Evrak-ı Perişandan

 

Doç. Dr. Fethi Gedikli  

Kesriyeli Mehmed Sıdkı Akozan ve Kış Şiiri


Ahmet Özdemir, gazetemizin geçen sayısına yazdığı nefis kar yazısında Kesriyeli Mehmed Sıdkı’nın “Dîvânçe-i Şinâver” adını verdiği şiir kitabında bulunan “Şitâiye” yani kış şiirinden bahsetmemiş. Kar içinde kaldığımız bu günlerde hem Mehmed Sıdkı’nın sesini duyurmak, hem de karlı geçen bu kış mevsimini selamlamak için bu şiiri neşretmenin münasip olacağını düşündüm.

“Kütüphane-i mizahtan” denilerek 1330 (1914) senesinde Ebussuud caddesindeki Nefâset Matbaası’nda basılan kitabın nâşiri olarak Cemiyet Kütüphanesi gösterilmiş. Şair hakkında üstadımız Ali Birinci, meşhur “Volkan” gazetesinde bir yazısının bulunduğunu belirterek şu bilgiyi veriyor: “Kesriyeli Mehmet Sıtkı (Akozan) bilhassa çok sonraları neşrettiği ‘Küllüknâme’ isimli eseriyle tanınmaktadır: Aslen Şebinkarahisar’ın Kızılca mahallesinden Çubukçuoğullarından Ahmet Efendi’nin oğludur. Babasının Kesriye’de müftü bulunduğu 1885’te burada doğdu ve 4 Ocak 1948’de İstanbul’da öldü. Bilinen son memuriyeti Edebiyat Fakültesi katipliğiydi.” Birinci, “Müteferrika” dergisinde (sayı 19, Yaz 2001, s. 35-49) şairimiz ve ünlü eseri “Küllüknâme” hakkında bir yazı yazmıştır (bk. Ali Birinci, Tarih Uğrunda, İstanbul 2002, s.158).
Osmanlıların Kesriye dediği Kastorya Yunanistan Makedonyasının kuzeyinde Kastorya gölüne hakim yüksek bir burunda 11. ve 14. yüzyıllar arasından kalma ilginç kiliseler barındıran ve kürk işlemeleri ile tanınan küçük bir kasabadır.
Husrev Hatemi de “Eriyen Mumlar” isimli kitabında (Dergah Yayınları, İstanbul 1998, s. 93) tıramvaylardan bahsederken, şairimizin İstanbul’daki tıramvayların işleyişinden şikayetçi olduğu üç kıtalık bir manzumesini vermiştir. Hatemi, “önemli bir şair sayılmayan, fakat yine de eski günlerimiz için belge sayılacak manzumeler bırakan Kesriyeli Sıdkı Bey” tanımlamasıyla Kesriyeli Mehmed Sıdkı olan şairin adını eksik kaydetmiştir.
Özege kataloğu, elimizde bulunan “Divançe-i Şinâver”in bir kere basıldığı ve 96 sayfa olduğu bilgisini veriyor. Kitabının önsözü ve yine bazı şiirler altına konan notlardan şairin bu manzumeleri kaleme aldığı senelerde Nişantaşı’nda oturduğu istidlal edilebiliyor. Divançe yani küçük divanının önsözünde Meşrutiyet devrinde yazı hayatına başladığını belirten şairin, yine kitabında yer alan fotoğrafı onun modern giyim ve görünüşe sahip olduğunu gösteriyor. Şitâiye manzumesinden şairin bu sırada yalnız yaşadığı yorumu yapılabilir.
Şiirlerin altındaki tarihlerden 1904’ten başlayarak fakat özellikle İkinci Meşrutiyetten sonra yazıldıkları ortaya çıkıyor. Öte yandan Mehmed Sıdkı manzumelerini Yaşar Şadi, Süleyman Nesib, Celal Sahir, Süleyman Nazif, E. (veya A.) Rıfkı, Bedreddin Bey’e ithaf etmiştir. Divançesine bakılırsa Fecr-i Ati topluluğundan etkilendiği ve şiirlerinde esprili bir hava olduğu fark edilir. Nitekim mizah anlayışını göstermek üzere Ebussüreyya Sami’ye takıldığı şu kıtası verilebilir:
“Sermuharire
Sermuharrir olalı; hayli hasisleşti diyen
Görmemiş köprüden her şeb ki: tabanvayla koşar!..
Zat-ı Samileri lordlaştı Beyoğlu’nda yaşar
Yoksa Rokfeller’e mi oldu bugünlerde yeğen(?)” (s. 67)
Mehmed Sıdkı “Şitâiye”den başka kış gerçekleri manasına gelen “Şu’ûn-ı şitâ” adlı bir dörtlüğünde de şöyle demişti:
