abartılmış ve ortaya ülkemizi kötü ve ilkel gösteren bir film çıkmış... Bu satırların yazıldığı güne dek film gösterimden kalkmadığı gibi; TV ekranlarda da, Jackie Chan’ın kullandığı jimnastik aygıtının dolu dizgin “reklam”ı yapılmaktaydı... Anlaşılan, “tavır koyma”yı bir kez daha ıskalamıştık...
Bu, doğrudan Türkiye’ye karşı bir tavır değil; Türk-Arap ayırımını yapamayan dünya sinemasının kötü (ve “kara cahil”ce) bir alışkanlığıdır. Arap ülkelerinde çekilen filmlerde de, genelde Araplar abartılı biçimde ilkel, pis, aptal, hırsız ve kalleş olarak gösterilir. Ya baştan çekime izin vermemek, ya da sonucuna katlanmak gerekiyor galiba. Bize düşen de, yabancıları “Türkiye’nin Arabistan olmadığı” konusunda eğitmek.
Dışişleri Bakanlığı’nın görevi, AB ilişkilerini yürütmekle sınırlı kalmamalı !
* * *
Şimdi, “eloğlu”nun yaptıklarını bir yana bırakıp, bizim “aymaz”ların yaptıklarına dönelim:
“Kürtlüğü kaşıma”nın prim yaptığı, “etnoloji”nin bu bölümünü irdelemenin “entel”liğin gereklerinden sayıldığı bir siyasal ortamı değerlendirmek(!) isteyen “reyting hastası” TV yapımcılarımızın, güneydoğu bölgemizde çadır kurduğu anlaşılıyor... Her kanalda bu türden bir ya da birkaç dizi... Aşiret çatışmaları, kan davaları, silahlar, ölmeler, öldürmeler...
Bela “geliyorum” demedi ve geçtiğimiz ay bunlara bir de “Kırık Ayna” eklendi. Kadir İnanır’ın “Önce Tanrı, sonra ben” durumunu başarıyla canlandırdığı diziyi izledikten sonra; yabancılara kızmanın “abesle uğraşmak” olduğunu düşünmeden edemiyorsunuz.
Şimdi, diziyi izleyecek olan yabancıların, edinecekleri “ülkemize değgin bilgiler”e bir göz atalım:
Türkiye’nin hatırı sayılır büyüklükteki topraklarını “aşiret başkanı” sıfatlı despotlar yönetiyor.
Onbinlerce - yüzbinlerce (toplamı “milyon”larca) kişinin yazgısı, bu “mutlak hakim”lerin iki dudağının arasından çıkacak “tek sözcük”e bağlıdır.
Bunlar ve adamları, “ruhsat” gibi ayrıntılarla ilgilenmeden, en ağır silahları edinebilir, kullanabilir, adamlarına dağıtabilir.
“Ağa”nın astığı astık, kestiği kestiktir. Buralarda “kadın” ya da “kız çocuk”, herhangi bir “eşya” ile “eşdeğer”dir; olsa da olur, olmasa da !
Despot, erkek çocuk beklerken, kadınlarından biri yanlışlıkla(!) kız çocuk doğurmuşsa, ya da karnındaki erkek çocuğu düşürmüşse, ölümle burun burunadır. Yaşamasına izin verip vermemek, “Tanrı’dan sonraki mutlak hakim”in(!) “insaf”ına kalmıştır.
İstediğini öldürebilir; çünkü suçu üstlenip hapse girmeye “hazır” yığınla “kul”u vardır.
“Kul”luk, o yörelerdeki insancıkların, seçeneksizlikten ötürü “seve seve kabullendiği” bir durumdur.
İşte sevgili okurlar, diziyi izleyecek olan bir yabancının Türkiye’ye değgin izlenimleri bunlar olacak.
Acı değil mi ?..
Daha da acısı, bu “sahip”lerden 60’ının milletvekili adayı olması.
Ey güzel Türkiyem ! Seni kimler yönetiyor !..
Üzülüyoruz, kahroluyoruz, içimiz daralıyor...
Kalbimiz kırılıyor.
Tıpkı, Candar Ağa sinirlenip ortalığı kurşun yağmuruna tuttuğunda, diziye adını veren aynanın kırıldığı gibi.
|