Bakıp inceleyiniz. Sadece Ermeni tehciri sonrası arta kalanlardan ne kadar insan Müslüman kimliğine sığınmıştır? Sonra bunlar kendi etnik kimliklerinin gerçek yüzlerini ve gerçek yüzlerindeki dişlerini göstermişler midir? Halen de gösteriyorlar mı?Araştırmaya değer...
Belki de bu nedenle MHP’nin kurucu lideri Alpaslan Türkeş, Urfa Halfeti’den Abdullah Öcalan’ı Ermenilikle suçluyordu. Ya TKP M-L (TİKKO) militanı Elazığ’ın Karakoçan ilçesinden Orhan Bakır (Ohaness Bakıryan) kime karşı savaşıyordu. Ya da Prof.Dr. Zekeriya Beyaz’ın 1977’lerde ifşa ettiği ve Elazığ ilinde nüfusa kayıtlı olup da, Diyanet İşleri Reisliğine kadar yükselip hareket eden insan kimdi? O şahsı koruyan güç merkezleri kimlere dayanıyordu? Ya da Diyarbakır Liceli Behçet Cantürk’ün ardında da böyle bir birikim var mıydı?
Anadolu’da Türkler ve diğerleri vardı. Bu yetmedi Balkanlardan Kafkaslara kadar pek çok yerden, pek çok insan kitleler halinde Türk’ün şevkatli ellerine geldiler. Türk merhametliydi. Kucak açtı. Kimseye sen Arnavutsun, sen Boşnaksın, sen Sabataycısın, sen Gürcüsün, sen Çeçensin, sen Çerkezsin veya başka bir şeysin diyerek gelme demedi. İyi mi yaptı?!
Peki, Yunan’ın, Bulgar’ın, Sırp’ın, Rus’un, Ermeni’nin vahşetinden kaçarak Anadolu’ya sığınan o insanlar bunu anladılar mı? Elbette anlayanları da oldu, anlamayanları da...
Kimisini Osmanlı Hanedanı gelin, kimisini de Damat yaptı. Mesela onlardan biri Damat Ferit olarak Sevr’de karşımıza çıktı... Kimisi Balıkesir bölgesinde Anzavur ya da Hendek-Adapazarı-Düzce isyanında maşa oldu; Kimisi Rum Mehmet Paşa adının arkasına sığınarak Türkmenleri kesti... Kimisi Hürrem Sultan olarak karşımıza çıkıp dönemin Padişahını evlat katili yaparken; bir diğeri de Kösem Sultan olarak Padişahlık yapan oğlunu boğdurttu. Kimisi Abaza Mehmet Paşa olarak isyanlara kalktı; Kimisi de Gürcü Yusuf olarak suikastçı oldu. Kimisi Esat Toptani olarak devlet kurmaya çalıştı. Kimileri de “gurbette kaldın” diyerek, Şeyh Şamil’in arkasına sığınıp, Anadolu’da Türkler tarafından olumlu bir şekilde karşılanıp toprak, yer ve yurt sahibi olamamışlar gibi, “ceylan” nakaratlarını tekrar edip durdular. Zararları var mıydı? Tarih gösterecek...
Bakınız Çerkez olduğunu belirten DEHAP İstanbul 3.Bölge 1. Sıradan milletvekili adayı Pınar Selek, Yeniden Özgür Gündem gazetesinin 24 Ekim 2002 Perşembe günkü nüshasında şunları söylüyor: “Bizim Ermeni halkı ile her zaman gönül birlikteliğimiz oldu. Mesela ben bir Çerkez’im ama kendimi bir Kürt, bir Ermeni olarak görüyorum”... Bu görüşteki bayan, elbette bütün Çerkez kökenlileri temsil edemez; fakat ülkemizdeki Çerkez kökenli olduklarını söyleyenlerin gerçekten bu bayana gerekli cevabı vereceklerini düşünmekte istiyoruz. Bu bizim Türk Milleti olarak yaptığımız politik ve insanımızın fedakarlıklarından dolayı da tarihsel anlamda hakkımızdır...
