Avrupa yalakalarının işgüzarlığı, mezar taşlarına kadar uzandı. Geçtiğimiz ay Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan Topal Osman Ağa'nın mezarına dikilen kitabe, bir gecede değiştirildi. Kitabelere kazıtılan destanları silmek için, gündüzün üzerine çöken karanlığı beklemelerini son derece anlamlı buluyorum. Demek oluyor ki AB yalakaları Topal Osmanlar’ın hala ölmediğini çok iyi biliyorlar ve çekiniyorlar.
Hadi her gece bir kitabeyi kazıyın, her gece bir mezar taşını okunmaz hale getirin, ya yüreklere kazınan vatan sevgisini, insanın kendi toprağına duyduğu aşkı ve ona göz dikenlere yönelik öfkesini, kinini nasıl yok edeceksiniz?
Tesadüfe bakın ki, Osman Ağa’nın kitabesinin tahrif edildiği günlerde merkezi ABD’de bulunan, bir zamanlar, kapitalizmin bütün dünyada keşif kolu olarak bilinen ve CIA’nın büyük önem verdiği National Gegraphic dergisi de kapağını Karadeniz Bölgesi’ne ayırdı. Son yıllarda Karadeniz’in dibi ve çevresiyle yakından ilgilenen derginin Türkiye baskısı, bölgeyi tanıtırken “Tanrılar Diyarı:Karadeniz” başlığını uygun gördü. Birbirinden güzel resimlerle süslenen makalede bölge bakın nasıl anlatıldı: “...Bu yörede farklı kimlikleriyle göze çarpanlar yalnızca Lazlar değil. Birbirine paralel uzanan Kaçkarlar ve Kuzey Anadolu Dağları’nda Çepniler, Hemşinliler ve Rumca konuşan Müslümanlar da yaşar. Lazlar ve Hemşinliler gibi kadim yerli halkların yanı sıra, burada yaşayanlardan bazılarının kökenlerinin ortaçağ Avrupası’na, yani Bizans’a dayandığına inanılır. Ana dilleri Rumca’nın bir ağzı olan bir grup, günümüzde Müslüman ve Türk olsa da, kimilerine göre onlar İslâmiyeti kabul etmiş Bizanslıların soyundan gelir...”
****
Yunan istihbaratının Karadeniz’de ayrılıkçı faaliyetlerde harcamak üzere yıllık 1 milyon dolar bütçe ayırdığı haberi ile aynı döneme rastlayan bu makale konusunda yorum yapmaya gerek duymuyorum. Yine bölgeden, Yunan hükümetinin bursuyla Atina’ya her yıl 25 öğrencinin okumak için gönderildiği haberini de fazla önemsemiyorum. Ama Osman Ağa’nın kitabesine yapılan çirkin saldırının iyi tahlil edilmesi gerektiğini biliyorum.
Komitacı Rum ve Ermeni katillerin ruhlarında derin korku tünelleri açan bir Türk milisinin mezarına dikilen kitabeden rahatsız olanlar, belli ki yarın soluğu Kara Fatma'nın, Sütçü İmam'ın Koca Mehmet'in, Demirci Ali Efe’nin, Nene Hatun’un, Şerife Bacı ve Deli Hasan'ın mezarında alacaklar. “Avrupa Birliği Yolu”nu, Diyarbakır’dan geçiren mantık sarmalının yolu elbette mezarlıklara düşecektir. Ruhlarının derinliklerinde, bedenlerini tir tir titreten o amansız Türk korkusundan sıyrılabilmek için aziz şehitlerin ve gazilerin kitabelerine saldıracaklar. “Bakın işte, sonunda geri döndük” deme zevkini tadarken gözlerimizin içine bakarak pis pis sırıtacaklardır. Ama bununla da yetinmeyecekler. Bilge Kağan, Költigin ve Tonyukuk Yazıtları'na kadar uzanacaklar. Eli balyozlu üç-beş tiynetsizin Yenisey-Orhun nehri kıyılarında dolaştığı haberleri yakın zamanlarda gazete sütunlarına yansırsa sakın şaşırmayın... Çünkü bunların amacı Türk’ü sadece Küçük Asya’dan atmak değil, tarih sahnesinden silmek...
TÜRK KELİMESİNDEN RAHATSIZ OLUYORLAR
Sözüm ona çağdaşlık, modern düşünce ya da batı medeniyetinin üstün değerleri adına; barbarlık, düşmanlık ifade eden bazı metinlerin yeniden düzenlenmesi gerektiği fikri ilk önce Turgut Özal tarafından ortaya atılmıştı...
