Gezi

 

Banu Erkmen  

Süleymaniye


Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede; Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de ... YAHYA KEMAL BEYATLI

Bugüne kadar kimilerimizin kalbinin biraz da oraları için attığı; ama bir o kadar da uzak yerlerden bahsettim. Bu yüzden de İstanbul’a biraz haksızlık yaptığımı düşünüyorum. Ama koskoca İstanbul’u da bir sayıda yazıp bitirmek imkansız. Bu sebeple Anadolumuzu köşe bucak yazmaya devam ederken, arada bir İstanbul’daki eserleri anlatarak İstanbul’a olan borcumu bir nebze de olsa ödeyeceğimi umarım.

İstanbul bizi onlarca maske ile karşılayabilecek dünyadaki bir kaç şehirden bir tanesidir. Zümrüdü Anka kuşu gibi her seferinde küllerinden ayağa kalkabilmiş, Asya ve Avrupa ana karalarının birleştiği noktada her hükümdarın, kıralın, imparatorun hasret ile baktığı, milyonlarca insanın surlarının dibinde ölüme gönderildiği bir yakut olarak parlamış ve gizemlerini, sırlarını belki de hiç bir fatihine tamamen açmamış Venüs (Zühre) yıldızı...

Süleymaniye ise İstanbul için yeni bir dönemin başladığını tüm dünyaya yansıtmak istercesine çağlar ötesi bir teknoloji ve mimari ile İstanbul tepelerinde göğe yükseltilmiş ve tıpkı Ayasofya gibi dünya durdukça İstanbul sayfalarında bir bölüm başlığı olarak kalacak.