İNSAN MÜHENDİSLĞLİĞİ
Türkiye’de eksik aksak hususlardan birisi de hiç şüphe yok ki insanların kimliklerinin üzerine bilimsel metodun oturtulamamış olmasıdır. Bu anlamdaki kökene dayalı insan mühendisliği devlete dönük bir yaklaşımın ürünü olarak geliştirilmediğinden farklı maskeler ya da kalkanlar arkasına geçen insanlar, Türklüğe her türlü çamuru atmak için adeta köşelerinde yarışmaktadırlar. Hatta bu yarış o kadar gelişmiştir ki yarışanlar arasında bulunanlardan bazıları kendilerini millilik kisvesi altında dahi gösterip ve tüm hedefleri de saptırarak olumsuz hareketlerin ekmeğine yağ sürmüşlerdir/sürmektedirler. (Ör.Tekinalp, Halide Edip,Bekir Berk vs.)
Oysa Türkiye’de insanların kimliğine dönük insan mühendisliği geliştirmeyenler; insanların gelişi güzel fişlenmesine pek ala zemin hazırlayıp,zaman bulabiliyorlar. Bu zemin ve zamanı bulanlar, bir avuç etnikçi ya da ekonomik çıkara dayanan azınlık zümrelerinin aralarındaki ilişkilerinin bağlantılarını ve bu bağlantılardaki kontakları, nedense görmezden geliyorlar. Bu görmezden gelme olayında belki de parmaklarına bulaştırılan balların etkisi de olsa gerek. Oysa tablo oldukça vahimdir. Balın kaynağı bu millet, bu milletin elinden kaynakları alınıyor. Alınan bu kaynakların özü o örgütlenmiş bir avuç azınlık ile azınlık yağdanlıklarına su gibi akıtılıyor. Bu akıtılma da dolarlar, faizler, devalüasyonlar, enflasyonlar, fonlar, hisse senetleri, diğer kağıtlar ve bankalar ne güzel aracı yapılıyor. Tıpkı arıdan balını alan üretici ve o üreticinin malını gerçekten peşkeş çeken komisyoncunun hikayesi gibi. Zavallı insan arılar(!) işçisi, erkeği ve diğerleriyle kaderleri hep çalışmak; bu çalışmak sadece yaşayabilmek ve neslini sürdürmek adına... İşte gençler! Tablo açık ve net... Takdir ve değerlendirme sizlerin; ya bal arıları gibi olup eşek arılarının sürekli talanına uğramak ya da ayağa kalkıp gerçeği yerinde görmek...
OSMANLI VE DEVŞİRMELER
Azınlık nasıl olur da çoğunlun önüne geçebilir. Bu bizim Türk milletinin tarihsel olarak ana sorunlarından birisi değil midir? Eğer bilmiyorsanız tarihi geniş cepheden değerlendirin. Mesela Fatih Sultan Mehmet’i biliyorsanız. Bu bilme olayında sadece Akşemsettin’i görüp Rum Mehmet Paşayı göremezseniz vay halinize... Türkler yüzyıllardır bu sorunu çözememişleredir. Bilakis düğüm düğümün üstüne atılarak katmerli bir sorun haline gelmiş, Türk milletinin karnındaki habisleşmiş bir ur olarak gelişmiş, büyümüş, ağrı ve sancılar vermiştir.
