Gezi

 

Banu Erkmen  

Burdur


Burda Dur! Burdur... Her mevsim gelir geçersin Sen vefasız yolcu, Kalbimi viran edersin. Merhaba demeden elveda dersin, Sen vefasız yolcu Kalbimi viran edersin...

Yılın 365 günü kafileler halinde Antalya’ya giderken yanından geçtiğimiz, yollarını kullanırken başımızı çevirip bakmadığımız Burdur bizlere yukarıdaki şarkıyla sesleniyor. Su kuşları ve ördekler, medeniyetler ve antik kentler, göller ve güller diyarına uğramadan, bir fincan kahvesini içmeden gelip geçen bizlere Burdur’un sitemi bana göre az bile. Oysa dünya kurulduğundan beri Tanrı Burdur’dan hiç bir şeyi esirgemedi. Ona renklerin bütün tonlarından bitki örtüsünü verirken ağaçları çiçeklerle, en nadir kuş sürüleri, su kuşları ve ördeklerle donattı. Deniz uzaktı. İhtiyaçları olan su için de tek tek gölleri yerleştirdi. Ve Tanrı böylece dünya üzerinde bir cennet yarattı. Bu cenneti yaşatacak olansa insandı. Böylece dünyada bilimsel olarak tespit edilmiş ikinci yerleşim alanı Burdur’da kuruldu. Taş devrinden beri binlerce yıldır Burdur, insanoğlunu bağrına bastı. Kâh kent oldu, kâh medeniyetler beşiği oldu, kâh eyalet oldu, kâh beylik oldu; ama hep var oldu. Kimler geldi, kimler geçmedi ki Burdur’dan. Neolitik, Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı insanları, Hititliler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Türkmenler, Selçuklular ve Osmanlılar sırayla Burdur’u sahiplenip yerleşti. Antik çağdan itibaren Pisidya (Göller Bölgesi) adlı mevkide yer alan Burdur’un adı Bizans döneminde Polydorion’dur. Her ne kadar bazı kaynaklar buranın eski adının Limodrama olduğunu, Limodrama’nın “Göl Kenti’’ anlamına gelen Limondori sözcüğünden türediğini, Limodrama’nın zaman içinde değişerek Burdur olduğunu iddia etse de, bize göre doğrusu Türkmen Kınalı Oymağının hikâyesidir. Burdur şehrini kuran Kınalı Oymak aşiretinden Türkmenler bölgeyi bulduklarında “Cennet burdadır” demişler. ‘’Burdadır’’ zamanla sözü halk arasında Burdur olmuş. Güzel bir söylence de Selçuklulara aittir. Selçuklular Anadolu’ya yerleşmeye başladıkları zaman Selçuklu sultanı bir rüya görür. Rüyasında atalarından biri ona “Er geç bu toprakların tümü senindir, yarından tezi yok atını güneybatıya biz sana ‘dur’ diyene kadar sür” der. Sultan, ordusu ile geçtiği yerleri topraklarına katarak ilerler. Bir gün ‘Burda dur!’ diye bir ses duyar. Hemen rüyasını hatırlar ve orda durulur, bir kasaba kurulur. ‘’Burda dur’’ zaman içinde Burdur olur.
Gelip geçerken bütün insanlar zamanı eler. Elenen zaman iz olur, tarih olur. O izler Kibyra, Bubon (Gölhisar), Kodrulo, Kremna (Bucak), Sagalossos (Ağlasun), Takina, Polyetta (Yeşilova), Malyastora (Lengüme), Tymbrianassus (Düğer), Moatro, Kormasa, Mallos, Hadriani, Sysanai, Malgesa, Olbasa (Merkez) kentleri olur. Onlar, Hititlerin, Frigyalıların, Lidyalıların, Perslerin, Helenlerin, Romalıların kentleridir.ww Kentlerini bütün emeklerini, sanat güçlerini ortaya koyarak yıllarca uğraşarak yarattılar. Caddeler, tapınaklar, agoralar, tiyatrolar, bazilikalar, çeşmeler, kütüphaneler, hamamlar, anıtlar, su