Anadolunun kutsal topraklarında yaşamanın bir ayrıcalık olduğunun en önemli nişanesi bu bölgedir. Trabzon’da, ABD üs kurmak için liman isteyince heyecanla koşup haritaya baktım. Acaba Trabzon mu güneye taşınmıştı, yoksa Irak, Kırım’ı mı ilhak etmişti? Haritada her şehir yerli yerinde iken, Orta Asya ve Orta Doğuyu nüfuz altına alma mücadelesinin başlangıç noktası olan Trabzon’u yazmak farz oldu. Öyle ya F. Engels der ki, “Avrupa’dan Asya’ya ticaret için Trabzon’un yeri başka noktalara göre daha elverişlidir. Trabzon ticareti, Rusya ile İngiltere’nin çıkarlarını İç Asya’da bir kez daha çatışma durumuna getirdiği için önemli bir siyasi hesaplaşma konusu...” Hemen Burdur ve Topkapı Sarayı Harem Dairesinin hazır yazılarını kenara koydum, yazın yaptığımız Karadeniz turları notlarını toparlayıp sizler için yazmaya Trabzon’u başladım.
MÖ. 7. yüzyıldan önce Kolkhlar, Driller ve Makronların yaşadığı bu bölgeye Miletoslular gelerek kıyılarda koloniler kurdular. Merkezi Sinop olan bu kolonilerden biri de Trabzon idi. Aynı yüzyılda Kafkasya’dan Kimmerler sonra da İskitlerin akınları başladı. MÖ. 6. yüzyılda Pers egemenliğine giren Trabzon, Batı Kapadokya adı verilen satraplık içinde yer aldı. Makedonyalı İskender’in Anadolu’daki Pers hakimiyetine son vermesi ile Perslerin elinden çıkan Trabzon, İskender’in ölümünden sonra Pontus Satrabı II. Ariantes’in oğlu Mihridat (Mithridates), Karadeniz’de Pontus devletini kurdu. Romalılar Anadolu’yu işgale başlayınca Pontus krallığı dağıldı. Roma döneminde en şatafatlı ve zengin devrini yaşarken Got istilasına uğradı. Her şeyi yakıp yıkarak geçen Gotlar şehirde hemen hemen hiç bir şey bırakmadılar. Roma İmparatorluğu dağılınca Doğu Roma imparatorluk sınırları içine giren Trabzon, Bizans İmparatorluğu IV. Haçlı seferi ile işgal olunca İstanbul’dan kaçan I.Andronikos Komnenos’un torunları Aleksios ve David, Gürcü kıraliçesi Tamara’dan yardım ve destek alarak 1204 yılında bağımsız Komnenos kırallığını kurdular. Anadolu Selçuklu beylerine vergi ödeyerek yaşayan Komnenos kırallığı 1398 yılında Yıldırım Beyazıd’ın Samsun yöresini alması ile Osmanlı devletine vergi ödemeye başlar. 1458-1461 yılları arasında David Komnenos vergi ödemekten vazgeçtiği gibi, Akkoyunlu devleti hükümdarı Uzun Hasan’ın desteği ile Avrupa’dan yardım istemiş, yeni Haçlı seferlerinin düzenlenmesini talep ederek kendisinin de buna destek olacağını ifade etmiştir. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında Trabzon’u alır. I. Dünya Savaşına kadar Osmanlı imparatorluğu egemenliğinde kalan kent, 14 Nisan 1916’da Ruslar tarafından işgal edilir. Ruslarla bir olan Rum ve Ermeniler yerli halka her gün işkence ederler. Şehrimiz 24 Şubat 1918 tarihinde Yüzbaşı Kahraman bey tarafından kurtarılıncaya kadar sayısız vatandaşımızı öldürürler.
