fakat, Türkiye’de yaşayanlar, demokratik haklarını kullanarak bu ülkeyi beğenmiyorlarsa, istedikleri ülkelere gidebilirler. Bu çeşit insanları tutan da yok... Baskın Efendi de beğenmiyorsa bu ülkeyi, buyursun Ermenistan’a, belki orada daha fazla demokrasi, hak, hukuk ve de para bulabilir... Tercih kendisinin...Yeter ki gölge ederek, suyu bulandırıp, hedef şaşırtmasın...Yine kendisi ve kendisi gibilerin objektif olmaları, televizyonlarda bu boyuttaysa, üniversitedeki öğrencileri karşısında, hangi boyuttadır merak ediyorum? Aynı şahısın Azerbaycan Türkleri hakkındaki düşüncesini, zaten kabul etmiyorum. O aklınca Azerbaycan Türklerini bizden ayrı bir millet gibi göstermeye gayret ediyor. Fakat biz biliyoruz ve de Azerbaycan’ın yöneticileri de bizimle aynı düşüncededir ki, Azerbaycan ve Türkiyenin iki ayrı devlet ve de tek bir millete dönük olduğu sürekli söylenir. Elbette bu devletlerin içersinde başka halklar da olabilir. Baskın Efendi, göğsünü gere gere “Ne Mutlu, Türküm Diyene” diyebiliyor mu? Fakat bilsin ki beslendiği, midesini doldurduğu kaynaklar, bu milletin kesesinden çıkmaktadır. Ermenistan Devletinden değil... Ankara Üniversitesi de, SBF de bu kaynaktan beslenmektedir. Evet bu şahıs Azerbaycan Türklerini bizden ayrı bir millet olarak göstererek kime destek ya da köstek olduğunu niye söyleyemiyor? Ermenilerin on yıl önce Azerbaycan da yaptığı vahşetlerin tanıkları halen hayattadır. Bu şahıs, bu konular hakkında Agos’ta objektif bir şeyler yazabilmiş midir? Kendisi Viyana’ya gidecekmiş de, Dışişleri kendisine ve kendisi gibilere ödeme yapmakta güçlük çekiyormuş da, yani bu muhterem demek istiyor ki, hükümet aynı zamanda ekonomi de sıkıntı çekiyor ve kendisine de para vermekte zorlanıyormuş. Evet para almaya gelince devlete, devlette Türk Milletine yüklensin iyi mi? İşte gördünüz... Türkiye’de bir devlet üniversitesinden beslenen bir şahıs, uluslara arası ilişkiler diyor, derken de, armutlarla, elmaları kendi mantığında topluyor. Bu gibiler nedendir bilinmez, ne Ahıska, ne Zengezor, ne de Nahçıvan hakkında bir görüş ve beyan da bulunmazlar?.. Neden acaba? Bu konular uluslar arası ilişkileri ilgilendirmez mi?

Sabancı’nın Beslediği Başka Biri!..
