Yazının başlığına bakarak bilgisayar sayfamızın sahibi dostumun yerine göz diktiğim sanılmasın. Maksadım, sanal bir konuyu huzurunuza taşımak! Yine bildiğiniz bir konudan söz edeceğim, Birlik ve Beraberlik'ten! Şair Zekai diyor ki: "Mahitaba bakamam yâr gelir hatırıma!" Malum, ayının kırk türküsü varmış, kırkı da armut üzerineymiş. Biz de türkülerimizi yar (millet) ve yarın sevdikleri ve onu sevenler üzerine söylemeye çalışıyoruz. Yani, "Bana ver, ben çekeyim derdini mümkünse eğer!" (Hüseyin Siret) durumu.. Ne yapalım ki, kim girdiyse hayatımızda hiç bir değişiklik olmamıştır. Bu yüzden, bize de sevdiğimizi ve onunla ilgili aklımıza takılan, canımızı sıkan konuları ısıtıp ısıtıp yeniden yazmak kalıyor. Sıkı can iyidir! Düşünen insanın canının sıkılması kadar doğal bir şey olamaz. Her şeye canınızı sıkabilirsiniz. Yediklerinize, içtiklerinize, duyduklarınıza, gördüklerinize canınız sıkılabilir. Önemli olanlara olduğu kadar, görünürde fındık kabuğunu doldurmayan, ancak dağ gibi sonuçları olan ve mutlaka çözülmesi gereken konulara da canınız sıkılabilir. Mesela artık sıradan hale gelmiş şeylere: Dinlenmek için oturduğum televizyonun karşısında sinirim tepeme çıkar. Haberlerin, reklamların, dizi ve filmlerin, diğer verilişlerin bir yerlerinde mutlaka canımı sıkan bir şeyler bulunur. Mesela, şu dolmuşta ağzının suyunu akıtarak evde nasıl sucuk ızgara yapacağını anlatan reklamı gördükçe çileden çıkıyorum. Bu reklamın,fakir fukarayla dalga geçercesine yayınlanıp durmasına seyirci kalan Reklam Özdenetim Kuruluna, olur olmaz her konuda milleti ayağa kaldırdıkları halde, bu konuda sesi çıkmayan sivil toplum kuruluşlarına,her şeye olduğu gibi buna da sessizce sabreden halkımıza... En büyük can sıkıntımız, milletimizin ahvalidir. Milletimizin, birikimini unutmasına, zenginliğinin ve gücünün farkına varmamasına, atalarının binlerce yıldan getirdiği geleneklerini unutmuş gözükmesine, hafızasının zayıflığına, karşı karşıya kaldığı kuşatmaya ilgisizliğine; İnsanımızın hakiki kahramanlarını tanımayışına ve beş para etmez insan ve fikirlerin peşine takılıp vakit öldürmesine, gündelik telaşlar içinde gerçek sorunları ve sorumlularını görememesine çok canım sıkılır. Çok, çok önemli meseleler dururken, sudan bahanelerle birbirine giren aydınlar, sun'i gündemlerle halkı oyalayan güdümlü ve satılmış basınla, yöneticilerin seviyesizliği canımın sıkılmasına baş sebebidir. En çok da milletini sevenlerin biraraya gelememesi, en hayati konularda bile sıradan bir güçbirliği sergileyememesi beni kahreder. "Kurumlaşarak Birleşmek" ten söz ettiğim geçen yazımdan sonra, adını bileceğiniz iki partiyle ilgili olarak okuduğum bir cümle, bir aydır beynimi kemirip durur: "(Filanca parti, falanca parti ile) BİRLEŞMEYECEK,ASLA!" Ne diyebilirim? Allah, bizi birleştirmemeye kurulmuş yöneticilerden korusun. Bu gibi örnekleri görünce, asırlardır milletimin, yöneticilerine ve aydınlarına neden güvenmediğini görüyor ve işin tuhafı hak da veriyorum. İngilizin, Fransızın... eyerlediği, dışarıda Rusun, Amerikalının, içeride bir sürü kanıbozuğun bindiği yaralı bir küheylan bu millet. Silkinecek, şaha kalkacak ama bir türlü yerinden doğrulmasına izin vermiyorlar ki. Ne hikmetse, iktidara talip olanlar önce gidip kendilerini enettiriyor. Milleti de kendileri gibi iğdiş edilmiş zannediyor, her defasında da sarsılmaz bir kayaya tosluyorlar. Kendini bilmeyen ve milletini tanımayan yönetici ve aydınlarla, satılmış basınla başımız hoş değil. Zaman zaman ayranımız kabarsa da bir türlü binicilerimizi terbiye edemiyoruz! Bugünlerde, büyük bir fırsat çıkmış bulunuyor: Bildiğiniz gibi, yakın gelecekte Kıbrıs'ta dananın kuyruğu kopacak. Akla kara, vatan hainiyle vatansever, mandacı ile kuvayı milliyeci ortaya çıkacak. Bütün tarihimizde, savaşsız bir karış toprak verilmiş değilken, şimdiki yöneticiler ve satılmışlar topluluğu bir ağızdan "Kıbrıs'ı verelim." diyorlar. Bunu