Üzerinde defalarca devletlerin kurulduğu,
En son, 1917 yılında dahi, Rusların Trabzon sovyeti kurduğu,
Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği,
Yavuz Sultan Selim’in şehzadeliğinde sancak beyliği yaptığı,
Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu,
Ulu Önder Atatürk’ün apayrı bir önem verip 3 defa ziyaret ettiği,
Hatta vasiyetinin bir bölümünü bu şehrimizde yazdığı,
Karadeniz’in hiç batmayan güneşi Trabzon’a bir yaz sabahında yaş ortalaması 70 olan bir İngiliz gurup ile indik. Nerden bulduysa yaşlı bir İngiliz hanımın elinde eski Trabzon kartpostalları vardı. Tek tek resimlerini gördüğü yerleri gezmek istiyordu. Şimdi ben ona nasıl anlatırdım ki, “Elindeki resim başka, gezeceğin Trabzon başka. O konakların, camilerin çoğu yıkıldı, yerine işhanları, kocaman kocaman kondu apartmanlar yapıldı, medeniyet adına semtler tarumar edilip üçer beşer şeritli yollar yapıldı, evlad-ı fatihân yadigârı camileri bile bizzat cami yaptırma ve güzelleştirme dernekleri yıkıp, yerlerine yenilerini yapıyor.” Evet nasıl anlatabilirdim ki? Allah’tan turda Akçaabat var. Maçka var. Yayla evleri var. Günahımızın bir kısmını hiç olmasa örtbas edebileceğiz.
Yukarı Hisar, Orta Hisar ve Aşağı Hisar diye 3 bölüme ayrılan tarihi Trabzon surlarından başladığımız gezimizde ilk durağımız Yukarı Hisar. MÖ. 2000 yıllarında yapılan bu surlar iç kaleyi koruyan ve akropol görevi gören şehrin en eski yerleşim birimi olduğu gibi, aynı zamanda şehrin içinde kapalı bir site idi. Doruğunda imparatorluk sarayı, etrafında soyluların ve prenslerin ikametgahları, onların etrafında da hizmetkar ve görevlilerin yerleşim alanları mevcuttu. Birbirine kapılarla bağlantılı olan surlardan Orta Hisardan Yukarı Hisara 2 kapı ile geçilirmiş. Şimdilerde ise cadde ile geçiliyor. Aşağı Hisara kadar olan bölümlerde, Şirin Hatun Camii, Musa Paşa Camii. Eski Hükümet Konağı, Fatih Camisi, Çifte Hamam, Zağanos Paşa köprüsü, Zağanos Burcu yer alır. Zağanos Burcunun yanından başlayıp Reşadiye Caddesi boyunca denize doğru inen ters L şeklindeki Aşağı Hisar’ın ise Sotka kapısı adı verilen 2 kapısı bulunur. Molla Siyah Camisi, Hoca Halil Camisi, Sekiz Direkli Hamam, Pazarkapısı Camisi, İskender Paşa Çeşmesi, Tophane Hamamı bu bölgededir. Surları gezerken, surlara dayanmış, surlarla iç içe geçmiş mimari zevkten nasibini almamış kondu mahallelerden de geçiyoruz. Bir eğimin üzerine kurulu olan Trabzonda zamanında şehrin bütün güzellikleri her yerden, her mekândan görünürmüş. Şimdi ise her bina arkasındaki binanın görünümünü kapatma yarışı başlayınca ortaya sahil boyunca uzanan yüksek yüksek binalar çıkmış.
Surların dışında kalan Gülbahar Hatun Camisinden başlamak gerek deyip başlıyoruz gezimize. Yavuz Sultan Selim’in annesi Dulkadırlı Türkmenlerinden Gülbahar sultandır. Türbesi de Orta Hisar surlarının batı çıkışında, Zağanos köprüsü yakınında Büyük İmaret (Gülbahar Hatun) Camisindedir. Zamanında büyük bir külliyeye sahip olan caminin mektep, medrese, hamam, imaret gibi yapılarından bugün eser kalmamış. Zaman mı hoyrat, insanlarımız mı hoyrat sorusu gezi boyunca hep aklımızda olacak. Beş küçük kubbe ile örtülü, beş bölümlü son cemaat yeri, büyük tek kubbeli harem kısmı, doğu ve batıda kubbeli zaviye odaları ile bina kendini tamamlar. Mihrabı ve minberi mermerden olup, iç mekândaki kalem işi süslemeler günümüzde hâlâ canlılığını korumakta.