Özal ve ekibine göre, Türkler barış sever bir millet olduğunu batı dünyasına göstermeliydi. Bunun için de öncelikle tarih ve edebiyat kitaplarında, Kurtuluş Savaşımız başta olmak üzere Osmanlı ve Selçuklu imparatorluklarının düşmanlarına karşı kazandıkları büyük zaferler sadeleştirilmeliydi. Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı bir kaç kez bu konuda çalışma yaptı. MEB içerisinde kadrolaşan, bütün milli duygulardan yoksun bir ekip önce Türkçe kelimelere saldırdı. Bu saldırı oldukça başarılı oldu ki, sonuçtan cesaret alan aynı el, destanlarımıza musallat oldu. Manas ve Oğuz Kağan destanları kısaltıldı, sadeleştirme adı altında destan, destan olmaktan çıkarılıp neredeyse birer pop şarkısı haline getirilmek istendi. Her okunuşunda duygu seline kapıldığımız İstiklal Marşı'nın içindeki çok sayıda kelimenin, ders kitaplarında kullanılması gizli bir talimatla yasaklandı... Anayasa'da yerini bulan İstiklal Marşı'mız tartışma konusu haline getirildi. MEB bunları yaparken, Kültür Bakanlığı da boş durmadı.
Valiliklere gönderdiği bir genelge ile, yabancıların karşılanması törenlerinde Mehter ve Kılıç Kalkan Ekipleri'nin yer almaması istenildi.
Durumdan vazife çıkaran bazı memurlar o kadar ileri gitti ki, mizah yazarlarına bol bol malzeme çıkaracak gaflara imza atarak, unutulmaz yağcılık örnekleri sergiledi.
Kurtuluş günleri törenlerinde temsili düşman askerleri, programdan çıkartıldı.
Bu zavallı mantığa göre Eskişehir'i, Kütahya'yı, Afyon'u İzmir'i sanki Yunan askeri işgal etmemişti. İstanbul'a İngiliz kuvvetleri hiç girmedi. Kars'ı Ruslar, Gaziantep ve Kahramanmaraş'ı Fransız askerleri, Ermeni komitacılarla birlikte çiğnemedi.
Onlara göre İnönü ve Dumlupınar da mühim bir hadise değildi. Askeri tarih otoritelerinin gelmiş geçmiş en büyük meydan savaşı olarak kabul ettiği Başkomutanlık Meydan Savaşı ise günümüz için gereksizdi.
İşte bu yüzden Karadeniz'de Rumlar, Ege'de Yunanlılar, Trakya'da Bulgarlar, Doğu'da Rus ve Ermeni çeteler, Hicaz çöllerinde Araplar, üç beş Türk'e saldırdı diye gelecek kuşakların kafalarında kin ve düşmanlık duyguları uyandıracak ifadeler kitaplardan ve kitabelerden temizlenmeliydi.
Önce, o tarihlerde adını "tarihe" yazdıran şahsiyetlerin mezar taşlarına el atıldı. Çağdaş uygarlığı yakalamanın yolunun "yalakalıktan" geçtiğini sanan zavallılar, işe Topal Osman'dan başladılar.
Çünkü Osman Ağa, doğup büyüdüğü topraklarda Pontus Rum Devleti kurulmasını engelleyerek tarihin akışını değiştiren kişiliklere cesaret verdi. Karadeniz’de etnik temizliğe girişen Rum teröristlerin karşısına dikilen ilk engel oldu. Gençliğinde, Rum çetecilerine kök söktüren bu efsane isim, büyük önder Atatürk’ün talimatıyla Karadeniz Bölgesi’ni Rum teröristlerden arındırdı.
Topal Osman’ın adına hınç duyanlar aslında, Türklüğün bütün direnme noktalarına karşı açık saldırı içindedir.
İşte bu yüzden Bursa Kılıç Kalkan Ekibi, turistleri korkutur. Mehter Marşı batılıları ürkütür, davul ve zurna çağdaş medeniyete ters düşer.
Onlara göre çorabın rengi, sarımsağın kokusu, erkeğin bıyığı, kadının saçı, kokorecin tadı, kuru fasulyenin kıvamı Avrupai olmalı ki Avrupa Birliği'ne daha hızlı girelim.
Dikkat edin. Saldırılan her kelime, giysi ya da bir müzik aleti, aslında bizim açımızdan tarihi değeri yüksek olan işaretler, emaraler... Saldırganların seçimi ise son derece isabetli. Oysa; Taklamakan Çölü'nden Avrupa'nın derinliklerine, Karadeniz'in karşı kıyısından, kara Afrika'nın ta ortasına kadar uzanan muhteşem coğrafya, o üzerimizden atılmak istenen giysiler, ağzımızın içine hapsedilen güzel Türkçemiz, kendimize özgü damak tadımız ve zengin musikimiz ile şekillenmiştir.
Her Bey'ine bir tuğ, her tuğa bir davul ve alem gönderen Hükümdar, hala korku salıyor ve hala tehlike arz ediyorsa, gerisini siz düşünün...
Evet, Topal Osman'ın kitabesine konu olan olayların tamamı bu topraklar üstünde olmuştur. Topal Osman Ağa'nın imha ettiği silahlı Rum sürüsü, günün birinde kazara gözünü topraklarımıza dikmek gibi bir gaflette bulunursa, onları imha edecek milyonlarca Topal Osman Ağa, kitabesine aynı ifadeleri yazdırma konusunda bir an bile tereddüt etmeyecektir...
|