Bunun en hayırlısı yeniçeri adı verilen güruhun ortadan kaldırılmasıdır. Aslında o gün belki de devşirmeci zihniyete karşı kazanılan bir anlayışın, milli bir günü olarak hesaba katılmalıdır. Yüzlerce yıldır, binlerce on binlerce yeniçerinin ekmek yediği bu ülkede, çıkardıkları rezaletler, yaptıkları lanetliklerin yüzünden oluşan nefret, tarihimizde Vakayı Hayriye-Hayırlı olay olarak geçen faaliyete yol açmış, halkın katılımıyla sert bir şekilde yeniçeri bozuntularının ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Bu ortadan kaldırma olayı o kadar derinlemesine meydana gelmiştir ki yeniçeriler saklanacak delik arayıp, çil yavrusu gibi yüreksiz ve korkakçasına gizlenmeye çalışmışlardır. İstanbul’un her yerinde yeniçeri arayan halk onları bulamadığı yerlerde de mezarlarını dahi yok etmiştir. Bu gün eski mezarlar içersinde Yeniçeri mezar-taşı bulmak mucize gibidir. Düşününüz! Onlar yaptıklarıyla milleti o kadar bıktırmışlar ki akıbetlerinin vardığı son nokta da bu olmuştur. Oysa Türk milletinin ne kadar hoş görülü olduğu hakimiyeti alanındaki politikalarından sabittir. Yüzlerce yıl Türklerin hakimiyetinde yaşayan Yunanlıların, Bulgarların, Sırpların, Arapların konumu bunlara iyi örnektir. Hıristiyanların dahi mezarına dokunmamış olan bu millet, yeniçeriye bunu neden reva görmüştür? Varın biraz da siz düşünün...
Evet Fatih Sultan Mehmet’in yanındaki Rum Mehmet, Zağanos Mehmet Paşalar kimdir? Kanuni Sultan Süleyman’ın yatağında bulunup onun soyunu o kanaldan yürüten Hürrem Sultan’ı hepiniz bilirsiniz. Bazıları da bu tip ilişkilerden erkeklik hikayesi adına bir pay ve gurur çıkarır: “Ha işte bizim sultanımız falanca filancayı şey etmiş” veya “Katerina’ya Baltacı falanca filanca yapmış”... Bu durumdaki ilişkinin ürünündeki genetik farklılaşmayı erkek olmak üstün kılar mı sanıyorsunuz? İnanamazsanız bir zenci bayanla evlenin olacak olan çocuk görünümü itibariyle sizin erkek olmanızın genetik anlamda bir üstünlük getirmeyeceğinin de delili olur. Çünkü bu biyolojinin bir kuralıdır. Yani dominant karakter baskındır.
Hürrem, Kösem ve bilmem hangi bayanlar Osmanlı soyunu hangi ölçüde özlerinde taşımışlardır? Ya devşirmeler, örneğin Kanuni döneminde üstelik damat olan Makbul/Maktul İbrahim, ve yine damat Rüstem ve kardeşi Sinan Paşalar kimdir? Anadolu Türkmenlerini öldürtüp cesetlerini kuyulara doldurmakla ün salan bu katil Kuyucu Murat kimdir? Nereden ve nasıl beslenmiştir? Günümüzde Kuyucular var mıdır? Ya Sultan II.Osman’ın (Genç) ölümünü tezgahlayanlara yağcılık yapan ve Yedikule’de bu işi gerçekleştiren hayin Kara Davut Paşa kimdir? Bu millet o kadar demokrat ki bu hayin adamın mezarına dahi İstanbul’daAksaray’ın göbeğinde yer vermiş, zavallı Sultan II. Osman’ın mezarındaki cesedi yüzlerce yıldır başsız şekilde uzanıp yatmaktadır.
Evet bir sürü insanlık müsveddesi saydık, bu zevat hangi anlayışın ürünü olarak meydanlarda cirit atmış ve de milletimin kaynağını da nasıl talan etmiş? Oturup iyice düşünmemiz lazım. Günümüzde bu zevatların uzantıları var mıdır? Varsa beslenme kaynakları, bağlantıları, zincirleme ilişkileri nasıl ve ne şekilde gelişmektedir?
Marko, Muzurus, Bo-Ş-erif, İzzet, Fehim, Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşalar kimdir? Kökenleri nedir? Servetleri nasıl oluşmuştur?
Evet Osmanlı, böylece bu tezgahın gergefinde kendi kendinin ellerini kollarını bağlatacak urganları ürettirip, aynı zamanda bir kement olarak Avrupalı kovboyların eliyle önce Balkanlarda sonra Ortadoğu’da boğazına düğümlü kısmı gelecek şekilde taktırtıp, cenaze levazımatçısı olan Lavrens yağdanlıklarının eliyle kendi ipini sözüm-ona yerli (!) Arnavut Ferit Paşaya Ağustosun sıcak bir günü Sevr kasabasında imza karşılığı çektirmişti.