“Almış soğuğu dün gece bir genç belinden(!)
Müşkül düzülür bir kere insan bozulunca:
Pek tutmağa gelmez düşenin yolda elinden;
Kaymak çoğalır kış günü donlar çözülünce...” İstanbul 24 Kanun-ı sani 326/6 Şubat 1911 (s. 73)
İşte Kesriyeli Mehmed Sıdkı’nın çok çetin geçtiği anlaşılan 1911 yılı kışını anlatan şiiri:
Şitâiye
Halkı dondurmuş idi şiddet-i sermâ-yı şitâ
Kıldı “hamsîn” bu sene dehrde icrâ-yı şitâ.
Hâli müşküldü o günlerde kömürsüz kalanın:
Yüreği “kar deposu”ydu, evi sahrâ-yı şitâ!..
Her sabah kar ile mestûr görünce şehri:
Olmuş, İstanbulu sandım ki Sibirya-yı şitâ.
O soğuk, karlı zamanlarda demiştim ki fakîr:
Pek kolay çekilmez şimdi buradan pâ-yı şitâ.
Kara kar yağdı dedi dün gece bekçi Hasan Ağa:
Bizi hums bu sene eyledi rüsvâ-yı şitâ.
Dem be dem kar yığını yolda tezâyüd ediyor.
Büyütür(!) sanki onu her gece lala-yı şitâ.
Ekseri karlı zamanlarda sirâyet ediyor:
Fukarâ ceblerine ah kolerâ-yı şitâ?...
Uçuyor kar tipisi işte sokaktan sokağa
Caddeler oldu bakın Himalay-ı şitâ
Bereket versin ağartdırdı(!) bu şehrin yüzünü.
Günde üç dört tabaka kar ile kalay-ı şitâ.
Bir zamanlar; adı var, kendi görünmezdi fakat;
Şimdi ma‘mûrelere konmada ankâ-yı şitâ.
Nice bîçâreleri bakkâla medyûn eyler:
Bu züğürtlükte çöken başa belâ-yı şitâ.
Bâhusûs kıyyesi “on dörde” su‘ûd etti etin
İnkişâf eyleyeli dîdeye sîmâ-yı şitâ.
Çekisi kırk beşe yükseldi o canım(?) odunun
Kodu bu halkı kömürsüz yed-i beyzâ-yı şitâ.
Bari altmış paraya okkası inse şekerin:
Belki beslerdi bizi her gece helvâ-yı şitâ.
Titretir ben gibi yalnız yatan avâreleri:
Yorgan altında bile bu şeb-i yeldâ-yı şitâ.
Bunca gündür sokağa çıkmağa boykot yapmış
Soba başında paşam, görmede rüyâ-yı şitâ.
Hayli gün var ki: beni “karşıya” hasret koydu
Köprüden şimdi geçirmez bizi sevdâ-yı şitâ.
Hevâbenâhımda bu kış mevsimi her şeb üşürüm!..
Gelmez oldu yine teshînime Leylâ-yı şitâ...
Sormuyor hâtırımı şimdi o hercâî mizâc
Bana bir kar topu mu oldu hedâyâ-yı şitâ?..
Para vermekten usandım hele lastikçilere!..
Ortak oldu keseme dest-i tûlâ-yı şitâ!
Gece gündüz ayağım kaymadan artık bıktım
Yetiş imdâdıma ey esb-i tıramvay-ı şitâ.
Girmez oldu gözüme uyku, soğuktan bittim!..
Bana korkunç görünür her gece hulyâ-yı şitâ.
Bazı nazâr ile bu cemreler ettikçe sükut..
Çekilip gitti lehülhamd o heyûlâ-yı şitâ.
Ey şinâver! Bu soğuk şi‘r ile kâriler üşür
Nevbahâr geldi yeter eyleme şekvâ-yı şitâ... İstanbul 25 Şubat 326/10 Mart 1911. (s. 6-9)

Kelimeler:
şitâ: kış sermâ-yı şitâ: kış soğuğu pâ-yı şitâ: kışın ayağı su‘ûd etmek: yükselmek, çıkmak yed-i beyzâ-yı şitâ: kışın beyaz eli; yed-i beyza Hz. Musa’nın mucizevi olarak beyaz bir el göstermesi (Eski Ahid, Çıkış IV: 6 ve Kur’an, Araf Suresi: 108) şeb-i yeldâ-yı şitâ: uzun kış gecesi hevâbenâh: oda veya yatak teshîn: ısıtma hedâyâ-yı şitâ: kış hediyeleri dest-i tûlâ-yı şitâ: kışın upuzun eli veya güçlü eli esb-i tıramvay-ı şitâ: kışın atlı tıramvayı; eskiden İstanbulda atlı tıramvaylar vardı Şinâver: Yüzücü; şair anlaşılan kendisine bu sözü lakap olarak almış(?) kâri: okuyucu şekvâ-yı şitâ: kıştan şikayet.

fethigedikli@ufukotesi.com


www.ufukotesi.com - 03 / 2003  

fethigedikli@ixir.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.