9 Nisan 2003 Çarşamba akşamı, SKY Türk televizyonunda da, eskiden Rusçu komünistler tarafından, Maocu olarak nitelenen guruba mensup olan Halil Berktay isimli şahıs konuşuyordu. Şimdilerde Türkiye’nin en güçlü kapitalistlerinden birisi olan Sakıp Sabancı Efendinin kurduğu üniversiteden, ekmek yiyen ve öğretim üyesi etiketi taşıyan ve de Maocu olarak nitelenen bu şahıs, kendi siyasi geçmişinden taban bulan ve de ideolojik düşüncelerine dönük fikirler ileri sürüyordu. O kanalda da, tek kale siyasi maç yapmaya hazır bir ortam sağlanmış ve muhtereme ofsayttan bol bol goller attırılıyordu. Karamehmet Efendi de sevinsin!.. Sabancı’nın himayesindeki bu şahıs, sözde akademisyen etiketi altında aba altından aklınca sopa göstermeye çalışıyordu... Neymiş efendim, Kuzey Irak’a Türk ordusunun girmesi, en büyük hata olacakmış!.. Yine bu şahıs aynı zamanda, Kuzey Kıbrıs’ta 215 bin Türk için devlet isteyen Türkiye’nin, neden Kuzey Irakta Kürtlerin devlet kurmasını istemediğini sorguluyordu. Muhterem sanki hakim... Yani topluma yön verilmeye çalışılarak, silahlı kuvvetlere gözdağı veriliyor; Kürtlere de demokrasi oyunu oynuyor. Bu şahıs acaba, hangi millete mensuptur, merak ediyorum? Ermenilerin soykırım iddiaları sürecinde, Türkiye’de bilinen rakamlara aykırı rakamlar veren de, kendisi değil miydi? Bilimselliği Yahudi Marksın Bilimsel Sosyalizminden(!) esinlenerek mi aldı acaba? Kuzey Irak’taki Kürtlerin devlet kurması hakkında, Kuzey Kıbrıs Türklerini örnek verecek kadar Şark Kurnazı gibi düşünebilen ya da bir yerlerde tarihsel kuyruk acısı muhtemel olan, bu himayeli ve etiketli şahsın, Irak’taki mazlum Türkmenler; Ermenistan ve Karabağ’dan sürülen Azerbaycan Türkleri ile Ahıska, Kırım ve de Batı Tırakya Türklerinin devlet kurmaları hususundaki düşünceleri nedir? Ermenilerin soykırımı iddiasındaki ortama balıklama dalan bu Maocu kökenli ve şimdilerde Sakıp Sabancı’nın gölgesindeki bu şahsın, Ahıska ve Kırım Türklerinin insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kasabı olan, kendisini Rusça demir adam (Sıtalin) olarak niteleten Çugaşvili tarafından soykırıma tabi tutulmaları hakkındaki, sayısal ve sözel tespit ve görüşleri var mıdır? Varsa yazsın ya da söylesin de duyalım. Sakıp Efendinin, geçmişte Maocu guruplara dayanan insanlara, üniversitesinde kucak açmasını, salt kendi sorunudur deyip geçemeyiz. Bunlar bir yerlere yazılıp, derinlere kazınmalıdır. Sakıp Efendi var olan maddi birikimini uzayda oluşturmadı... Aynı şekilde oluşan bu sermayenin içersindeki harcın temel nüvesini, Türk Milletinin emeklerine, artı değerlerine ve de geleceğe dönük birikimlerine çeşitli yollarla el konulmasının sonucunda olduğunu, kendisine hatırlatırız. Sakıp Efendi, bu ülkedeki ekonomik gücünün nasıl geliştiği hususunu söyleme fırsatını bize bırakmasın! Bu kesim, yani Türk milliyetçileri, şu ana kadar Sakıp Efendi ve babasının bu ülkede nasıl zengin oldukları hususunda, kamuoyunun aydınlatılmasıyla ilgili olarak, millete karşı tarihsel uyarı görevini yapmamıştır/yapamamıştır. Bu demek değildir ki, bundan sonra bunlar yapılmayacak... Hele Türklük düşüncesi ve milli-devlet üstüne arsızlıkla gelenleri beslesin bakalım!.. Evet Sakıp Efendi! Paraları nasıl kazandığını, emek-sermaye düzleminde Halil Berktay Efendiye bir sor bakalım, sana ne cevap verecek?.. Berktay Efendinin sömürü hususundaki eski tespit ve görüşleri değişmemişse, üç