Ya Türkiye Cumhuriyeti! 1920’lerin benzerini günümüzde aynı şekilde açık ya da gizli azınlıkçıların elleri ve dilleri yüzünden yaşamıyor mu?
Bu nasıl beceridir ki bir avuç Yahudi azınlık, ekonomideki paydan çoğunluk adınaymış gibi büyük paylar alabilmektedir. Bunlar demokrasi adına ya da çoğunluğun azınlık üzerindeki hakları adına neden dile getirilmiyor?Alarkocu İshak Alaton, Leyla Alaton, önce AEG’ci sonra bilmem ne-filocu Jak Kahmi, Cefi Kahmi, Koç gurubunun arkasında uzun yıllar durup Vehbi Koç’u yönlendiren Bernard Nahum, mahdumları Jan ve biraderi ya da suikast sonucunda hayatlarını kaybeden Üzeyir Garih, Nesim Malki servetlerinin kaynağını İsrail deki Yahudilerin üzerinden mi oluşturdular? Halen de var olan kaynaklarına yeni kaynaklar nereden ve nasıl akmakta ya da akıtılmaktadır?
Demokratlığa soyunan ve Salkım Hanım’ın Taneleri adlı filmin oluşumu sırasında büyük gayretler gösteren Alarkonun sahibi İshak Alaton bu sorumuzu “demokrat kimliği” ile her halde mutlulukla cevaplayacaktır(!) Belki de kıs kıs gülecektir. Fakat biz onu biliyoruz. O da kendi kazancını kaynağını. Bu kazancı alın terimle yaptım diyorsa, onu bana değil soydaşı Marks’ın günümüzdeki takipçilerine anlatsın.
ZENGİNLİKTEKİ MOZAİK
Evet mozaik edebiyatı yapanlar, mozaikteki zenginliği savunanlar, savundukları zenginlikteki mozaikleri niye söyleyemiyorlar. İstanbul’daki Konstantinapol döneminin mozaikçi yaklaşımını azınlıklara ya da sol kesime şirin görünmek için dile getiren bir gurup ulema taklitçisi de acaba tekrar o eski günlerdeki azınlık isimlerini mi özlüyor ya da İstanbul’daki nüfusun yarısının II. Abdülhamit döneminde olduğu gibi gayri- Müslüm nüfusa mı tekabül etmesini istiyor?
Azınlık olmak iyi bir şey midir? Yunanistan’da yaşıyorsan iyi bir şey değildir. Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Yunanistan Türk azınlığı soy temelinde tanımıyor, sadece din temelinde tanıyor. Aynı Kıbrıs’ta İngilizlerin 1930’larda Türklere yaptığı gibi...
Avrupa Birliği niye Yunanistan’a bu konuda göz yumuyor. Acaba Türkiye’deki Fedon gibi, Menacer Sitelyo Pipis gibi Yunanistan’da meşhur ya da kendisine aynı imkan tanınan her hangi bir Türk var mıdır? Biliyorum hemen burası bizim vatanımızdır edebiyatına gireceklerdir. Oradaki Türklerin vatanı neresi? Onlar Uzayda mı yoksa başka bir yerde mi yaşıyorlar?
Ya Gürcistan’da Türk azınlık olmak ister miydiniz?Bazıları belki de şöyle düşünüyor: ‘orada Türk var mıdır?’ Elbette var. Borçalı Türkleri bunun somut kanıtıdır. Sürülmüş olan Ahıskalılar ne yazık ki bölge dışıdır.