diyenlerin, hain değilseler, zerre kadar beyinleri yoktur. Bu milleti tanımıyorlar. Bunlar, ne milletimizi, ne tarihimizi, ne Girit'i, ne Kıbrıs'ı bilirler. Ekonomik kıskaçta bunalmış milletimize, daha dün Kıbrıs'ta meydana gelen "Kanlı Noel" leri, yakılan köyleri, yüzlerce Türk Köyünün boşaltılmasını ve göçe zorlanmasını unutturmaya kalkıyorlar. Neredeyse tamamı Türk Vakıflarının malı olan Kıbrıs'ta Rum tarafında kalan yüzlerce Türk Köyünden kimse bahsetmiyor. Vıcık vıcık bir yalakalıkla verelim, çözelim diye tepiniyorlar. Hem de ne uğruna? Sahiplerinin "Kesinlikle Türkiyeyi almayacağız." dedikleri Avrupa Birliği uğruna. Annan Planına göre, Kıbrıs Türküne bırakıldığı söylenen yüzde yirmi sekiz arazinin, yüzde on ikisi dağlıktır. Kalan toprağın yarısına yetmiş bin Rum göç ettirildiğinde ve tapulu araziler geri verildiğinde, yüzde dört gibi bir toprak ve egemenliği elinden alınmış, kültürel eritmeye tamamen açık hale gelmiş bir Türk Toplumu cas cavlak ortada kalacaktır. Mevcut Türk nüfusun yetmiş bini Türkiye'ye iade edilecektir. Türkiye'nin garantörlüğü de ortadan kaldırılmış olacağından, Kıbrıs tamamen savunmasız kalacak, on yıl içinde Türklerin esamesi silinecek, Türkiye'nin savunma ve güvenlik kuşağı kırılacaktır. İşte, satılmışlar böyle bir haritaya zemin hazırlıyorlar. Bu kadar kesin bir yakın geleceği, bunca okumuş, yazmış adamın görmemesi mümkün değil. O halde neden illa "Verelim" diyorlar? Bunun tek bir açıklaması olabilir: Birileri, "Beni meşrulaştırmanız karşılığında Kıbrıs'ı vereceğim." demiş, ona sadece bu konuda kalemiyle, ekranıyla destek verenler de Karen Fogg gibi satılmış avcılarından yüklüce para yemişlerdir. Zaten soyca da karışık durumda oldukları için, analarını bile satacaklarından, pervasızca bu milletin hassas olduğu her değere saldırmaktadırlar. Tabii, milletimiz bunu görmektedir. Yeniden kuvayı milliye ruhuna bürünmesi, ayranının kabarması ve müdafayı hukuk cemiyetlerinde toplanması an meselesidir. Milli Takımımızın, Dünya Kupasında üçüncülük alması sırasında nasıl yediden yetmişe kenetlenmiş, soluğumuzu tutarak takımımızı desteklemişsek, öncelikli milli davamız (Sırada Irak, Doğu Türkistan ve yüzlerce önemli mesele var!) haline gelen Kıbrıs konusunda da, aynı heyecanla kenetleneceğimizden şüphem yoktur. Bu millet parayla satın alınamaz. Aç da kalsak, açık ta kalsak Kıbrıs'tan vazgeçemeyiz, geçmeyeceğiz. "Cananı canan eğer isterse minnet canıma,/Can nedir kim, anı kurban itmeyem cananıma!"(Fuzuli) Bizim için Lefkoşa ile Ankara'nın, Bişkek'in, Kaşgar'ın, Kazan'ın.. bir farkı yoktur. 1974 yılında on üç yaşında Kıbrıs'ta gönüllü vuruşmak için askerlik şubesine koşan bu fakirde bir değişiklik olmadıysa, o günden bugüne bu millette de bir değişiklik olmamış demektir. Olsa da önemsizdir, çünkü cevher aynı cevherdir. Türk Milleti, üç beş zibidinin sözüne aldanacak ilkel bir kabile değildir. İşte bu yüzden, bütün sivil toplum kuruluşları ile, resmi kurumlarıyla, milletini seven aydın ve yöneticilerin önderliğiyle Türk Milleti ayağa kalkacak, buna da Kıbrıs vesile olacaktır. Milletin önüne düşen "Kıbrıs Güçbirlikleri" de birleşecek ve bir şerden, hayır doğacaktır. Güçbirliğinin önderleri meydanları dolduramayız diye hiç telaş etmesin, bu millet "Kahraman Denktaş" a destek vermek ve satılmışlar sürüsünü ihtar için milyonlarla meydanlara koşacaktır. Türk Milletinin mensubu her fert, kanının son damlasına kadar Kıbrıs Türkü'nün yanında olacaktır. Aksi düşünülemez! Bizi sevenler, niçin canımızın çok sıkıldığını bilirse, neden hep aynı türküyü söylediğimizi de anlayacaklardır. "Gönüldendir şikayet, gayrdan feryâdımız yokdur!" (Nev'i) Çünkü: "Cananın o günkü hâli, eyvah!/ Eyvah, benim o günkü hâlim!"(Abdülhak Hamid) Bu millet için, önce milletini sevenler birleşemezse şairin dediği olur: "Küfr-i zülfün salalı rahneler imânımıza, /Kafir ağlar bizim ahvâl-i perişânımıza!"(Fuzûli)
|