aşağı beş yukarı biz de benzeri şeyleri söyleyeceğiz. Evet bilinsin ki, burası Türkiye ve Türk insanının çoğunlukta olduğu bir yer ve bu Türklerin kaynağından ve geleceğinin de uluslar arası sermayenin borç-faiz kumpasından törpülenmesiyle beslenmektesiniz. Evet Sakıp Efendi, parayla kurduğun ve de kurdurttuğun kuruluşlara karşı, bu millet halen derin uykusunda... Bizler biraz erken uyandık ama, ya diğerleri de uyanır “SA”, ne olacak o zaman? Evet şu anda Türkiye Türkleri, Özal döneminden bu yana, dut yemiş bülbül durumundadırlar; fakat ne zaman şakıyacaklar? Onu da Allah’ın izniyle göreceğiz... Duymuşsundur, batan gemiyi ilk önce fareler terk edermiş ve de Kobra kendisini oynatana para kazandırır, bazen de ya sahibini ya da yanındaki birilerini sokabilirlermiş...Bir zamanlar Bask Modeli dedin, belki de bir yerlere yaranmak istedin, belki de başka şeyler vardı söyleminde, sonra, sonrası malum ve bildiğiniz gibi o kapının bir ucu Belçika, diğeri Suriye’de çıktı?Şimdilerde bu şahısa maddi imkanları sağlayan, Sabancı Efendi hiç acı ve ıstırap duymamakta mıdır? Türkiye de ki Ermenilerin soykırımı ile ilgili iddialara, neden kulaklarını tıkayıp durmakta ve Sakıp Sabancı bu şahsın cebine her ay, kaç bin dolar karşılığı lira akıtmaktadır? Şimdi bu şahsın cebine bu kanaldan akan para yetmezmiş gibi, aynı şahsın eşi de, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğretim üyesi kadrosunda yıllarca çalışmadı mı? Orada hangi uluslar arası ilişkileri öğretti? Acaba bu Maocu eskisi, şimdi de aynı bayanla evli mi, değil mi bilmiyorum? Fakat derin devletin derinliğini görüyor musunuz? Hangi derin devlet mensupları, kendi aleyhlerine olan şahısları üniversitelerinde barındırır? Ya da özel sektörüne barınma imkanı tanıttırır, geniş açıdan bir düşününüz!..

Ulus-Devlet karşıtları!..
Biz şunu düşünüyoruz. Türkiye’nin jeosıtratejik ve jeopolitik çıkarına bu kadar uzak ve ilgisiz insanların, bu ülkenin devlet kaynaklarını, para ve unvan anlamında bu kadar kolay bir şekilde ulaşmaları ve ulaştıkları köşelerden düşüncelerinin ateşini yakabilmeleri, çok enteresan. Peki, her fırsatta bahsettikleri, var olduğunu iddia ettikleri, derin devlet nerede? Bu derin devlet Sakıp Sabancıya, Sabancı Üniversitesini aç, Maocu gelenekten gelen Halil Berktay’ı maaşa bağla mı diyor? Yine Baskın Oran adlı şahısın da, Ankara Üniversitesinden maaş almasını, derin devlet mi sağlıyor? Demek ki Türkiye’de, derin devletin derinliği bu kadar. Yani o derinlik tam anlamıyla sığlık içermektedir. Çünkü görünen köy bu...Yoksa var olduğu söylenen derin devletle, bazılarının başka bağları mı vardır? Arkadaşlar! Türklerin milli menfaatleri çerçevesinde, bu ülkede ne derin, ne de sığ bir devlet vardır. Şu an için, 1938’in 11 Kasımından bu yana, Türklük bilincinden ayrı düşürülmeye bilinçli olarak çalışılmıştır. 1980 yılından bu yana da, milli değerlerinden iyice uzaklaşmaya çalıştırılan bir anlayışın varlığı, halen bu ülke de oldukça etkilidir. Yukarıdaki şu en basit tespitlere baktığımızda dahi, derin midir, sığ mıdır bilemem; fakat bir yapı, acilen oluşturulmalıdır. Korkunun ecele faydası yok, Ulus-devlet düşüncesinin mücadelesi yoğunlaştırılmalı, önümüze tıkaç olarak konanların ekonomik kaynak ve güçleri tez zamanda kesilmelidir. Aynı şekilde bu tıkaçları besleyen özel ve devlet sektörleri ile kurum ve kuruluşları, her ortamda deşifre