Süleymaniye hakkında akla ilk gelen Süleymaniye camii olmasına rağmen aslında bahsedilmesi gereken koskocaman bir eğitim ve ibadet kompleksidir. Süleymaniye Osmanlı dönemi İstanbul’unun en önemli semtidir aslında. Bunun başlıca sebebi saraya hem çok yakın olması, hem de şehrin bürokratik ve resmi havasından uzak bir yerleşim yeri olmasıdır. Süleymaniye; Vefa, Laleli gibi ikbâl sahibi kimselerin, paşaların, vükelâ ve vüzerânın oturduğu muhit idi. Zamanında evden çok mobilyayı andıran, hatta taş yapılardan dahi pahalıya çıkan ahşap evlerden az da olsa günümüze ulaşanlar var. Bir kısmı restore edilmiş, bir kısmı ise restore sırasını beklemekte, öylesine mahzun sizlere bakarlar. Oysa onlar bir zamanlar Türk sanatının ve kültürünün toplandığı yapılardı. Tarih içinde meydana gelen yangınlar, son 50 yıldır yapılan plânsız imar, onların çoğunu yok etti. Hele yangınlar. Her yangın bu evlerde bulunan Türk kültürü ve Türk sanatını biraz daha yok etti. Minyatürlü divanlar, tezhipli Kur’anlar, yazma ve bazen tek nüsha kitaplar, türlü nadide el işleri, velhasıl sayılamayacak çok çeşitte sanat ve kültür eseri bu yangınlarda yok oldu. Yok olan sadece onlar mıydı? Çok değil 50 yıl önce İstanbul’un en güzel lehçesinin bu muhitte konuşulduğunu biliyor musunuz? Süleymaniye külliyesi etrafındaki evler ve kıraathanelerden etrafa yayılan şiir gibi İstanbul lehçesinin kaybolması da, yol yapmak bahanesi ile kaybedilen tarihî yapılarımız gibi bir anda yok olmuş. 50 yıl sonra bugünlerde de metro inşaatı var. Süleymaniye külliyesi duvarlarının tam dibinden geçen metro kazısı, inşallah elimizde kalanları da kaybettirmez bize.
Günümüzde İstanbul ticaretinin mühim merkezlerinden olan Eminönü ile Beyazıt’ın arasında sıkışmış olmasına rağmen, orijinal halini tüm İstanbul’un kaderinde olduğu gibi koruyamasa da, nispeten kendine has Süleymaniye havasını hissedebiliyoruz. Haliç boyunca uzanan biraz küskün ve terkedilmiş izlenimi veren Fener ve Balat’ın aksine, eski şaşaalı günlerindeki kadar olmasa da, turizm yönünden bir canlılık hakim. Yabancı konuklarımızın Mavi camisi, Sultanahmet kadar ziyaretçisi olmayan külliye büyük Sinan’ın çırağı olan Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Sultanahmet’te inşa ettiği debdebeli, göz dolduran bezemeler ve canlı renklerin aksine daha dingin, huzur veren ve böylece sizi inancınızla daha çok buluşturmaya yönelik bir mimari kusursuzluk taşıyor.
Bunun yanı sıra detaylarda kullanılan zarif döşemeler ve ince işçilikler ile Türk Selçuklu geleneği, baktığınız her köşesinde kendisini gösteriyor. İnce işçilikte mihrabın etrafını mavi bir su ile çerçeveleyen İznik çinileri ve hemen üstünde başlayan ve tepeye doğru devam eden orijinallerinin çoğu günümüze ulaşmamış Deli İbrahim diye tanınan ustanın yaptığı vitraylar yer alıyor. Süleymaniye’nin inşa edildiği tarihe kadar İstanbul’un en gösterişli yapısı olan Ayasofya ile karşılaştırıldığında kullanılan ince mimari, göz yormayan işçilik ve bezeme, kubbeyi taşıyan kudret kemeri adı verilen ve başta kubbe olmak üzere tüm caminin ağırlığını taşıyan dört fil ayağı arasındaki dört geçiş kemeri, neredeyse gözükmeyecek şekilde dizaynlanmış ve iç mekandaki ferahlık ve aydınlık sağlanarak rakibi olan Ayasofya’ yı bir adım geride bırakmış. Bu nedenle Süleymaniye’nin orta kapısından içeri girdiğinizde tüm kusursuz güzelliği önünüze serilir.
Diğer detaylarda ise Evliya Çelebinin güya cennet mahfili diyerek oldukça etkilendiği anlaşılan on altı sütun üzerindeki müezzin mahfili, fil ayaklarına dayalı yapılan kürsüler ve bunların en önemlisi abanoz vaiz kürsüsüdür. Sinan’ın bu kürsü için “dehre numune kalmış, anın naziri felekde ne gelür ne gelecekdir” dediği bilinmektedir. Hünkâr mahfili ise zerafeti ile o dönemin seyyahlarını oldukça etkilemiştir. Camiyi süsleyen bir diğer önemli sanat da hat sanatıdır. Kubbe Nur suresi ile aydınlanırken, diğer mekanlar ve duvarlar yüce isimler, Fetih suresi, Ayet’el- Kürsi, Fatiha suresinden ayetler ile bezenmiştir. Yapıldığı ve takip eden yüzyıllarda bu yazılar Arapça okuma yazma bilmeyen halka anlam olarak bir şey veremese de günümüzde hala etkisini koruyan caminin kutsal kimliğini katbekat arttırmıştır. Ramazanın ilk cumasını Ayasofya, ikinci cumasını Eyüp Sultan, üçüncü cumasını Fatih, son cumasını ise Süleymaniye cami-i şeriflerinde eda etmek İstanbul halkının geleneklerindendi.
Camide kullanılan benzeri bulunmaz bir başka teknik ise özellikle kalabalık günlerde kandillerin isinden kurtulmak için yapılan içerdeki hava sirkülasyonundan faydalanılarak yapılmış is toplama kanallarıdır. Hatta bu isin toplanması ile elde edilen mürekkebin, döneminde İstanbul’da en kaliteli mürekkep olarak talep gördüğü kaynaklarda yazılmaktadır.