sarnıçları ile süslediler. Pazar meydanları kurdular, ölüleri için nekropoller (mezarlıklar) yaptılar. Pisidya artık şehirlerle süslenmiş bir Göller Bölgesi oldu. Tarım, hayvancılık, ticaret, avcılık yapan insanlar dışarıdan gelecek tehlikelere karşı kendilerini korumak mabetlerini ilah ve ilahe heykelleri ile donattılar. Aslan, kaplan, pars gibi doğanın vahşi hayvanlarına veya dışarıdan gelecek istilacılara karşı Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’nin heykel veya taş kabartmalarını yaptılar. Yapılan her anıtı değişik rölyefler, kabartmalar ve heykellerle süslediler. Ama Pisidya deprem bölgesi idi. Her depremden sonra yıkılan, viran olanı yeniden onardıkları gibi, ilâveten yeni eserler, ilah ve ilahe heykelleri yaptılar. Onlara göre deprem ilahların gazabı idi, onları sevindirmek için yenilerini yapmak gerekti. Adaklar adadılar, ayinler, kurban seremonileri düzenlediler. Ama bir gün öylesine büyük bir deprem oldu ki, halk bölgeyi terk etmeye, yeni yerleşim alanları aramaya başladı. Bu arada bölgede yoğun hıristiyanlık propagandası başlamış, gelen Hıristiyanlar mabetleri içlerindeki ilah ve ilahe heykellerini yıkıp parçalamaya başlamışlardı. Zaman ilah ve ilaheleri toprağa gömüp saklamak ve diyarı terk etmek zamanı idi. Böylece Bizans döneminde Burdur küçücük bir yerleşim bölgesi oldu.
İlk olarak 1075 yılında Türk hakimiyetine giren Burdur, I. Haçlı seferi ile Türklerin elinden çıkmış, Anadolu’da Selçuklu devleti kurulmaya başlayınca 1215 yılında tekrar Türk egemenliğine girmiştir. Selçuklu devleti parçalanıp ortaya beylikler çıkmaya başlayınca Hamitoğulları Beyliği toprakları içinde kalan Burdur, Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı devleti topraklarına katılmıştır. Türkler de boş durmadılar, kendilerinden önce gelip geçenlerin izlerini dokunmadan bıraktıkları gibi yeni eserlerle Burdur’u donattılar. Hamitoğulları’ndan Dündar Bey’in yaptırdığı Ulu Cami (1299-1300) hâlâ yerinde, dimdik ayakta sizleri karşılamakta. 1749’da Çelik Mehmet Paşa tarafından yeniletilen, l914 ve 1971 depremlerinden sonra onarılan cami yanındaki saat kulesi, ahşap ve taş işçilikleri ile 700 yıllık bir abidedir. 14.asra ait üçgen çatılı bir külahla üstü örtülü, kesme taştan Hıdırlık türbesi Hıdrellez bahçeleri içindedir. Kare planlı türbe, kapı eşiğinden sonra sekizgen bir plan alır. Bir bölümünün toprağa gömülü olmasından, dış kenarlarında zeminin dolması ile tüm kenarları aynı yükseklikte görülür. Bugün Selçuklular ve Osmanlılardan kalan en eski iki yapı bunlardır. Daha sonraları Tabak Hamamı gelir ki inşa tarihi l523’tür. Şeyhülislam Bedayi Efendi tarafından yaptırılan hamam, ahşap çatılı, kare planlı, kesme taş işçiliği ile süslenmiş geleneksel taşra hamamlarındandır. Devrin seyahatnameleri Burdur’u anlatırken, akarsular ve göller içinde kurulu bostan ve bahçelerden müteşekkil, çok güzel konakları, evleri olan bir yerleşim bölgesinden bahsederler. Bugün dahi Burdur gölü boyunca uzanan kentin, etrafı gül ve bostan bahçeleri ile çevrili olup, geçmişten gelip bizi selâmlayan konaklarından bazıları yerlerinde durmaktadırlar.
