-

 

Ahmet Özdemir  

Şiirin aynasında kış düşünceleri


Demiştim ki, “Geride bıraktığımız bahar, yaz, önümüzdeki kış ve içinde bulunduğumuz sonbahar şiirin kendisidir.” Önümüzde sanırken, kendimizi kışın ortasında buluverdik.

Çocukken, dört mevsimi ocak ayından başlatarak kurgulardım, ortaya bir çarpıklık çıkardı. Yıllar sonra, kışın ocak ayından değil, aralık ayından itibaren başladığını öğrendim. Çarpıklık kayboldu, aylar yerli yerine oturdu. Bir şey daha öğrendim. Kışın yüzü soğuktur ama ruhu sıcaktır. Sıcaklığı sağlayan da anılardır.
Mehmet Süreyya yazmış: “Bir vakitlerdi radyo kışları / Perdeler basma / Saç soba çıtırdar / Ay yalnayak sularda / Kar değil hüzün yağardı ....” Kar konusunu bir yana bırakalım. O, musikisiyle, tipisiyle, başlı başına ele alınacak bir konu, bir şiir. Biz şimdi çıtır çıtır saç sobanın yanıda ısınalım. Üzerinde fokurdayan çaydanlığı dinlerken, Beşir Ayvazoğlu’nun “Çerkez’in Kahvede Bir Kış Gecesi”ni hatırlayalım:
“.... Ortada nar gibi kızarmış ördek soba / çerkez emmi'den evvela / sıcacık bir 'buyrunuz' / çaylar mı? tavşan / kanı, şâhâne / çerkez'in bir kahvesi var / altı kaval üstü şeşâne ...”
Ahmet Kutsi Tecer’in “Kış Düşünceleri” hiç de sıcak değil: “Yaşamak diyordum, yaşamak ne hoş! / Hele bir gelmesin n'olurdu bu kış. / Nerde o kahkaha, o ses, o alkış / Şimdi yerini aldı düşünceler...” diyor.
Gribin yanı sıra ''kış depresyonu'' nun, insanların, kendilerini sürekli yorgun ve aç hissetmelerine yol açtığı söylenebilir. Kışın, karamsarlığı çağrıştırdığından, güneşin pek az yüzünü gösterdiğinden yakınılabilir. Bu düşünceyi pekiştirmek için, kış mevsimine "Kara Kış" denildiği, kara renginin bilinç altında olumsuz bir çağrışım yarattığı öne sürülebilir. Ama bir başka açıdan da bakabilir, kış olmadan, bahar nasıl gelir, diye düşünebiliriz.
Bir başka düşünce şöyle: “ Kış, mevsimlerin en merhametlisidir. Evin, sarılmanın, sarınmanın, sarmalanmanın, uzun çayların, derinlemesine yemeklerin, karşılaşmaların değil buluşmaların, sıcak olan her şeye doğru neşeyle yönelmenin, böylece hep beraber ılımanın mevsimi...”. Düşünce mi istediniz, haydi buyurunuz buradan: Biraz gelenek ve göreneklerimize bakarsanız, yollarda çıplak ayaklı çocuklar görüp en yakın dükkandan ona ayakkabı almanın, sokağın ucundaki yaşlı kadına, utandırmadan nasıl odun parası vereceğini, düşünmenin mevsimi... Hasılı kış; mevsimlerin en ince düşündürenidir.
Kışın doğa kendiyle halleşir. Bir dinlenme, düşünme ve yenilenme sürecidir. Benliğimizle yüzleşme, gönül iç kapılarının açılıp duyguları önümüze dökme, yaraları iyileştirme, acıları dindirme demidir. Ki, karanlık kış mevsimi boyunca, kendimizi iyileştirdikten sonra, ilkbahar geri gelecektir. Gönlümüzün dış kapıları açılacak, aşkın ilkbaharı yaşanabilecektir. Bu iyimserlikle Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Kış Bahçesi”ni gözümüzün önüne getirelim:
“Ne güzeldi o kış bahçesinde / Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu / Sana bir bahar hazırlamak için. / Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi / Hüzne ve hülyaya gömülmüş / Doğmamış çocuklara / Ninni söylüyorlardı sanki... / Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava / İyi mayalanmış hamur gibi / Gizli nabızlarla atıyordu toprak”
Romancılarımız kıştan çok sonbaharı sevmişler, kapsamlı anlatımlarla konu edinmişler. Sonbaharla kaçan fırsatları özdeşleştirmişler. Kalplerin en derin köşesine gizlenmiş dile getirilemeyen umutları söndürmüşler. Yeşili sarıya, sarıyı kahverengine döndürmüşler, üzerine hüznü bir fiyonk gibi bağlamışlar. Sonra kış gelmiş. Bir fırtına estirmişler gönüllere. Buhranlı gecelerde ruhları üşütmüşler. Toprak rengi beyaz olmuş ve bu renkte, veremlinin kanını damlatmışlar. Sonbaharda gösterilen sabır, çekilen acılar, kışta roman kahramanlarını ölüme ulaştırmış. Ressamlarımız kış tablosunu yaparken beyazın içinden sürekli siyah rengi çıkarmışlar.
Ama şairler öyle değiller. En bedbin şairin bile ufkunda bir aydınlık, bir ümit, bir teselli vardır. Onun için şiir hayatın kendisidir. Geliniz şimdi de Faruk Nafiz Çamlıbel’in Kış Bahçeleri’nde bir gezinelim:
“Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta,
Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı
Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,
Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.
Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden
Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,
Üstündeki son dallar ağarmış diye birden
Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.
Yerlerde gezen hatıralar var korulukta;
Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir.
Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta,
Binlerce dalın verdiği tek meyve güneştir.
İçlenme tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler.
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler.

