UFUK ÖTESİ

 

Ufuk Ötesi  

Bu kimin savaşı / Ilgaz BABACAN


Tarih, bir tanıma göre milletlerin hafızasıdır... Hafıza kaybı ise derecesine göre adlandırılan bir tür hastalık. Eller tetiğe uzanmışken, “hafızamızı yoklamak için çok mu geç kaldık” diye soruyorum kendime. Her kafadan bir ses çıkmasını başka türlü nasıl izah edebiliriz ki? Fazla değil, 13 yıl önce yaşadığımız bir olayın benzeri ile karşı karşıyayız. Dünyanın patronluğuna soyunan ABD, oyunun senaristi ve başaktörü...

Verimli petrol yatakları ve dünyanın yeniden şekillenmesinde jeo-stratejik önemi haiz Irak, suslü kız. Saddam, kötü adam. Fransa, Almanya ve Belçika’nın başını çektiği blok, süslü kızın diğer talibi ve ABD’ye kafa tutan hovarda. İngiltere, süslü kıza sahip olamasa da yakınında bulunmaya can atan bir başka maceraperest. Gelin görün ki, Dallasvari ilişkilere sürekli prim veren Batı Dünyası, bu senaryoda da çapraşık ilişkilere sahip. Örneğin NATO, Birleşmiş Milletler... Saddam dışındaki diğer aktörler bu iki örgütte de etkin. Hoş, son tartışmalar bu iki örgütün varlık nedenini ‘tartışılır’ hale getirse de kısa vadede hayatiyetlerini sürdürecek gibiler.
Senaryonun bir diğer bölümünü Selahaddin kentinde yapılan toplantıda apaçık ortaya çıktığı şekliyle ayak takımı oluşturuyor. Esas oğlanın el altından paraya boğup, silahlandırdığı, birbirlerine kırdırdığı, hem Saddam’a hem de bölgedeki diğer ülkelere karşı kullandığı bir güruh. Bunlar tam bir ‘besleme’ zihniyeti temsilcileridir ki, kıçlarındaki dondan, ekmek yaptıkları una kadar her şey merhametimizin bir ürünü olarak sınırımızdan geçip gider de onlar yine, “Aman Mehmetçik gelmesin!” diye, kendilerine uzanan eli ısırırlar. Senaryo ile birebir örtüşen figüran topluluğu...
Böylesine ‘küresel’ bir Hollywood yapımında Türkiye’ye ‘yolda yürüyen adam’ rolü verilecek değildi elbette. Tarihsel durumu, siyasi yapısı, uluslar arası arenadaki konumu, stratejik pozisyonu nedeniyle elbette Türkiye ayrıcalıklı tutulacaktı. Öyle de oldu. Türkiye mekan olarak da kullanılacağı için, en sıkı pazarlık Ankara ile yapıldı. Bütün ülke Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan, İskenderun Limanı’na kadar film seti olacak ya, bunun ayrı bir bedeli olmalı değil mi?
Şimdi ekrana yansıyan, gazete ve dergilerde yazılıp çizilenlerden yola çıkarak senaryoyu yeniden özetleyelim: ABD, Saddam’ın elindeki ‘kitle imha’ silahlarını gerekçe göstererek Irak’a savaş açacak. NATO’nun bazı üyeleri çatlak ses çıkarsa da, BM Güvenlik Konseyi, dünya kamuoyunu ikna edici bir karar almasa da, Vladimir Putin, “Akıllı ol” dese de, TBMM ilk oylamada tezkereyi reddetse de bu savaş olacak. Sonra? Sonra, Saddam yok edilecek ve Irak ‘yeniden yapılanacak’ Filmin sonu, Türk ve dünya kamuoyuna böyle açıklanıyor.
‘Motor’ denilen ve bazı sahneleri çekilen bu senaryoya, esas oğlan dışında bütün aktörlerin itirazları var. Zira bütün dünya kabul ediyor ki, senaryonun asıl can alıcı bölümü gizlenmektedir.
Öyleyse... Türkiye sadece bir bölümü kendisine bildirilen bu filmde rol almalı mı, almamalı mı? Soruya ‘evet’ ya da ‘hayır’ demek elbette birey olarak bizlerin değil, ülke yönetiminde söz sahibi olanların... Bizlere düşen birer vatandaş olarak kafamızdaki sorulara cevap aramak. Buradan hareketle, birileri çıkar da izah eder diye, izninizle birkaç soruyu sesli sormak istiyorum. Önce “Evet, biz bu senaryoda rol alalım” diyenlere:
ABD’nin vermeyi düşündüğü 6 milyar doların, Türkiye’deki üç beş kanı bozuk tarafından hortumlanıp, yine ABD bankalarına yatırılan paralar olduğu düşünüyor musunuz?
“Türk Askeri, hiçbir şekilde Kuzey Irak’a girmemeli. Mehmetçik’i burada istemiyoruz” diyen Kürt grupların CIA ajanları tarafından korunduğu bilgileri doğru mu?
Almanya, Fransa ve Belçika’nın NATO’daki çıkışları, gerçekten sadece ABD’ye karşı bir tavır mı, bu tavırda Türkiye’ye de mesaj var mı?
ABD’nin bölgedeki en güçlü müttefiki olan İsrail, gelişmeler karşısında neden, silik bir politika izler görünmektedir?
Şimdi de ‘hayır’ diyenlere birkaç soru:
Türkiye’nin katılmaması savaşı önler mi?
Bölgeyi ‘yeniden yapılandırmaya’ niyetli görünen Washington’a, “Buyur yapılandır” mı demeliyiz?
Kerkük, Musul, Erbil size bir şey ifade ediyor mu, Türkmen kelimesi duyunca neler hissediyorsunuz?
Irak operasyonu gerçekte bir başka operasyonun sadece ilk aşaması mıdır?
Kuzey Irak’ta bir kukla devlet kurulmayacağı yönünde inandırıcı kanıtlarınız var mı?
Her iki görüşün temsilcilerine de daha yüzlerce sorular sorulabilir. İşte Türkiye’nin takılıp kaldığı sır burada yatıyor. Son elli yılda, ‘ittifak’ ile ‘iltihak’ arasındaki ayrımı bilmeden siyaset yapanlar, “Küçük Amerika” rüyası görenler, ülkenin bugün geldiği durumdan en fazla sorumlu olanlardır.
Türkiye şimdi ‘bıçak sırtında’ bir noktaya gelmiştir.
Tarihsel bilincimizden sonuçlar çıkarmak ve Büyük Türk Milleti’ne yaraşır çizgide durmaktan başka seçeneğimiz kalmamıştır.
O çizgi ise ‘cent’ hesabı yapılarak tutturulamaz.
O çizgi, milli ruh ve yürek işidir.



www.ufukotesi.com - 03 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.