Geleneksel Türk evlerinin birer örneği olan Taş Konak ve Koca Oda 17. yüzyılda yapılmışlardır. Taş Konak iki katlı bahçe içinde, alt katı ahır ve depo üst katı oturma bölümü olarak inşa edilmiştir. Adını baş oda kısmının kesme taştan yapılmış olmasından almaktadır. Bugün restore edilip, Etnografya Müzesi olarak hizmet veren baş odanın girişinin sol tarafında dolap ve yüklükler, karşı duvarda ocak ve dolaplar bulunmaktadır. Pencere kepenkleri, dolap kapakları, aynalar altın varak kaplı çerçevelidirler. Yüklük kapakları altın ve gümüş varaklarla kaplanmış olup, gümüş varakların üzeri bitki motifleri ile stilize edilmiştir. Koca Oda da Taş Oda gibi 17. yüzyıl eseri olup, bahçe içinde iki katlı bir konaktır. Altın ve gümüş varak kullanarak geometrik desenler ve çiçek motifleri ile süslü bu konak da tıpkı Taş Konak gibi ahşap işçiliği, vitrayları, yüklük ve dolapları üzerindeki işlemeleri ile bir sanat eseridir. Mısırlılar Evi ise 19. asır eseri olup o da küçük bir bahçe içinde iki katlı bir konaktır. Ahşap işlemeciliğinin daha çok ön plana çıktığı bu konak devrinin sivil mimari özelliklerini yansıtır. Burdur müzesinin bir parçası olan Pirkulzade Kütüphanesi tek kubbeli, pencereleri yalancı kemerlerle süslü, kare planlı bir yapı olup, kitap rafları için kemerli niş biçiminde bölümleri mevcuttur. Bir ucundan bir ucuna yarım günde gezebileceğiniz şehrimizi alıcı gözü ile gezmeye kalktığınızda size belki de 3 gün az gelecektir. Baltaoğlu Hamamı, Eski-Yeni hamam, Selimoğlu Camisi ve Türbesi, Divanbaba Camisi, Şeyh Sinan Camisi, Taş Camisi, Selimzade Camisi, onlarca çeşme, Susuz köyünde Susuz Han, İncirdere köyünde İncir Han gibi kervansaraylar, Bucak, Gölhisar, Yeşilova, Ağlasun, Düğer, Tefenni ve merkezde halen kazıları devam eden ören yerleri gezilip görülmek için sizleri beklemekte. İster dağlara tırmanın, ister ormanlarda gezin, ister ava çıkın, isterseniz göllerde su kuşları ile yüzün, “ama tesis yok’’ sakın demeyin. Her şey var. Bir sizler yoksunuz. Yurtdışından gelen sanat tarihçileri, arkeologlar gibi bölgeye hitap eden meslek grupları nasıl tur listelerine alıyorlarsa, bizler de tur operatörleri olarak artık Burdur’u listemizin “olmazsa olmazlar” kısmı arasına katmalıyız. Burdur müzesini gezerken tarihî eser kaçakçılarından bölgemizin zenginliklerini nasıl kurtardığımızı anlatmalıyız. Kurtaramadıklarımız için, dünyanın en büyük müzelerinde ve koleksiyoncularının ellerinde tuttuklarını geri almak için, devletimizin yanında yer alıp kampanyalar düzenlemeliyiz. Athena, Leto, Nemesis, Asklepios, Hygeia, Herakles, Apollon, Afrodit ww heykellerini seyrederken, sergilenen eşyaların ve takıların sahiplerini düşünüp, tarihi eser kaçakçılarının üç kuruşa yabancılara sattıkları eserleri geri almanın mücadelesini vermek, tarihin saygınlığını korumak olacaktır.