Surların dışında kalan Yeni Cuma Camisine uğruyoruz bu sefer. 1500 yılında Cami-i Cedit adıyla camiye çevrilmiş, daha sonra adı Yeni Cuma Camisi olmuş. Camiye dönüştükten sonra kuzey bölümüne giriş yeri ve minare ilave edilmiş, taş işçiliğinin en güzeli mihraba, sade ahşap işçiliği ise minbere yansıtılmış.
Sur içinde, Roma döneminde yerinde bir tapınak olan, Bizans döneminde ise Trabzon’un en büyük kiliselerinden biri olarak 10. yy. da inşa edilen 12., 13., ve 14. yy. larda tamir ve onarım gören Chrisokephalos kilisesi günümüzde Ortahisar da Fatih Camii olarak kullanılmakta. Komnenos krallığı döneminde metropolit kilise olarak hizmet veren, kıralların taç giyme törenlerinin yapıldığı camiyi bugün Osmanlı süsleme sanatının en güzel örneği olarak dimdik ayakta durmakta. Zemin döşemesi altında kalan mozaik döşemesi ve duvarlarda sıva altında kalan freskleri bulunmaktadır. Ahşap minber ve taş mihrap Osmanlı işçiliğinin usta birer örneği olup, iç ve dış duvarlardaki kitabeler mükemmel bir hat sanatıdır. Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de şehri fethettikten sonra ilk cuma namazını burada kıldığı söylenir. Fatih Camisi önünden geçen Mimar Sinan Caddesi üzerindeki Tabakhane Camisine uğramaya gerek yok. 1481’den 1511 yılına kadar Trabzon Sancak Beyi olan Yavuz Sultan Selim Hanın vakfiyesine ait olan bu yerde muhteşem bir cami varmış. Cami Yaptırma Derneği hiç acımadan yıkmış, yerine 10-15 yıl önce bu camiyi yapmış. İskender Paşa Vakfına ait Pazarkapı Camisinin başına gelenler de aynı olmuş. 1891 yılında yapılıp, işlevini hala sürdüren o şaheser Değirmendere köprüsünün 20 metre ötesine yapılmış o abuk köprüyü anlayamadığım gibi, bu Cami Yaptırma Derneklerinin yaptıklarını da anlayamıyorum. Mimar Sinan Caddesi üzerinden Kahraman Maraş Caddesi’ne çıkıp, sur içindeki Molla Siyah Camisine gitme zamanı geldi.
Eski kartpostallardaki Trabzon sahil panoramasının yerinde boydan boya devlet sahil yolu uzanmakta. Yol inşaatında bütün o konaklar, camiler, evler yıkılmış. Hatta Roma imparatoru Hadrianus’un yaptırdığı liman bile sular altında kalmış. Çarşıdan geçerken Trabzon işi dokumalar, Trabzon hasırı altınla başlayan pazarlıklarda gümüşle biten bilezikler, bakır sahan ve sosluklardan oluşan alışverişimizi yaptık, yemeğimizi yedik. Sonra Ayasofya Kilisesini, Atatürk Köşkünü, Kızlar Manastırını gezip turun 1. gününü bitirdik.
Ayasofya Kilisesi şehrin batı ucunda, sahil kara yolu üzerinde ve günümüzde müze olarak hizmet vermekte. Komnenos kırallarından I. Manuel tarafından 13. yy.da manastır kilisesi olarak inşa edilmiş, Osmanlı döneminde camiye dönüştürülmüştür. Rus işgali sırasında askeri depo olarak kullanılan cami, l960’ların başında restore edilerek hizmete açılmış. Sivil mimari örneği olan Atatürk Köşkü Müzesi zengin bir Rum tarafından saçakları ahşap işlemeli taş bina olarak inşa edilmiş, 1923 yılında hazineye kalmış. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk 1924, 1930, 1937 yıllarında şehri 3 kez ziyaret ettiğinde bu köşkte misafir olmuş, hatta vasiyetinin bir bölümünü bu köşkte yazmış. Trabzon’a gidince ziyaret edilmeden dönülmemesi gereken ender yerlerden biri Atatürk Köşkü.