edilmelidir. Hastalıklı komünist ve irticacı düşüncenin uzantılarına, hiçbir ortamda zemin bırakılmamalıdır. Bırakılmış olanlar da, kamuoyuna ibretle gösterilmelidir. Gün mücadele günüdür. Eğer bu mücadeleyi yapmazsak; bu ülkede çoğumuzun kaybettiği ya da ulaşamadığı, daha doğrusu malum çevrelerce ulaştırılmadığı kaynaklar, iyice heba olacaktır. Biz Türkler olarak, bu kaynaklarımızı dahi, sonraki süreçlerde de arayabiliriz. Yani, derin devlet söylemi tam anlamıyla palavra...Bürokratik devlet desinler anlarım...Yukarıda iki tane şahıs ile ilgili yaklaşımlarda bulunduk. Bunların savundukları konular, bir düşünce ve görüş olabilir. Fakat bu görüş sahiplerinin karşısındaki sunucuların, sadece pas verip kendi kalemize gol attırması acıdır. Biz bu Baskın Oranları, Halil Berktayları çok iyi tanıyoruz. Bizim tanıdıklarımızı malum kanalların ilgilileri tanımıyor mu? Elbette tanıyorlar...Peki öyleyse neden bu şahıslara kafa pası verilip, tek kale maç yaptırıyorlar? Onu da biliyoruz. Fakat Türk Milletinin bunları tanıması ve ellerindeki parasal kaynakları, bunlara akıtmaması lazımdır diyoruz. Arkadaşlar! Türklüğe düşman olanların ipliğini pazara çıkaralım, bu tip kişi ve kuruluşları üstümüzden silkeleme sürecine girelim. Görüldüğü gibi, çoğunluğun sesini ve milletin meydanını, bir avuç bezirgana bırakmayalım. Karamehmet, Aydın Doğan, Bilgin, Uzan, Ciner, Şahenk, Sabancı ve Koç’u Türk Milleti iyi tanısın! Onların birbiriyle mücadele ve kavgası para ve çıkar kavgasıdır. Türk Milleti sana küfredenleri, ulus-devlete doğrudan ya da dolaylı karşı çıkanları tanı ve herkese tanıt ve de onların beslenme ve gelişme kaynaklarına destek olma, olanları da uyandır. Çıkışın başka yolu yok.

Atatürk’ü iyi tanıyın ve de anlayın
Eğer gerçekten Atatürk diyorsanız; Önce Atatürk’ün Musul- Kerkük hakkındaki görüşlerini bir okuyunuz. Fakat bunu malum şahıslardan, yani bilimsel sosyalistlerden (!) değil... Bunu Atatürk’ün düşüncelerini gerçekten özümsemiş olan insanlardan öğreniniz... O zaman göreceksiniz ki, Musul-Kerkük, Hatay gibi, Boğazlar Meselesi gibi, zorunlu olarak, şartlar itibariyle, geri bırakılmış olan meselelerdendir. Şunu unutmayınız!..Lozan da Musul-Kerkük bir sorun olarak 1924-1926 arasına sarkmıştır. Halbuki Lozan da, Hatay konusunda hiç de öyle sert ve keskin mücadele verilmemiştir. Fakat keskin mücadele verilmeyen Hatay, zamanı geldiğinde, kırk asırlık Türk Yurdu ilan edilmemiş midir? Neden? Çünkü onun konumu oluşmuş ve zamanı geldiğinde de Atatürk sağlığı pahasına müdahale edip yol göstermiştir. Ya uğrunda neredeyse savaş göze alınan Musul-Kerkük’e ne olmuştur? Atatürk’ün konunun zamanı gelmesi hususunda ömrü yetmemiştir. Sonraki gelenlerce de, ne yazık ki bu sorunun önemi unutturulup, küllenmesi sağlanmış, son kalıntıları da söndürülmeye çalışılmıştır. Bu durum ve şartlar, şu anda aydın geçinenler eliyle de, bir kez daha katledilmektedir. Ne acıdır ki, bu aydın geçinenler, ya Türkiye Cumhuriyeti’nden ya da bu Cumhuriyet üzerinde bulunan özel kuruluşlardan beslenmektedir. Ülkemiz adına çevremizde var olan Potansiyel Faydalı Kuşaklar, bu şahıslar ve emperyalist ülkeler ya da onların uydularınca tek tek ortadan kaldırılmaktadır. Evet sözde aydınlar, sadece Türk milletinin, devlet ya da özel sektör eliyle kaynaklarını talan etmekle kalmıyorlar; yurt dışında da bağlı oldukları kuruluşlardan da çeşitli boyutlarda nemalanmaktalar.