Şiirimizde kışa, servet-i fünun bakış açısıyla değil de, Anadolu insanımızın gözüyle bakınca, karanlık tabloların silindiğini, ev hayatının, komşuluk ilişkilerinin, gelenekleri yaşama güzelliğinin, huzurunun, kış aylarında taçlandığını görüyoruz. Tarlasında, bahçesinde baharda yazda döktüğü terin karşılığını sonbaharda alan halkımız, kış günlerinde de emeklerinin sefasını sürmüşler. Uzun kış gecelerinde, komşularıyla, akrabalarıyla, meslektaşlarıyla, yaşıtlarıyla sıra gezmelerinde, köy odalarında, saz, cümbüş, meydan, büryan, yaren muhabbetleriyle, tel helva, arabaşı ziyafetleriyle, komşuluk ve ahbaplığın maddi sınırlarını aşan bir sevgi ve bağlılık töresi oluşturmuşlar. Yetişkin kızlar, delikanlılar ayrı yerlerde ferfene toplantıları yapmışlar. Bu toplantılar birer hayat okulu olmuş.
Her şey bir yana, bugünün kışları, hayvanlarının samanı, yemi az olan, yeygisi yiyeceği kıt olan, odunu, kömürü, ayağında ayakkabısı, sırtında paltosu, mantosu olmayanlar için erken gelen, geç giden bir mevsimdir. Bir dönem soba bayiliği yapan günümüz şairlerinden Cemal Safi için kış bir türlü gelmeyen, gelip de kalıcı olmayandır:

“Kenardan köşeden borç yiye yiye,
Servetim yük olmaz oldu kediye,
Soba bayi oldum güz geldi diye,
İlkbahar yaklaştı, kış gelmez oldu. ...”

Başta da söylediğimiz gibi, kış anıların depreştiği mevsimdir. Güven Turan kış anılarına dalarken“... Ocağı yakıp küle / Bir patates gömüyorum; / Çocukluğumu diriltmeye....” diyor. Hilmi Yavuz da çocukluk günlerinin kışlarını bir resim gibi hatırlıyor:

“ Ürkek ayak sesiyle kış
Geyikler çizen sesimdir
Her kelime bir resimdir
Sanki bakmaya asılmış .....”

Bir an için çocukluğumu diriltmeye çalışıyorum. Uzun kış gecelerinde ninemin tandır başı masalları ve bataryalı radyomuz geliyor aklıma. Heyhat!... Şimdi sokaklardan gelecek “Bozaaa!” sesleri bile çok gerilerde kaldı.


www.ufukotesi.com - 12 / 2002  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.