Borçalı Türklerinin kaçta kaçı yönetimde etkin ve yetkindir, hiç düşündünüz mü? Ya bizdeki Osmanlı’dan beri Gürcistanlılar ne alemde? Burada Gürcü kökenlilerin Türkiye’de çıkardıkları Çvenebüri adlı dergilerinin Ocak-Haziran 1996 tarihli 19-21 numaralı nüshalarının 22. sayfasından aktarma yapıyorum:
“18. Yüzyılda hüküm süren Sultan III.Ahmed’in eşi Gürcü imiş. Ondan sonraki beş sultanın anneleri de, eşleri de Gürcü imiş. Bu sultanlar arasında ünlü III.Selim’de var. 14 Gürcü kökenli Osmanlı da Sadrazamlık yapmış. Bunun dışında dört Gürcü ekonomi bakanı, bir o kadarı da dışişleri bakanı olmuş. Birçok Çveneburi değişik dönemlerde Türkiye’nin yönetiminde önemli mevkilerde bulunmuş. Tanınmış sanatçılardan Zülfü Livaneli, Kamil Sönmez, Ümit Tokcan Gürcüdürler. Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden, eski dışişleri bakanlarından Hasan Fehmi Güneş, eski ve yeni milletvekilleri Ahmet Altun, Hasan Ekinci, Refaiddin Şahin, Cemal Alişan, İbrahim Artvinli vb...” Görüldüğü gibi dergi pek çok insana sahip çıkmaktadır.
Evet biz Gürcü asıllılara Müslüman kimliklerinden dolayı hiç dokunmadık, onları kendimiz gibi gördük. Şimdi onlar bizi ne olarak görüyor bilmek istiyoruz?
Konuya meraklı kişilerden biri, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel ile giden hükümet üyelerinden birisinin Gürcüstan Meclisinde Gürcüce konuştuğunu bize aktarmıştı. Böyle bir durum karşısında büyük ihtimalle Gürcistanlı milletvekilleri hayret içinde kalmışlardır. Neyin hayretidir bu? Her halde Türklerin yüksek demokrasisinin hayretiydi...
Demokrasinin sığ denizindeki çakıl taşlarıyla uğraşanlar, açık denizdeki Türk hoşgörüsünü nedense hep yok sayarlar. Bu yok sayanlar ülkemizde ekseri makam, mevki, unvan ve paranın da kaynağına sahiptirler. Kendilerini kamufle etmek ve hedefleri saptırmak adına ipe sapa gelmez ilişki ve çelişkilerle toplumu uyuşturup dondururlar ve bu donma olayında kamuoyunun kaynağını sürekli talan ederler. Oysa kendilerinin bulunduğu yerdeki konumları ne yazık ki bizim milletimizin yüksek hoşgörü ve demokrasi anlayışından başka bir şey değilse nedir?
Evet o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti üyesi birisi, Gürcistan Meclisinde Gürcüce konuşuyor. Halbuki onların kendi ülkelerinde bir Türk’e dahi tahammülleri yok ki hükümetlerinde olsun. Şimdilik Borçalı Türklerine dokunmuyor gibi duruyorlar. Çünkü Abaza ve Osetya sorunları çözülmemiş ve Rusya’nın ülkeleri üzerindeki ağır baskısı kalkmamıştır. Rüzgar sırtlarına halen sert bir şekilde kuzeyden esmektedir. Eğer Türk’e tahammülleri olsa Ahıskalıların eski yurtlarına dönmelerine izin verirler değil mi? Sormalı Türk ya da Gürcü olarak, Gürcistan’da mı bulunmak istersiniz, Türkiye’de mi?
Adı Matild Manukyan’dı. Genelev Patroniçesi olarak ünlendi. Özal döneminin sürekli vergi rekortmenlerinden oldu. Muhafazakar Özal(!) para konusunda nedense çok liberaldi. Erkeklerin uçkur çözmesiyle kazanılıp rantlar oluşturulan bu paralarda kim bilir kaç kadının ne kadar acı ve ıstırap dolu yaşantıları gömülüydü? Firmasına nedense “ESKIDJI” adını verip, Türkçemiz adına yazım yanlışlığını, ismi büyük gazetelerin ilan köşelerinde legalleştirme çabalarının gayretiyle hareket etmeye çalışan Dikran Masis, zengin bir Ermeni değil mi?Nerede yaşıyor dersiniz? Erivan’da mı yoksa Paris’te mi? Hayko, Hatemo, Tuğlacı, Mafyan, Apikoğlu nerede yaşıyorlar? Etyen Mahçupyan kimdir? Amerika’da yaşayan Fethullah’a Gülen’e yakınlığı malum olan Zaman gazetesi ya da Samanyolu Televizyonu kanalı ile sadece düşünsel bağları mı var? O gurubun gazete ve kanalında faaliyetlerini bedava mı yapıyor? Ermenilere ya da onların yağcılarına sorarsanız bu ülke onlarında vatanıdır diyecekler. Peki öyleyse Ermenistan’dan sürülen Azerbaycan Türkleri ve dahi Karabağ’dan sürülenlerin vatanı neresi? Türkiye’de isim ve köşe tutan sözde demokrat Ermenilerin ve yağdanlıklarının dilleri nerelerine gitti ki bu konuda konuşmuyorlar? Türkiye’de yaşayan Ermenilerin konumu böyle gelişebilirken, bu durumu dahi yetersiz gören bir çok insan, Ermenistan’da yaşaması gereken Azebaycan Türkleri için gıklarını çıkarmıyorlar. İşte onların Azınlık demokrasisi budur!