Türkülerde ve şiirlerde bırakılan Kerkük!..
Kerkük ismi, ilk defa nerede ve ne şekilde aklıma girdi diye düşünüyorum. Sonra da kendi kendime karar veriyorum. O isme ilk defa, Mavi kapaklı olarak çıkan Türk Kültürü dergilerinde rastlamıştım. Orada Kerkük ismini gördüğümü dün gibi hatırlıyorum. Sonra siyasi ve edebi yazılar ile özel olarak şiirler aklımın bir köşesine takılmış, kalmış...Aynı Arda Boylarında Kırmızı Erik; Vardar Ovası, Vardar Ovası; At Martini Debreli (-Hasan veya Recep di- artık isimleri bile unutuyorum) gibi... Bunlar nerelerdir? Günümüzde sadece Türkülerde mi kalmışlardır?...Vardar ovasında bir Türk kaldı mı? Arda boyları tarumar ve sadece türkülerde var...Kim için? Biz Türkler için... Evet Vardar, Arda, Debre neresidir? Giritli, Serezli, İskeçeli, Resneli, Ohrili, Kırımlı, Tunaboylu, Moralı soy ismini taşıyanlar kimlerdir? Bu isimlerin ağırlığını, insanların kaçta kaçı yüreklerinde heyecanla, beyinlerinde tarih bilinciyle taşıyabiliyor? O bölgelerin isimlerini özlerinde taşıyanlardan bazılarının nesilleri de, günümüzde oraları unutmuş gibi duruyorlar... Bunlardan bir kısmı da sanki her şeyi, bütün bir geçmişlerini, sadece soyadlarında bilinçsizliğin ilgisizliğine bırakmış bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar. Yine bunlardan bazıları da bu ülkenin olumsuz şartlarından, bahsedip durmaktadırlar...Belki de şimdi Balkanların, Kırımın, Giritin ve Moranın akıbet sırası Erbil, Kerkük ve Musul’a geldi! Şehit Hablemitoğlu ve Kırım, sanki baba ve oğul gibiydiler... Bu yiğit Türk evladını da, derin pislikçiler aldı aramızdan, uçurdular... Ve onun eşine namus sözü verenler kimlerdi? O dönemin Başbakanı ve günümüzün Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Bayan Hablemitoğlu’na verdiği sözleri tutabildi mi? Fakat bu Gül Efendinin Fethullah Gülen gurubuna vermek için çırpındığı destek çabaları, günlerdir basını meşgul etmiyor mu? Evet Hablemitoğlu kardeşim! Seni susturdular, fakat bir düşer, bin çoğalırız. Dün Balkanları verenlerin torunları nerededir? Fakat ben Süveyş’te rezil olan Cemal Paşa’nın torunu nerededir, iyi biliyorum. Dün dedesi konuştu, Ortadoğu gitti; bugün torunu ne diye konuşuyor? Evet kim bu torun, malum Hasan Cemal...Evet Armut dibine düşermiş...Ya diğerleri, gazetecilik kulvarında koşanlar, nasılda birbirleriyle kapıştılar? Ulus-Devlete karşı el ele verenler, nasıl da ikiye bölündüler?..Nasıl bölündüler, bir gurubu Amerikan yanlısı, diğeri Avrupa yanlısı olarak?!. Bir tarafta Mehmet Barlas, Cengiz Çandar,Taha Akyol, Mehmet Ali Birand, İlnur Çevik, Hasan Celal Güzel, Nazlı Ilıcak; ya diğer tarafta, Fehmi Koru, Emin Şirin, Şanar Yurdatapan, Abdurrahman Dilipak...Tam tamına bir ibret alma ve ders çıkarma olayıydı bu durum. Bu sayıda ekrandaki bazı yaklaşımları esas alıp, incelemeye çalıştık. Gelecek sayıda, Yeni ve Gizli Sevr sürecinde, Yeşil Kuşak’ın iflası ile tost yapılmak istenen devleti inceleyeceğiz.









www.ufukotesi.com - 05 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.