-

 

Ahmet Özdemir  

Eşini kaybeden bir kuş gibi kar


“Şans” adını taşıyan bir şiirim var. Onun bir bölümü şöyle: “Çıktılar damlarını kürümeye, / Toprak damlarını / Konular komşular... / ‘Bire Hasan’ dedi Osman, / Bir hoş, keyiflice; / ‘Şeker olsaydı yağan, yağan kar, / İnceden ince..’ / Bir acı gülümsemeydi Hasan’ın dudaklarında yayılan; / Ağzından püskürürken buhar, / Karşılık verdi üzgün, manidâr: / ‘Hiç buralara yağar mıydı/ Şeker olsaydı kar!..’” Çocukluğum, günümüzün ölçülerine göre yoksul bir çevrede geçti. Her evde toz şeker bulunmazdı. Övünmesini seven bir arkadaşımızın, içine toz şeker serpiştirilmiş yufka veya bazlama dürümünü yerken, “Şekersiz yiyemem, anam beni böyle alıştırmış” dediğini hiç unutamam. O yıllar toz şeker bulamayan bizlere, şimdi doktorlar şekerden uzak durmamızı öğütlüyorlar. Velhasıl ağız tadına hasret gideceğiz.

Bu günlerde ülkemizin büyük bir bölümünde pencerelerimizi beyazın en ak rengi süslüyor. Kar yağıyor. Dağa, ormana, ağaca, yola, çatıya...Televizyonda yurdun dört bir yanından görüntüler izliyoruz: Bıyıkları beyaza kesmiş dedeler, paltolarının eteklerinden evlerin sofalarına döküyorlar yumuşacık karları...
Şubat ayı içerisinde lapa lapa kar yağarken hayata veda eden, Cenab Şehabeddin’in kar musikisi, “Elhan-ı Şita”sını hatırlarsınız: “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, /Eşini gâib eyleyen bir kuş gibi kar /Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar ...” Bu şiiri okurken gözlerimin önünde kar, bazen lâpa lâpa yağar, bazen şöyle bir savrulur, bazen bir tipi olur yüzüme çarpar. Kar musikisini en güzel anlatanlardan biri şüphesiz ki Yahya Kemal’dir:
“Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. ...”
Eski günlere dönebilsem de, “kar”la ilgili bir program yapsaydım, önce ninemin anlattığı, gökyüzünde yaşayan kar kadınlarının, bohçalarında biriktirdikleri sulu pamukları boşaltınca karın yağdığı masalını, bir yere sıkıştırırdım. Haritayı karşıma alırdım: İşe Rumeli’den “Kar yağar alçaklara” adlı türküyle başlardım. İnerdim Kütahya’ya, “Kar mı yağdı Kütahya’nın başına” türküsünü eklerdim. Gelirdim İç Anadolu’ya Kayseri Pınarbaşı Emayıl köyünden “Kar yağar burum burum”u da alırdım. Doğu Anadolu’nun kapısını Sivas’ta açar, eşlemeli türkülerin güzel bir örneği olan “Kar yağar bardan bardan”ı kadınlar ve erkekler korosuna karşılıklı söyletirdim. Trabzon Çaykara’ya çıkarak “Kar yağayi yağayi” yi kemençe eşliğinde söyletirken, Elazığ’a iner, “Kar mı yağmış şu Harput’un başına” türküsünü de peşine eklerdim. Elazığ’dan Diyarbakır’a geçer “Kar yağar karın üstüne”yi alırdım. Zaman olursa Bayburt’tan da “Kara basma iz olur”u eklerdim. Uzun havasız program olmaz. Neriman Altındağ Tüfekçi’yi konuk eder, ona da “Karlı dağlar karanlığın kalktı mı”yı söyletirdim. Bir aksilik olur diye “Pencereden kar geliyor, aman anam gurbet bana dar geliyor”u yedekte tutardım. Programın sonu hareketli olmalı deyip “Kar yağıyor yağıyor / Mantomu giyeceğim”le yarım saatlik programı bitirirdim.
Kar ne kadar çok yağarsa yağsın, yaza kalmaz diye bir atalar sözümüz vardır. Karın çok yağması bereket anlamındadır Anadolu’muzda. “Kar yılı, var yılı” sözü bunun için söylense gerek. Karlı günlerde, doğduğum yörede söylenen “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” deyimini hatırlarım. Size öyküsünü anlatayım:
Adam, evinin damındaki karları kürümekte, anası da oğlu üşür hastalanır diye kaygılanmaktadır. Bir kaç kez, aşağıdan seslenir:
“Oğul yeter artık. Üşüyüp hastalanacaksın.” Adam aldırmaz, damın başında oyalanır. Yaşlı kadın kundaktaki torununu kucakladığı gibi, getirip karların üzerine bırakır. Bunu gören adam:
“Ana, ne yapıyorsun? Delirdin mi” diye damdan inip yavrusuna koşar. İşte bunun için: “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” derler.
Kar kürümek denilince, Behcet Necatigil’in kalbine kargışını anımsadım: “Farı kalbim, farı da / Kapına yığılacak karları / Kürüyeme!”
Çocukluğumuzda kar, yılın altı ayında birlikte olduğumuz, hayatımızın bir parçasıydı. Çocuklarımızda, okulların tatil olmasıyla, kar topu, düşmeler, kaymalar, kardan adamlarla oyun, bir sevinç kaynağı oldu. “ Kömürden gözlerine / Değince bir genç kızın bakışı / Eridi yüreği / Kardan adamın” dizeleri, bir yabancı şairin ama kim olduğunu hatırlayamadım.
Necati Cumalı’nın; “Gençtik âşıktık deliydik / Seviştikçe ağardı karanlıklar/ Bunca dağın karlarını erittik” dediği yıllara gitmek için neler vermezdim ki. O yıllarda, “Her yerde kar var” şarkısı moda olmuştu. “Tombe La Neige” şarkısının Türkçe versiyonunu Adamo, kendi aksanıyla bazı sözcükleri eğerek, yayarak söylüyordu. Bu onun için doğaldı. Ama Ajda Pekkan’dan tutun da Yeşim’e, Nilüfer’e kadar bir çok sanatçının da onu taklit ederek sözcüklerimizi yamultarak söylemelerine içerlerdim.
“... Serpil serpil duyuyorum / Bardaktan boşanırcasına / Kopmuş takvimlere inat, / Duygu duygu kanat kanat / Ellerime kar yağıyor” diyor Feyzi Halıcı. Günümüz şairlerinden Ayten Mutlu, “ellerinden yağardı / en güzel yalanından dünyanın / bedenimde titreyen kar taneleri “ diye başlıyor şiirine.
Kar taneleri, şairlerimize esin kaynağı, Gönül Halıcı’nın da şiir kitabına ad olmuş. Nazlı birer gelin gibi süzülürler yere. Göğün ve güneşin elçileri gibidirler. Her birinin ayrı bir geometrik şekli olduğu söylenir. Neşesini duyumsarız. Melankolik bir manzara oluverir. Herkese göre değil elbette. Kimine göre kar yağınca, trafik tıkanır. Uçak seferleri aksar. Belki İMKB’de seanslar iptal edilir. Bir çok okul tatil edilir. Yetkililer, vatandaşları araçların zincirsiz trafiğe çıkmaması ve dona karşı su saatlerinin korunması konularında uyarırlar. Binlerce köy yolu ulaşıma kapanır. Vapur, İETT ve halk otobüslerinin seferleri durdurulur. Donarak, tipiye tutularak, çığ altında kalarak ölenlerin haberleri okunur. Belediyeler eleştiri odağı olur.
Olumsuz yönlerine rağmen kar, İsmail Uyaroğlu’nun dediği gibi “ Ne yoksulları üşütmek / Ne çocukları sevindirmek için / Şairlere şiir / Yazdırmak için yağar / Beyaz bir esin perisi”dir. Siz de bu gözle bakabilirsiniz: Ceyhun Atuf Kansu gibi bir ışık özlemiyle gökyüzüne bakıp “Tam bana göre bu hava / Bekliyorum kar yağacak / Bulutlar indi inecek”diyebilirsiniz.
En güzel kar şiirlerinin birisi Ahmet Muhip Dıranas’ındır. “Kardır yağan üstümüze geceden” dizesiyle başlar. Bin bir anıyı çağrıştırarak sürer:

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram...

Cahit Sıtkı Tarancı. karla kendini eş tutmuş: “Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!” bir hicret sevdası gibi ruhunu sarmış ve kaynaşırmış: “Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine” diyor. “Karın içinde yanan karı anlamak” ancak Sezai Karakoç’u anlamakla mümkündür.
Bedirhan Gökçe’de beyazın çağrıştırdıkları içinde kar vardır: “ Kar da bembeyaz yağar, anamızın sütü de / Gelinlik de beyazdır, giydiğimiz kefen de, / Birinde ağlarız biz, diğerinde güleriz, / Beyazdan ak beyazı, buyurun sıyırın işte...” Benim bir şiirimde ise türkülerdir kar beyaz olan: “Dostun tezgahında, sitemler dokur, / Vuslata yetirir, dualar okur / Anam sütü gibi tertemiz olur; / Ak-pak kar beyazdır türkülerimiz.
Her şeyin bir realitesi var. Bertolt Brecht şiirinde karın yağmaya başladığını haber verdikten sonra burada kimler kalacak? diye soruyor ve “Eskisi gibi gene / taşlarla yoksullar” yanıtını veriyor.
Karın esin kaynağı olduğu yüzlerce şiir şöyle dursun, kardelen ya da kar çiçekleri üzerine yazılmış şiirlerin bir antolojiyi dolduracak kadar çok olduğunu biliyor musunuz? Biliyorum yine mi nostalji diyeceksiniz. Siz, ağustos ayında, kar kuyularından getirilip satılan karın ve onun pekmezle yapılan helvasının tadından haberiniz var mı?


www.ufukotesi.com - 02 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.