Arkadaşlar bunları sadece kendi kendimize söyleyerek sayıklama şeklinde geçiştirmeyelim. Herkes herkese, her yerde, her zaman bu gelişmeleri duyurup işlesin ve yağdanlık olup ta bu ülkenin kaynağından semirip şişenlerin, beslenme kaynaklarına zemin olunmasın, olanlarda uyarılsın. Ermenistan’da bugün Türk bırakmışlar mıdır? Hocalı, Kelbecer, Agdam, Füzuli, Laçin, Hankenti ne durumdadır? Oradaki Türklere, Ermenistan sınırları içersinde bırakınız para kazanmayı, yaşama hakkını bile neden tanımıyorlar. Bunu tüm dünya kamuoyu bilmektedir. Yakın tarih bunun somut kanıtlarıyla dolu değil midir? O kaçgıncı Türklerin vatanı Ermenistan içersinde, Karabağ’da ve koridor bölgesinde değil miydi?
Ya Suriye ve Irak’ta yaşayan Türkmenlerin hal ve gidişleri nedir? İran’da Türk olarak ya da Türkiye’de Arap ya da Fars olarak yaşamak nasıldır? Buyurun tartışalım...
Türkiye’de azınlık olmak çoğunluk olmaya göre günümüzde çok büyük bir şanstır. Dedeağaçlı, İskeçeli, Ahıska kökenli, Kepenekçili, Tebrizli, Urumiyeli, Kerküklü, Erbil’li, Halepli her hangi bir Türk, adı geçen yerlerde demokrasi ve insan hakları adına, sıkıysa Alaton gibi, Kahmi gibi, Masis gibi bir zengin olsunlar da görelim...Bırakınız zengin olmayı buradaki bağıran azınlıklar ve azınlıkçı yağdanlıkların haklarının ve hukuklarının onda birini kullansalar yeter...
Bizdeki azınlık ve azınlıkçıların faydalandığı imkan ve güzelliklerin hangi birisinden kaç tane Yozgatlı, Kırşehirli, Iğdırlı, Bayburtlu, Kilisli, Kastamonulu genç faydalanmıştır. Hayatları boyunca da bu ülkenin tasadaki gerçek sahibi olup, can pazarına koyun pazarı gibi daldırılan bu gençler, PKK deneyiminden de geçirilirken, diğer taraftan tasada hiçbir şeye iştirak etmeyip de masada iştirak eden bazı söz-bazlar ile düzen-bazların çocukları, sürekli tüketim meydanlarında banka sahibi gibi belirip falanca mankenin veya filanca şarkıcı-türkücünün peşinde koşmadılar mı? Şimdi dahi koşmuyorlar mı? Mesela Acaralı Erdal Acar necidir? Nasıl zengin olmuştur? Bilen tanıyan var mı? Kaçta kaçının altına son model jipler Mersedesler, BMV’ler nasıl ve ne şekilde verilmiş, halen de verilmektedir? Acaba bizlerde, Türkiye’de azınlık ya da azınlık yağdanlığı mı olsaydık? Allah göstermesin. Onur, erdem ve şeref bizim parolamız, işaretimiz namusumuzdur. Olmayanlara duyurulur...
|