SAYILAR İLE SÜLEYMANİYE:
İNŞAAT SÜRESİ: 1553-1557
Bakım ve işletme için tahsis edilenler: 221 köy, 30 mezra, 2 mahalle, 7 değirmen, 2 dalyan, 2 iskele, 5 köyün mahsulü, 2 ada, 1 hisse.
Yevmiyeli külliye görevlileri: 700 kişi.
Görevlilerin günlükleri 100 akçe.
Vakfiye yıllık geliri: 894.767 akçe.
Külliyenin maliyeti: 896.380 akçe+ 82.900 filori (tarihçi Peçevi).
Yaz aylarında günlük inşaatta çalışanlar: 2000-3000 kişi.
Cami görevlileri: 2 imam, 24 müezzin, 10 kayyım, 10 devirhan, 120 cüzan, 41 enamcı, 20 mühelli (lâ ilâhe illâllahı tekrar edenler) 10 salavathan, 6 musalli (ömrünü ibadet ile geçiren), 1 tebarekehan 1 ammehan.
Kubbe yüksekliği 50 metre.
Minare yükseklikleri: Kuzeydekiler 50 m., güneydekiler 76 m. (cami eğimli arazide olduğu için uzaktan bakıldığında silüetindeki orantısız olabilecek görünüm bu şekilde engellenmiştir).

Külliyenin tamamında ise caminin yanı sıra her kademe okullar, medreseler, darülhadis, darüşşifa, darülkurra, imaret, hamam, kervansaray, arasta çarşısı bulunmaktadır. Günümüzde bu yapıların çoğu semtte yaşayanlar tarafından depo, kafe, restoran ve benzeri şekilde kullanılmaktadır. Döneminde bir ulema ve tüccar semti olan bölge, günümüzde içinde İstanbul’un yoksul mahallelerini barındırmaktadır. Darüşşifa halihazırda Süleymaniye doğumevi olarak hizmet vermektedir.

Mitolojisi:Evliya Çelebinin naklettiği hikayelere göre temel kazılırken o kadar derinlere inilmiştir ki kazma seslerini dünyayı taşıyan öküz bile işitmişti. Cami bittikten sonra Mimar Sinan, sultana kıyamet gününde Hallac-ı Mansurun yayı ile bütün dağları pamuk gibi atarken bu caminin kubbesinin top olup yuvarlanıp yıkılmayacağını anlatmıştı. Ayrıca Şah Tahmasbın inşaatın yavaşladığı bir sırada yeniden hızlanması için mücevherler gönderdiği, buna sinirlenen sultanın, bunları parçalayıp harca karıştırttığı, bu sebeple de güneş vurduğunda minarelerin ışıl ışıl yandığı anlatılmaktadır.

Günümüzde külliyeye ait olan imaret aslına uygun olarak Darüzziyafe adı altında Türk yemeklerinin yapıldığı bir restoran olarak, hamam yine turistik hamam olarak, kütüphane 67.000 ini yazma olmak üzere 115.000 kitaba sahip bir kütüphane olarak kullanılırken diğer binalar hemen hemen yok olmuş gibidir.

Roma’da St. Pietro, Paris’te Notre Dame, Londra’da St. Paul gibi İstanbul’da da bir zamanlar Süleymaniye sadece bir ibadethane değil, sosyal kültürel ve dinî hüviyetleri kendinde toplamış eğitim ve aydınlanma merkezi idi. Bakmayın şimdilerde eski parlaklığını ve şaşaasını kaybettiğine, o, hala İstanbul’un içinde bir başka İstanbul olarak ömrünü devam ettiriyor. Yarım saat için Süleymaniye’ye kaçın, önce orta kapıdan caminin içine girin, bir köşede oturun, gözlerinizi kapatıp o ihtişamı hissedin, biraz dinlenin, kendinizi içerideki huzura kaptırın, inancı ne olursa olsun aynı şeyi yapan turistleri görürseniz de sakın şaşırmayın. Dışarı çıktığınızda mimari ve teknik bilgilerin insanın ruhuna hizmet etmek için nasıl bir mucize gerçekleştirdiğini anlayacaksınız.

Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı,
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum..

Sonra da Süleymaniye sokaklarında o eski günlerin izlerini sürün biraz. Eminim ki yarım saat dediğiniz kaçışınızın saatler sürdüğünü anlamayacaksınız bile…


www.ufukotesi.com - 01 / 2003  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.