Tanrı her şeyi dört dörtlük yaratırken bu bölgede hastalar için de İnsuyu mağarasını unutmadı. 597 metre uzunluğundaki bu mağaranın içinde akarsu ve göller mevcut olup, 512 metrekarelik yer altı gölü ile Türkiye’nin en büyük yer altı gölüne sahiptir. 10 milyon yıl yaşındaki mağara, içinde oluşan sarkıt ve dikitlerle doğal bir sütunlu saraydır. Son zamanlara kadar 600 metre uzunluğunda sanılan bu mağaranın 200 metrelik bir bölümü daha ortaya çıkarıldı. İçindeki galeriler, göller, koridorlar ve kalsit kristallerinden oluşan Kristal Bahçesi ile turizme açılmayan bu bölüm maceracılara ise açık. İçindeki suların mide hastalıkları, diyabet, egzama, nefrit, artirit, guatır, hemoroit, saç dökülmesi ve kepeklenmesi, kolit, gastrit, prostat, kabızlık, kaşıntı, meteorizma, retinit, körlük gibi hastalıklara şifa olduğu yapılan tahliller sonucu ortaya çıkmıştır.
Her ne kadar plansız ve programsız yola çıksanız da, hatta Antalya’ya giderken bu yazıyı hatırlayıp anî bir kararla Burdur şehir merkezine girseniz bile “Şimdi nasıl konaklayacak, nasıl gezeceğiz?” diye paniklemeyin. Belediye Başkanlığı binasına veya Valilik binasına veya İl Müdürlüklerinden birinin binasına, hangisi önce önünüze çıkarsa girin. “Şehrinizi tanımaya ve dostlara tanıtmaya geldik” deyin, yeter. Sizleri baba evinizde karşılar gibi karşılayacaklar, bir bardak çaylarınızı içerken konaklama ve gezi sorunlarınız halledilmiş olacaktır. Burdur şehrinin yöneticileri bizim mega köylerin yöneticilerine asla benzemezler.
Yerleşmeniz bittikten, günün gezisini tamamladıktan sonra, akşam olup da sular karardığında, Şanlıurfa, Mardin taraflarından bir annenin zılgıt sesi kulaklarınızda yankılanırken, Edirne’den bir başka anne ‘Kışlanın önünde redif sesi var’ türküsü ile karşılayacaktır zılgıt sesini. Türkiye’nin dört bir yanındaki garlardan ve otogarlardan yayılan davul, zurna sesleriyle türküler gelip Burdur’da toplanacak, siz bu sesler ile yüreğinizde halay çekeceksiniz. Gözleri pencereden ufka dalmış, sağ eli çarpan kalbinin üzerinde bir genç kızın veya taze gelinin hayali düşecek aklınıza. Onunla beraber siz de hüzünlenirken, gururunu herkese göstermeye çalışan baba gibi ayağa kalkacak, ‘Kışlalar doldu bugün, doldu da boşaldı bugün’ türküsünü söylemeye başlayacaksınız. Burdur alayında da bu akşam sevinçli bir telâş vardır. Ana, babaların 1.5 yıl için kendine emanet edeceği evlâtları beklemenin heyecanı içindedir. Sözün özü; bir de denk düşerse geziniz gençlerin asker olma zamanına; sevinçle hüznü, geçmişle geleceği bir arada yaşayacağınızdan emin olun.
Sizler hâlâ Burdur gölü kıyısındaki nesli tükenmekte olan dikkuyruklarla, flamingolarla ve diğer su kuşlarıyla karşılıklı kahvaltı yapmamak için; Salda, Karacaören ve diğer göllerde gezintiye çıkmamak için; antik devrin ilah ve ilahelerini, Selçuklu ve Osmanlı eserlerini görmemek için ve ören yerlerini kaçakçılar biraz daha talan etsin diye adam sendeci programlar yapıyorsanız; Burdur da size der ki:

Dionysos’unww başına som altından taç olsanız,
Affetmem asla sizleri...


www.ufukotesi.com - 03 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.