Başıma dikilip konuşmaya başladı: “Ufuk Ötesi’nin her şeyi tamam. Bir ‘Bamteli’ kaldı. Her zaman ilk yazıyı sen getirirdin. Bu sayıda ne oldu bilemiyorum. (Küreselleşmeye ) aykırı düşer diye mi düşünüyorsun, Karen Fogg’dan mı çekiniyorsun, akıl erdiremedim.
Sitem okları sağanak gibi yağmaya devam ediyor:
-Sen demez miydin, Tarık Buğra “Her yazara bir yasa” yazısında: Dükkânınızı günün belirli saatinde açınız. Dükkân kapısı hak kapısıdır. (İlham Perisi) mi, o âşüfteye yüz vermeyiniz!...”der diye.
Şu sözler senin değil miydi:
“Yazacağım diye oturacaksınız. Biraz sonra da (Yazdım!) deyip kalkacaksınız... İş Kristof’un yumurtası gibi..”
Sağanak bitmek bilmedi:
“Al sazını eline. Bamteli’nin yap akordunu. Vur mızrabını. Otur makinanın başına, tuşlara bas bakalım, neler çıkacak?..”
Ben susmaya, sevgili Mehmet Koca konuşmaya devam ediyordu:
“Ya Allah, bismillâh, Allahuekber!” de, “Mevlâ görelim neyler?..”
Değerli meslektaşım hem Ufuk Ötesi’nden hem de Yeniçağ gazetesinden müdürüm... Çifte müdürün isteğine karşı gelmek ne haddime!.. Üstüne üstlük, kaç yıllık da can dostum...
Şöyle birkaç küçük fıkra yazsam nasıl olur, diye düşünmeye başladım. Okuması üç beş dakika... Yazması?..
Koca’nın okuduğu şiire baştan başladım:
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün doğmadan, evvel İklim-i Rum’a,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma...
Yeni bir şevk ile gürledi gökler...
Ya Allah... Bismillâh... Allahuekber!..
“Bozkurt” ulumasından korkan bazı itlerin zaman zaman şiirdeki “Bozkurt” sözünü değiştirerek okumaya yeltendikleri görülmektedir. Yer yüzünde hiçbir yaratığın bir yazarın, bir sanatçının eserini değiştirmeye, bozmaya hakkı ve yetkisi yoktur... Beğenmeyen okumaz vesselâm... Bir Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu kaç yüzyılda bir yetişir, düşünmek gerek. Şairini rahmetlerle, bestecisi Bahri Yüzlüer’i de saygılarla anmaktan kendimi alamadım.
Gençosmanoğlu’nun şiirlerini 3 zarif cilt hâlinde okuyucuya sunan Türk Edebiyatı Vakfı’na da teşekkürlerim vardır. Bu güzel eserin tashihleri biraz daha dikkatli yapılsaydı iyi olurdu. Bir örnekle yetineceğim:
“Buyurdu: Otağ gerek!/Dikildi dokuz direk./Tuğlarını yedi renk./ Bayrağını al verdi” (Üçüncü mısradaki “Tuğlarını” (Tuğlalarını) olarak çıkmış!..)
Haber YENİÇAĞ’da çıktı: Dursun Önkuzu Zile’de mezarı başında anıldı. (28 Kasım) İçerimde bir yerler göçtü, göz yaşlarım sel olup taştı... Dertlerim depreşti.. Gençosmanoğlu galiba rahmet istiyor. Yine onun şaheserini okudum:
“Önkuzu hey!.. Önkuzu!../Önde gider Önkuzu.../Anası “Dursun” demiş... Durmaz gider Önkuzu.(...) Önkuzu hey!.. Önkuzu!.../Önde gider Önkuzu.../Bu bayrak düşmez yere/ Ölmedikçe son kuzu!..”
Son “Garip” Melih Cevdet Anday ölmüş.
Üzülmemek elde mi:
Şimdi Bulgar çocuğuna kim diyecek “Bizim klâsiklerimiz yoktur!..” diye?!! (Bu husus Attilâ İlhan’a sorulabilir!)
Genç solist Aylin Nar’a bazı firma ileri gelenleri demiş ki: (Yabancı müzik yapsaydınız desteklerdik...)
Gözlerine dizlerine dursun kazandıkları paralar... Bu memlekette para kazan, el oğlunun kültürüne uşaklık yap!
Patrik hazretleri Bortholomoes cenapları, Diyanet’in iftarına gelecekleri tayine yelteniyor, insanları ölümle tehdide cür’et ediyor...Ancak Eyüp Kaymakamına muhatap olabilecek bu herif bunca cür’eti kimden ve nasıl alabiliyor?..
Trilyonluk reklamlarla meşhur olan, “Kar”ları çabuk eriyen Orhan Yamuk, düzeltiyorum Orhan Pamuk’un: “Ataist aileden geliyorum” sözüne anası ateş püskürüyor: “Biz ateist falan değiliz, kendi adına konuşsun!..”
Soruyorlar ;
-Ankara’dan ne haberlerle döndün?
-Gönlü gül, dili bülbül, yüzü pâk, alnı ak başkan Şükrü Haluk Akalın hoca başta olmak üzere Türk Dil Kurumu’ndaki, bütün bilim adamlarımız harıl harıl çalışıyorlar.
Onları arı gibi çalışırken görmek bendenizi son derece sevindirdi. Allame hocamız Osman Fikri Sertkaya ile gidip geldim. Onca yol nasıl geçti bilemedim.
-Gülçin Yahya ne yapıyor?..
-“İzzet” ile selâmı var. Yeni çalışmalarını anlattı. Sevinçlere boğuldum. Karı koca Aydil abilerini yere göğe sığdıramadılar.
Hepsine buradan tekrar tekrar gönüller dolusu teşekkürlerimi, sevgilerimi sunuyorum.
En kısa zamanda yeniden görüşmek dileklerimle...
(Globalleştiğinden) ötürü ingilizce, rumca konuşan, cümleleri de eksik öğrenen Tayyip efendi: “ İki yüzlü olmamalıyız” buyurmuşlar... Aman Efendi Hazretleri, üzüldüğünüz, büzüldüğünüz, süzüldüğünüz şeye bakınız: sizin iki yüzlü olmamanız için bizce hiçbir sakınca olmadığına inanınız...
Gelelim Tayyip Efendi’nin yabancı diline: (Efharisto): Teşekkür ederim, buyuruyorlar. Bir de sonuna (poli) ekleselerdi: Çok teşekkür ederim olacaktı... Nex year (gelecek yıl) demişler. (I hope so): İnşallah’ın da ekleselerdi biz de İrecep Efendi gerçekten (globalleşmiş!) diye sevinecektik.
Biraz da biz (globalleşsek) acaba nasıl olur?..
-Keyfe halek (Nasılsın?)
-Tayyib... (İyi)
-Ene keza tayyib (Ben de iyiyim)
Bu yazıyı aziz dostum Necdet Sevinç’in bir paragrafıyla noktalamaktan kıvanç ve sevinç duyacağım: “Rahmetli Ziya Gökalp’tan beri savunageldiğimiz Türk Birliği davasını devr-i iktidarımızda unuttuğumuz için Hak’tan da, halktan da öyle bir tokak yedik ki, galiba Cenab-ı Hak bizi cezalandırmak için Recep Tayyip denen zatı memur etti. “ (Yeniçağ, 23 Kasım)
|