Şehrin doğusunda Boztepeye çıkan yol üzerinde bir manastır olan Kızlar Manastırını ziyaret ediyoruz. Etrafı dünyanın her yerinden gelmiş kıyamet gibi yabancı ile dolu. Bir kaya şapelinin etrafına inşa edilen ve geniş bir alana yayılan manastır 12. yy. da III. Aleksios tarafından yaptırılmış. 19. yy. da geçirdiği tamir ve onarım sırasında ilaveler yapılmış.
Bir telâş geziyi bitirdikten sonra otele gidip dinlenmemiz, 2. gün Sümela manastırı turuna hazırlanmamız lâzım. Maçka ilçesinin güneyinde Karadağ’ın yamacına yapılan manastırın halk arasında adı Meryem Ana Manastırıdır. Efsaneye göre Atinalı Barbaras ve Saophronios rüyalarında Meryem Anayı görürler. Meryem Ana onlara bir kilise yapmaları gereken yeri tarif eder. Deniz yolu ile yanlarına St. Luka’nın yaptığı rivayet olunan bir tabloyu alarak buraya gelen yeğenler 375-392 yılları arasında ilk kaya kiliseyi kurarlar. Komnenoslar devrinde III. Aleksios 17 metre yüksekliğin de, 40 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde, 72 odalı manastırı yaptırır ve kiliseye hediye eder.
Trabzon Türkler tarafından fethedildikten sonra Osmanlı sultanları kilise ve manastırın haklarına asla dokunmamışlar, hatta haklarını özgürce kullanabileceklerine dair fermanlar çıkarmışlardır. Yarım saatlik bir patika yolu tırmanarak gidilen manastırın 19. yy.da yapılan ilâve ve süslemelerinde Türk sanatının etkileri görülmektedir. Yine Maçka ilçesinin dışında ıssız bir bölgede Yahya Peygambere atfen yapılan Vazelon Manastırı inşa tarihi bilinmemekle beraber 20.yy.a kadar bölgenin en zengin ve etkili manastırı olup, şehrin sosyal, kültürel ve ekonomik yaşayışını etkileyici bir rol üstlenmiştir. 19. yy.da tamir ve onarım gören bina 1923 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, o yıl terkedilmiştir. Oldukça tahribata uğrayan manastır Kiremitli köy sınırlarında bir kayalığın önündeki kilise, topluluktan ayrı olarak inşaa edilmiş bir şapel, 3 katlı öğrenci odaları ve çeşitli hizmet birimlerini yerine getiren binalardan oluşur. Evliya Çelebi seyahatnamesinde Trabzon kuyumcularının ne kadar usta olduğunu anlatırken, Kanuni Sultan Süleyman’ın da kuyumculuk sanatını burada öğrendiğinden bahseder.
Konstantin nâm bir Rûmînin şâgirdi olup,
Süleyman Han üstâd zerger olmuşdı...
der.
3 günlük Trabzon turumuzun 3. günü yayla şenliklerinde idik. Sımsıkı, gümbür gümbür, yemyeşil bulut deryası ormanlardan geçerek Akçaabat Hıdırnebi obası şenliklerine bizler de katıldık. Mimari dokusunu bozmamış Akçaabat’ta yörenin kendine özgü Akçaabat köfteleri yenmeden geçilmez dedik ve öğlen yemeğimizi burada yedik. Kemençe ile horon teperken, ayağımızın her yere hızla basışında, sonra başımızı yukarı kaldırışında, yöre halkının neden horonu bu kadar zevkle, sabahtan akşama kadar durmadan, çözülmeden oynadığını bir kere daha anladım. Her ayağı sımsıkı yere basışta ‘Bu toprak benim’ mutluluğu, başı yukarı kaldırışta ise ‘Allah’a şükretmenin’ sevinci vardı.
Gazetelerdeki yabancı ülkelere yapılan tur ilânlarına ola ki kanmayın. Oralarda olanların hepsi bir arada Trabzon’da var. Bence yabancıdan çok yerli turisti Trabzon’da görmenin zamanı çoktan geldi bile. Onlar da gelsin, gayet tabii ki gelecekler de; hiç bir şey demiyorum. Ama bizi bizden çok tanıyıp, Anadolu’yu bizden çok gezmeleri de bizler için biraz ayıp oluyor.
|